Overture

– I am Anti-Life, the Beast of Judgement. I am the dark at the end of everything. The end of universes, gods, worlds… of everything. And what will you be then, Dreamlord?

– I am hope.

Gaiman’ın Yarattığı Fark

Neil Gaiman’ın sevenleri olduğu kadar sevmeyenleri olduğu da bir gerçek. Fakat yiğidi öldür, hakkını yeme demişler. Sandman gibi toprak altında kalmış bir karakterden yeni bir “The Sandman” evreni yaratmak, yedi sene boyunca tek başına senaristliğini üstlenmek, hayatında eline hiç çizgi roman almamış insanları dahi çizgi romanla buluşturmayı başarmak kolay iş değil. Kısa sürede seriyle, hatta direkt olarak serinin baş karakteri Dream’le ilişkilendirilen Gaiman, öylesine nüfuzluydu ki, uzun soluklu seriyi sonlandırma kararı aldığında, DC kendisine hay hay deyip alınan karara bağlı kalmış ve seriyi başka bir yazarla devam ettirmemişti. Yani bir bakıma süt verilen inek kesilivermişti ve bu çizgi roman dünyasında pek az rastlanan bir durumdu. Ama buna değerdi.

Çocuk Karikatürlerinden Edebiyata

İlk sayısı 1989 yılında yayımlanan ve çıktığı gibi yok satan The Sandman, çizgi roman dünyasına yeni bir soluk getirmekle kalmayıp, dünyada bir edebiyat ödülüne de layık görülen ilk çizgi roman olma özelliğine sahipti. Bu başarısıyla edebiyat çevrelerinin dikkatini üzerine çekerek, çizgi romanların sadece “çocuklar için” olmadığını, gayet “yetişkinlere de” hitap edebileceğini gözler önüne sermişti. Üzerine çok şey yazılıp çizilen The Sandman’in son sayısı 17 yıl önce yayımlandığında, Neil Gaiman bir gün tekrar seriye geri dönüş yapacağından muhtemelen emin değildi. Ama Watchmen prequel’i Before Watchmen’in ardından yayılmaya başlayan spekülasyonlar Gaiman tarafından da doğrulanınca, işin rengi değişiverdi. Bu iyi bir haber miydi, yoksa kötü bir haber mi, karar verebilene aşk olsun. Hele de Before Watchmen’in yarattığı hayal kırıklığı daha ortadan kalkmadan… Ne yapacaktık şimdi?

The Sandman’in prequel’i niteliğindeki The Sandman: Overture’da yazar Neil Gaiman, The Sandman’i kaleme aldığı yıllarda vakit bulup da anlatamadığı, ya da onun deyimiyle “daha sonra anlatmadığını fark ettiği,” Dream’in yarım kalan hikayesini anlatma gayesinde. Yazarın “hikayedeki büyük boşluk” olarak tanımladığı anlatmayı ihmal ettiği hikayeyse, Dream’in ele geçirilmesinin ardındaki sır perdesini oluşturuyor. Altı sayıdan oluşacak Overture serisinin ilk sayısında hikayeye “exposition” tadında bir giriş yapan yazar, kendine has dilini, yine The Sandman’den aşina olduğumuz kendi kendine konuşan artistik panellerle buluşturarak, bizlere yine geçişleri zevkli bir okuma deneyimi sunuyor. Yer yer hikayeye otuz iki dişin kuşattığı bir ağzın içinden baktığımız hikayede evvela Corinthian’la buluşuyoruz (meğer bu ağızlar onun gözleriymiş filan. Ne o, gözünüze bir şey mi kaçtı? Ağlıyor musunuz?)

İlk kez “A Doll’s House”ta karşımıza çıkan Corinthian, Dream’in yarattığı bir kabustur ancak görev alanının dışına çıkıp insanları “sahiden” öldürmeye başlayınca, Rüyalar Lordu yarattığı kabus üzerinde bazı değişiklikler yapma kararı alır. Bu çıkış noktasında cereyan etmeye başlayan hikaye, sonlara doğru ihtiyaç duyduğu aksiyonu yakalayıp farklı bir boyuta taşınıyor.

Overture Henüz Yeni Başlıyor

İlk sayının, hikaye anlamında fazla doyurucu ve vurucu olmadığını söyleyelim. Daha önce de belirttiğimiz gibi, edebiyat raconunda biraz “exposition,” yani “buyurun bakın, dünyamız bu, karakterlerimiz de bunlar”aya denk gelen ilk sayıda, göze çarpan ve yokluğunu derinden hissettiren en önemli nokta, kayda değer öteki bir karakterin yer almayışı. The Sandman’in daha önceki sayılarını okuduysanız, seride asıl önem arz edenlerin Morpheus veya kardeşleri olmadığını, onların etkileşime geçtikleri diğer karakterler, genellikle “The Waking World” diye geçen, bizim dünyamızda yaşayan karakterler olduğunu bilirsiniz. John Constantine’den hayat kadınlarına, ilham perisini hapsedip ırzına geçen psikopat yazardan punkçılara, eşcinsellerden Shakespeare’e, sokak serserilerinden Urania Blackwell’e, travestilerden ruh hastalarına kadar, The Sandman’i The Sandman yapan en belirleyici çizgi, hikayelerini işlediği, toplum tarafından bir şekilde dışlanıp ötekileştirilmiş karakterleriydi. Bu konuda Overture’ın kötü bir notla sınıfta kaldığı doğru.

Muhteşem Görsellik

J.H. Williams III’ün çizimiyle hayat bulan Overture’ın bu zamana kadar yayımlanmış “en iyi gözüken Sandman” olduğunu, hatta ve hatta Charless Vess’in Dream Country’deki o dillere destan, masalsı çizimiyle bile kafa kafaya yarışabilecek tek Sandman olduğunu rahatlıkla iddia edebiliriz (ettik, ama ayıp da ettik sanki ya? Dream Country şahsi favorimizdir, Charless Vess kral adamdır; yeri doldurulamaz -NOT: Hatta, edebiyat ödülüne layık görülen cilt, onun çizdiği Dream Country’dir -kendi kendime kızıp not verdim). Bu konuda Williams III’ün önceki çalışmalarını gönül rahatlığıyla referans alabilir, en azından Overture’la nasıl bir çizgiyle karşı karşıya olduğunuz konusunda bir ön izlenime sahip olabilirsiniz. Hayal kırıklığına uğramayacağınız kuvvetle muhtemel ama.

Williams III’ün başarılı çizgisini daha da göz alıcı yapan, kuşkusuz ki Dave Stewart’ın yıldız tozu büyüsündeki renkleri oluyor. Seriyi renklendiren kişi Stewart olmasaydı, kahinatın anlamsız boşluklarında parıldayan yitik yıldızlar, hiçliğin orta yerinde gözden ırak yabancı gezegenler ve buralarda yaşayan acayip insanımsılar ve etobur bitkimsiler, göz kırpan galaksiler ve rengarenk nebulalar ve kısacası bir bütün olarak The Sandman kurgusu bu kadar güzel gözükebilir miydi, doğrusu bilemiyoruz. Ama şundan eminiz ki The Sandman: Overture, bu zamana kadar elinize alacağınız görsel anlamda en “olmuş” The Sandman olacaktır. Elbette, bunda Williams III ve Stewart’ın dokunuşunun yanında, gelişen teknolojinin de büyük payı var. Artık kendisini kanıtlamış bir yazarın en iddialı yapımından bahsediyoruz neticede. Elbette ki bugün, ’89’daki The Sandman gibi korkunç bir basım ve kağıt kalitesi bekleyemeyiz.

TL;DR

Hikayesi hayli sönük başlasa da sanatsal yönüyle gönülleri fetheden The Sandman: Overture, ilk sayısına özel iki farklı kapak tasarımıyla birden satışa sunuldu. Kapaklardan birini, The Sandman’in bugünlere gelmesinde büyük emeği bulunan Dave McKean imzası taşıdığını hatırlatalım. Bunun özellikle altını çizmek istedik çünkü Sandman hayranları için bunun gözden kaçmaması gereken bir bilgi olduğunu düşünüyoruz. İlk sayı şu anda ülkemizde satılmıyor olsa da, Kasım ayının en geç ikinci haftasına kadar önde gelen çizgi romancılarda raflardaki yerini alacağını duyuyor ve görüyoruz. Bizden söylemesi.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.