Anime izleyenlerin hatta izlemeyenlerin bile duyduğu, duymadıysa gerçekten de büyük ayıp ettiği bir anime olan Death Note ile bu hafta karşınızdayım. Hem bu animeye bakacak hem de anime yazma konusunda paslanmış mıyım hep beraber göreceğiz. Şimdi dalalım animemize…
Tsugumi Ohba tarafından yazılan, çizimleri ise Takeshi Obata tarafından yapılmış bir çalışmayla, daha doğrusu bir Japon sanat eseri ile karşı karşıyayız. Yagami Light, zekası ve notlarıyla okulunda öne çıkmış, evinden okula, okuldan eve giden bir gençtir. İstemediği zaman çok sosyal olmayan bu yakışıklı genç, bir gün Death Note adlı bir defter bulmasıyla ev-okul hayatı çok farklı bir yere gitmeye başlar; Artık Light’ın elinde son derece ölümcül, hatta animede ifade edildiği gibi “insanlık tarihinin en ölümcül” silahı vardır; Death Note. Ve Light, bu defteri yeni edindiği amaçlar için kullanacaktır.
Peki ne ola bu Death Note ? Death note, içine bir kişinin ismi yazıldığı zaman, o kişinin görüntüsünün düşünülmesiyle, öldürme kabiliyetine sahip olan büyülü bir defter. Spoiler olmaması için burada fazla açıklayamasam da kendine özgü kuralları ve kullanım yolları var. Gerçekten de çok basit gibi duran bu gücün, ne kadar farklı durumlarda, ne kadar ilginç yollarla kullanıldığını görünce insan vay be diyor. Bir bölüm daha açıyor. Ve bir bölüm daha, ve bir bölüm daha…
Haliyle Light, “adalet” dağıtmaya başlayıp çatır çatır birilerini öldürürken, dünya da bu işe aldırmamazlık etmiyor; şimdiye kadar çözemediği herhangi bir dava olmayan, kimliği, ismi ve geleceği bilinmeyen bir kişi -L- de olaya kısa zamanda dahil olup, Light’ın karşısına dikiliyor. Pek tabi kimliğini ustaca saklayan Light, diğer bir adı ile Kira, dengi bir rakiple karşılaşmış oluyor. Sonrasında seyredin iki yüksek zekalı adamın birbilerine yaptıkları oyunları. Yok “Şimdi, şöyle bir hareket yaptı, o zaman bu %2 Kira,” yok “Kaybetmeyi sevmiyor o zaman bilerek kaybetmeyecek ama bunu anladığımı bilmediği için isteyerek kayıp da edebilir.” gibi cümleler havada uçuşuyor. İnsan da zevkle izliyor.
Animenin en büyük artıların biri, herhangi bir filler bölünün olmaması. Her bölümde bir şeyler çözülür, bir ilerleme kaydedilirken, aslında işlerin daha da karmaşık bir hal aldığını, ipe bir düğüm daha atıldığını fark ediyoruz. Bu yüzden kesinlikle bağlayıcı ve fazla ara verilmeden seyredilmesi gerekli. Karakterler, ortamlar, olaylara herkesin kendi bakış açılarını katmaları, yorum yapıp beklenmeyen süprizlerle hikayeyi zenginleştirmeleri, kesinlikle ağızda güzel bir tat bırakıyor. Sulu bir elma kadar tatlı diyebiliriz sanırım, Ryuk? (Bu cümleyi anlamak için animeyi izleyiniz)
Yapım, aynı zamanda insanı düşünmeye, ahlaki kararlar almaya, hatta bazı yorum ve düşüncelerimizle bazen kendimizi daha iyi tanımamıza sebebiyet bile verebiliyor. Abarttım mı? Yok artık mı? Sizin elinizde, sadece bir kaç kelime yazarak istediğin herhangi birini öldürme gücü olsa, bunu kullanmaz mıydınız? Kullanırsanız ne amaçla kullanırdınız? Gerçekten adalet için mi yoksa kişisel çıkarlarınız sizi ele mi geçirirdi? Hep düşünmek lazım bunları…
Yavaştan yazımı bitirirken, Death Note’un aynı zamanda ne uzun ne kısa tutulmuş bir anime olduğunu da mutlaka yazmalıyım. Hele bir bölüm var ki -son bölüm değil, animenin ortalarındaki bir bölüm- gelin oturalım, çayımızı, kahvemizi, sakemizi içerken sabaha kadar konuşalım. Gerçekten de mükemmel yapılmış diye özetleyebilirim. Yakında filmi de çıkacak olan Death Note, kolaylıkla bağımlılık yaratan, arşivlerde kendine yer edinmiş bir anime. Yazıyı bitirdiyseniz, bırakın bir yorum, ardından da doğruca onlarca bölüm izleyin. Zaten çok uzun bir anime sayılmaz. Haftaya yeni bir yazı ile görüşmek üzere. Bir shinigami ile randevum var…