Faux Play olarak geek dünyamızı ilgilendiren konuların duvarlarındaki fare deliklerine bakmayı görev biliyoruz. Bu seferki konumuz Thor: The Dark World’ün çıkışı şerefine “Oyunlarda Mitoloji”. Oyunların işledikleri “başka” mitolojilerden, mitolojide oynanan oyunlara ve mitolojik oyunlara dek inceliyoruz, tartışıyoruz, konuşuyoruz. Sohbete siz de katılın.
İlk yazı burada: “Fatale: Exploring Salome”
İkinci yazı burada: “Tanrılar da Oyun Oynar”
Merhabalar. Sanırım tarihçi ve/veya tarih ilgilisi okuyuculardan özür dileyerek başlamam gerekecek. Bugün okuduğumuz, bize anlatılan haliyle mitoloji anlatıları aşağı yukarı 200-lü yaşlarda olsa da, doktora tezlerinde, kütüphaneler dolduran külliyatta akıtılan kan, ter ve gözyaşına rağmen -bence- tarihi gerçeklik olarak kullanımımızda olan tarih anlatısı ile “mitoloji” olarak ayrı bir yere konulan anlatılar arasında öyle çok belirli bir ayrım yok. Bunun sebebini açıklamayı, daha derinlemesine irdelemeyi ya da irdelemeden akla hemen gelen basit bir argümanla cevaplamayı tarihçi arkadaşlara bırakıyorum, eninde sonunda bir mühendisim ben. Yani ne bileyim tapınağıyla, ritüel sistemiyle, kağıt yanar, uçar gider diye mermere kazınıp sağlama alınmış edebi arkaplanıyla koskoca Olimpos Panteon’u nasıl bir peri masalı hafifliğinde anlatılır, mantıklı açıklaması vardır elbet. Kabullenilmiş tarihi gerçeklik ve mitoloji anlatıları arasındaki belirsiz sınıra değinmemin ve bu yolda kutsalına, değer yargılarına hayasızca dil uzattığım tarihçilerden özür dilemek zorunda kalmamın sebebi işbu belirsizlik yüzünden kafamın hayli karışık olması ve tarih, mitoloji, fantazya temalı oyunlar oynarken gerçeklik mevhumunu ciddi anlamda yitirmem.
Age of Mythology’nin Sevapları, Günahları…
Takdir edersiniz ki bir önceki paragrafı yazan kişi olarak, üstelik 10 yaş genç halimle 2003 yılında piyasaya sürülen Age Of Mythology (AoM) benim için bir hayli enteresan, sürprizler ve tabi ki hayal kırıklıkları ile dolu bir oyundu. Burada AoM’in Age Of Empires (AoE) serisinin taş-kağıt-makas sistemini nasıl başarılı uyguladığından, modern RTS’lerde (realtime strategy) tekrar oynanabilirliği nasıl geliştirdiğinden, çağ atladıkça tanrı seçimi ve buna bağlı olarak tanrılardan elde edilen “favor” (sevap points) ile kullanılabilecek tanrısal güçlerin nasıl bir stratejik çeşitlilik kattığından uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. Çünkü meselemiz bu değil.
Age Of Mythology oynarken düşünmeden edemediğim, yıllar süren “okuma, oynama, öğrenme, yanlış öğrenme, şaşırma, bir daha öğrenme” sürecinden sonra bugün oturup yeniden oynadığımda oyunun bana düşündürdüğü bir kaç temel mesele var aslında. Oyuna başlayıp -ki bir önceki paragrafta oyun mekaniklerini vesaireyi bir kenara bıraktığımız için senaryo modu üzerinden gidiyoruz- Sözde Atlantis Devleti’nin cengaveri Arkantos’u ve tebaasını kontrol ederek önce Akdeniz havzasını, akabinde akla zarar yollarla vardığımız Kuzey Avrupa’yı arşınlarken Batı kültür ve edebiyatının özenle seçip parlattığı onlarca hikâyenin yüzlerce kahramanı ve mağduru ile karşılaşıyoruz. Oyundaki isimlendirmesi ile Arkaik Çağ’dan Kahramanlıklar Çağı’na kadar uzanan, olay örgüsü ile tahmin edilebildiği kadarıyla tarihsel gerçeklikten epeyce kopuk olan bu zaman dilimi bugün mitoloji ögeleri olarak okuduğumuz türlü hadiselerin kaynağı.
Kapak görselinde yer alan mitolojik tanrıların Zeus, Set ve Thor olmasından yola çıkarak oyunda adam yerine konulan -hadi kaynaklarda yeterince malzeme bulunabilen diyelim- üç mitolojik evrenin Yunan, Mısır ve Kuzey (Nors) mitolojileri olduğunu anlayabiliyoruz. Buna şaşırmak yersiz ve aslında oyunu oynarken tarih ve mitoloji hakkında pek de açıklayıcı karşılığı olmayan düşüncelere sevk eden meselelerden biri bu.
Avrupa’da modernizme geçiş sürecinde sürecin temel taşlarından birisi olarak felsefe ve matematiğin öncüsü sayılan Antik Yunan kültürünün bütünüyle iç edilmesi ve bu sırada antik bilgelerden Doğu Akdeniz havzasının tüm anlatı seceresinin aktarımıyla beraber bugün mitoloji dediğimiz mecranın içi dolmaya başlamış ve Avrupa/Batı kültürleri bu temel üzerinde modern dünyayı inşa etmiş. Mısır 19. yy’da Osmanlı’nın elinden çıktıktan sonra görece daha dışarıdan bir gözle, Kuzey anlatıları ise daha butik, kendi halinde küçük bir alan kaplayacak şekilde mitoloji havuzuna girmiş, zamanının ruhuna ve gerekliliklerine uyum sağlayarak bugünkü versiyonlarına ulaşmış.
Mesele kimlik
Bugün çok az kişi Hollywood veya Batı edebiyatından gördüğü/okuduğu Mısır stereotipinin Büyük İskender’in komutanlarından Ptolemy’nin kurduğu bir Helen cumhuriyeti olan ve Cleopatra dönemini de içine alan Ptolemaios Krallığı’nın bir yansıması olduğunu biliyor ama aslında çoğu kişi için bunun pek de bir önemi yok. Aynı bunun gibi bir anlatım yalınlaştırması sonucu, “anlatılan tarih”e olan bağlılık ve sorgulamazlığımızdan olacak, Age of Mythology‘de Nors kültürünü en temel haliyle benimsetmek için, diğer kültürler “favor” kazanmak üzere tapınak inşa ederken Kuzeyli oyuncuların basitçe “cenk etmek” zorunda olması yolu tercih ediliyor.Burada bahsettiğimiz mesele mitoloji anlatılarının bizzat yazanlar, anlatanlar ve dinleyip gelecek nesle aktaranlar tarafından bir tür kimlik kazanımı, kendini tanımlama aracı olarak kullanılmış olması, buna bağlı olarak Age of Mythology oynarken görebileceğimiz gibi bu kimliklendirmenin oyun mekaniklerine yedirilerek oyuncu üzerinde daha güçlü bir ikna gücü olması.
Biri Vancouver School of Theology mezunu olan iki araştırmacının yaptığı araştırmaya göre oyunlarda kullanılan mitoloji ve din tabanlı hikâye öğeleri daha geniş kitlelere daha az çabayla ulaşmayı sağlıyor. Assassin’s Creed örneği üzerinden araştırmacının şu özetleyici sözünü alıntılamak isterim; “Tarihi açıdan insanlar Haçlı Seferleri, Kilise ve ilişkili diğer insanlar arasında geçen olaylar hakkında bilgiye sahip. Hikâyeye angaje olarak insanların bilgi dağarcığı da oyunun içine çekilmiş oluyor. Böylece insanların bizzat kendilerinin anladığı şekliyle tarih ve hikâye oyunun içine yedirilmiş, dışarıda olan bir şeye atıfta bulunarak daha az kelime kullanılmış oluyor” Din, tarih ve mitoloji temalı herhangi bir oyun oynarken kulağımıza küpe olması gereken müthiş açıklayıcı bir gerçek bu. Müthiş olmasının yanısıra, insanların Milli Eğitim tornası dışında objektif ve kapsayıcı bir tarih (..ve mitoloji) bilgisine ancak kişisel ilgi yahut üniversitelerin Tarih bölümlerinde okuyarak -o da kısmen- ulaşabildikleri bir ülkenin vatandaşı ve vergi mükellefi olarak bu gerçekliği oyunlarda mitolojik öğelerin anlaşılabilirliği ve düz fantazyadan ayrıştırılabilirliği açısından endişe verici buluyorum.
Yüksel, Arkantos…
Kapatırken, insanlara sözde deniz tanrısının gözüne girmek için olduğunu söyleyip onay aldıktan sonra onlarca genç Atlantis evladını gemilere dolduran, kalkıp okyanus ötesinden bağrı yanık Anadolu topraklarına, Truva Kuşatması’na müdahale etmeye girişen ve kıtalararası ilk askeri müdehaleyi başlatan, lakin sonunda bu hırsı anayurdunun çöküşüne (gerçek anlamıyla) sonuçlanan Atlantis’in gözü pek amirali Arkantos’a bir sitem yollamak isterim. İlahi Arkantos, hikâyen modern zamanlarımıza bir gönderme gibi adeta. Gözünü karartıp ülkeyi batırdıktan (gerçek anlamıyla, hehe) sonra tanrısallığa kavuşmanla, mitoloji kisvesi altında güncel dersler vermeye çalışan yazarlara alet olmuş olabilir misin?