İnanın lafa nasıl başlasam bilmiyorum…
Ölüm dediğimiz şey gerçekten de kendi başına değerlendirilmesi gerekecek kadar mühim ve detaylı bir konsept. Üzerine insanoğlu yüzyıllardır sahip olduğu her türlü entelektüel girişimi kullandı. Her şeye rağmen yine de kabullenemedi. Kabullenemiyoruz. Neden?
İnsan yapısı gereği, eninde sonunda öleceğini bilerek yaşayan travmatik bir canlı türü. Hatta kendi faniliğinin farkında olmak, insanı insan yapan unsurlardan biri. Artık çekirdek bir gerçek bu yani. Peki buna rağmen neden hâlâ kabullenemiyoruz?
Bir insan yalnızca kendi bedeninin ve kişiliğinin ölmesine değil, aynı zamanda sevdiklerinin ve diğer verdiği canlıların da yitip gitmesine travmatik yaklaşır. Genel yapı, düşünce budur esasen. E haliyle içten gelen bir sevgiyle bağlandığınız, sizin dışınızda olan herkes için bu kaygıyı hissedersiniz. Peki bu kaygı illa çok aşina olduğunuz varlıklar için olmak zorunda mı? İlla çok yakından tanıdığınız, kanınızı paylaştığınız ya da en azından hayatınızın bir bölümünde beraber bir takım şeyler yaşadığınız biri olmak mı zorunda bu kişi? Öyle mi olmalı ki ancak kaygı yaşamanızı, onun da bu fanilikten yitip gitmesinden korkup üzülesiniz?
Bunun cevabı koca bir hayır. Birinin ölümüne üzülmek için çok içinden tanımak ya da atomlarını görecek denli onun yakınında olmak gerekmez. Sevgi denilen bağ, saygı denilen durum ve düşünce dediğimiz soyut unsurun paylaşılması gibi hususlar asla bu tür basitliklerle açıklanamazlar.
Geçtiğimiz gün meşhur teorik fizikçi Stephen Hawking yaşamını yitirdi. Gençliğinin baharında, daha bir insanın yarı yaşı kadar bile değilken kendisine bir hastalık teşhisi konulmuştu. Bunun sebebiyle birkaç yıldan fazla yaşayamaz diye değerlendiriliyordu. Onun durumundaki biri için, “normal” insanların yapabileceği her şey imkansızdı bir bakıma. Ama hayır, kendisi bu durumu bir dezavantaj olarak görmeyip her türlü engeli aşmak ve aslında hiçbir şeyin imkansız olmadığını göstermek konusunda son derece kararlıydı. Öyle de yaptı.
Yirmi beşinci yaşını bile görmez denilen bu adam, fiziki engeline rağmen bir aklın nelere kadir olabileceğini kanıtladı ve şüphe edenlere gülüşler atarak 76 yaşına kadar yaşadı. Bu hayat hikayesi handikapı yüzünden değer kazanıyor. Ehemmiyeti katlanıyor. “Normal” hayatlardan daha ayrı bir yere geçiyor. Normal hayatlara da ışık tutuyor. İlham veriyor.
Peki öyleyse burada neden bir üzülme kapıkuluculuğu yapılıyor?
Neden Stephen Hawking’i kendi olanakları yettiğince anlayabilmiş bir kişi ile kelimesi kelimesine aynı fikirlere sahip olup inanılmaz üst zekada olan insanlar eşit derecede üzülemiyor? A kişisi bilimden çok daha anladığı için B kişinin, bu ölüme üzülmesinde neden üstün gelsin? Kişisel anlamda tanımasak bile düşünceleriyle bir olduğumuz birinin anlatmak istediğini anlayabildiğimiz için onu sevmek ve aslında sorunun fiziksel kısıtlılığımız değil mental kısıtlılığımız olduğunu fark edebilmek neden bu kadar zor? Neden Stephen Hawking üzerine tezler yazmamış insanlar, böyle bir insanın öldüğüne üzülemez mesela? Benim sorularım tam da bunlar.
Bu üzülme düşüncesine böyle sinirle, bu denli hararetle yaklaşıyorum; çünkü hemen öldüğü gün Stephen Hawking hakkında -tanısa da tanımasa da- öldüğüne üzüldüğü için her kesimden insanı yargılayan tipler peydah oldu. “Adamı tanımıyorsunuz bile, çıkıp bir kitabının adını dahi söyleyemezsiniz, ne çalıştığın sorsak bilemezsiniz. Ama bir anda öldü diye arkasından ağıt yakar oldunuz.” İşte tam da bu cümle ve minvalinde kurulan her türlü sözcük öbeği sarf edilmeye başlandı; ve bu vaziyet benim sinirime dokunuyor.
Üzülmenin derecesi ya da “sen-daha-çok-tanıdın-diye-daha-fazla-üzülebilirsin” hakkı diye bir şey yok. Evet, evladı ölünce en çok annesi üzülebilir; ama bu hiçbir zaman o ölen insanın babası, kardeşleri, akrabaları ya da onu tanıyan her bir diğer insan üzülmüyor anlamına gelmez. Bu böyle bir anlama gelmediği gibi, onu hiç görmemiş insanların da üzülmüyor olmadığı anlamına gelmez. Onu sadece ismen bilen insanların da üzülmüyor olmadığı anlamına gelmez.
Herkes tanımadığı, etmediği, hakkında bir şey bilmediği insanlarla duygusal bir iletişim yaşayabiliyor. Bir ülkeyi canı pahasına koruyan insanlar için nasıl içten üzülebiliyorsak, sanki ailemizdenmiş gibi tanımasak bile acısını hissedebiliyorsak; hiç görmediğimiz halde düşüncelerini ya da temsil ettiği şeyleri takdir ettiğimiz biri için de aynı hisleri paylaşabiliriz.
Sanıyorum ki insanlar arasında bu tipler hep olacak. Birini, daha az gördüğü için yargılama hakkını kendinde görenler yani. Düşüncelerini anlayabildiğimiz bir insanın ölümüne üzülmek neden başkalarını bu kadar ilgilendiriyor? Neden problemmiş gibi empoze ediliyor? Neden ben, kendimce anladığım ve örnek aldığım bir insanın, hayatındaki her bir ayrıntıyı bilmesem dahi, bu dünyadan göçüp gitmesine ve insanlığa yapabileceği daha çok katkının yitişine üzülemiyorum? Neden?
Ben şunu Hawking’den feyz alarak öğrendim: Bir insan diğer insandan daha çok cahil ya da daha çok bilgili olamaz; bunun sebebi ise bu uçsuz bucaksız evrende bizim minicik, önem teşkil etmeyecek kadar ufak bir tür olmamız; ve aslında onun ya da bunun cahilliği hiçbir ehemmiyet göstermiyor. Yani hepimizin bilmedikleri üst üste eklenince, bildiklerimiz uzaktan neredeyse eşit oluyor. Bunu yarıştırmaya gerek yok. Şu ana dek dünyaya gelmiş her bir insan, hepsi cahil, hepsi bilgisiz, hepsi sınırlı. Yani herkes eşit.
E o zaman, herkes bu kadar eşit seviyede bir cahil ise, neden bir paragraf daha az okumuş insanın hissettiği duygu daha haksız olsun? Konu hakkında bir şey bilip yorum yapmak değil ki bu. Duygular, hisler. Tamamen öznel, hormonal ya da artık ne derseniz; o. Bir insan daha çok sevdi, daha az hoşlandı ya da farklı seviyelerde hisler besledi diye yargılanmayı hak ediyor mu? Hayır.
Gerçekten de dünyaca koca bir rol modeli, bilim dünyasının en ideal ve zeki örneklerinden birini kaybettik diye oturup düşünmem ve üzülmem lazımken, nelere kafa yoruyorum. Üzülüyorum gerçekten de, Hawking’in ölümüne ve bilim dünyasından yitip giden bir yıldızın varlığının uğurlanması yerine durup durup şöyle bencil insanların sözlerini dikkate aldığıma. Biraz da suç bende galiba. Dikkatimi hak etmeyecek insanların sözlerine oturup mantıklı bir şekilde karşıt argüman sunmaya çalışıyorum.
Ama diyorum ya, duygular, hisler diye… Nasıl tüm o duyguları mantık çerçevesinde açıklamak zorsa, benim bu anlatmaya çalıştığım tüm konsepti aslında göz ardı edip olması gerekene bakmaya çalışmam da o kadar zor.
İnanın, sadece bir ölüme üzülmekten daha fazlası bu aslında…