Gezegenimizin günlük yaşamı içinde gezen biçim değiştirici reptilyanlardan, kozmosun derin karanlığında süzülen adı anılamaz tanrılara; Osmanlı’nın efsanevi denizcilerinden, kadim uygarlıkları yok etmiş kusursuz katil organizmalara kadar pek çok uzaylı türün üzerinde durduk, konuştuk, tartıştık. Çoğu zaman bu varlıkların korkunç yanlarını vurguladık, ara sıra daha önemsiz noktalara değindik. Yine de uzaydan ve uzaylılardan konuşuyorsak sadece böyle varlıkları ele aldığımızda hata yapmış oluruz çünkü ne uzay denen yer ne de uzaylı denen tanım, burada bitmiyor. Sonuçta hem evrenin kendisi hem de insanın düş gücü, bir sonsuzluğa uzanabilecek kadar engin kavramlar.
İkisinin boyutlarını hakkıyla konuşabilmemiz için alabileceğimiz referans noktası konusunda Star Trek evreni çok uygun. Bu yazımızın konusu olan uzaylılar da Star Trek’in barındırdığı en ilginç uzaylı türlerin birkaçı olacak. Yine küçük bir uyarı yapayım; yazının devamı, Star Trek hakkında bazı spoilerlar içerebilir. Ayrıca bu yazı için Next Generation‘ı temel alalım, diğer Star Trek hikâyelerini başka yazılara saklayalım. O zaman ne diyoruz?
“Engage!”
yani,
“Ateşle!”
Böyle söyleyince sanki yanımdaki kişiden çakmak istiyormuşum gibi oldu.
1. Q
Next Generation’ın ilk bölümlerinde karşımıza çıkan Q karakteri aslında aynı isimli bir sürerlilik boyutundan gelen bir varlık. Güçlerinin ve yeteneklerinin gözlemlenebilir uzay-zaman boyutları dâhilinde bir sonu veya sınırı yok ama kendi boyutu işin içine girdiğinde şartlar değişiyor. Evrenin içinde istediği gibi değişiklikler yapabilen bu tanrısal varlığın geldiği boyuttaki diğer herkese de yine “Q” olarak sesleniliyor. Bu durum bütün Star Trek evrenini biraz daha ilginç kılıyor ve açıkçası Q karakterinin kendisini biraz seviyor da olabilirim. Sonuçta kötü bir mizah anlayışına sahip kozmik bir tanrıyı her gün görmüyoruz.
2. Borg
Eğer bir çocuğum olsaydı ona “Borg” ismini vermeden önce iki kez düşünmek isteyebilirdim. Eğer kötücül bir havaya ve art niyetli bir kişiliğe sahip değilsem çocuğumun sosyal yaşamını da düşünmek zorundayım. Borg türü insanımsı bir biçime sahip, yarı-mekanik, saldırgan bir tür. Amaçları daha fazla teknolojiyi ele geçirip, daha fazla yaşam biçimlerini özümseyip giderek daha mükemmel bir biçime ulaşmak. Bireysellikten yoksun bir şekilde, kovan aklıyla yaşıyorlar ve toplu kararlar alıyorlar. Her bir Borg bedeninin tamamen bu kolektif zihne körü körüne bağlı olduğunu söyleyemeyiz ancak kendi çabaları ile özgün kişiliklerine kavuşabilenler de yok değil.
Bu istisnalara rağmen Borg türü, Federasyon’un başına her zaman bela olmuştur. Bu yüzden eğer uzayın derinliğinde olur da Borg ile karşılaşma talihsizliğine denk gelirseniz geri kalanımızın yaptığını yapın: Uzay geminizi diğer yöne çevirin ve warp/büküm hızınızı kökleyin.
3. Yapay Yaşam
“En önemli mesele mücadelenin kendisidir. Sürekli olduğumuzdan daha iyi bir hâle gelmeye çalışmalıyız. O nihai hedefe asla ulaşamayacak olsak da fark etmez. Gösterdiğimiz gayret, kendi sonuçlarını doğuracaktır.”
Bu sözler, Yıldız Filosu’na giren ilk android olma şerefine erişen Komutan Data‘ya ait. Data, Next Generation’nın akışı boyunca sürekli ve sürekli doğal yaşam biçimleriyle karşı karşıya gelip kendi varlığının doğasını sorguluyor, bir yandan bize de bu durumu sorgulatıyor. Yaşam nedir? Nerede başlar? Nerede biter? Bir gezegenin üzerindeki elektromanyetik zerrelerin kendi aralarında kurduğu etkileşim yaşam mıdır? Kendi başına var olma gayreti gösteren, bilinçli kararlar alan ve evrilebilen madencilik araçları yaşam mıdır? Bilinç kazanmış bir oyun karakteri yaşam mıdır? Belki de yapay yaşam hakkında olan bu kısa konuşmamızı, Data’dan başka bir alıntı ile bitirmeliyiz:
“Yaşamak istiyorum, biteceğini bilsem de. Kıymetli şeyler kıymetlidir çünkü bir sonları vardır.“
4. Nagilum
Güneşli ve güzel bir günde dışarıya çıkıp bahçenizde veya parklarda, şöyle çimlerin üzerine uzandığınız olmuştur. Üzerine oturarak veya yatarak çimler ezmişsinizdir. Benim gibi yerinde duramayan biriyseniz yine aynı o çimleri yerden birer birer söküp, ucundan ucundan kopararak yavaşça parçalamışsınızdır. İşte, Star Trek’in bu kısmında siz o çimlersiniz.
Nagilum’u, Kaptan Jean-Luc Picard’ın sözleri ile özetlemek gerekirse hem orada olan hem de orada olmayan bir şey. Kendisi o kadar kudretli ve ayrık bir varlık ki Federasyon’un en ileri teknolojilerine sahip uzay gemisi Enterprise’ı, uzaydaki bir deliğin içinde hapsediyor ve insanların tepkilerini gözlemlemeye başlıyor. Gemideki hiç kimsenin ise bu konuda bir fikri yok çünkü cihazlar dışarıda hiçbir şey algılamıyor. Gemi tam anlamıyla bir hiçliğin içinde duruyor. En sonunda öğreniyoruz ki Nagilum denen varlık aslında insanları laboratuvar deneylerindeki fareler ile bir tutuyor ve insanlar üzerinde sonuçlarını umursamadan deneyler yapıp duruyor. Yanlış anlamayın, herhangi bir art niyeti yok. Sadece meraklı.
5. Kristal Varlık
Keşke şu dosya yazısının başlıklarından bir tanesi de “Osman” olsaydı ama ya çok genel ve mistik isimler ya da tuhaf tuhaf uzay dillerinden çıkani tuhaf tuhaf kelimeler var. Yine de ileride bir gün sizlere, “Osman” isimli nihai bir uzaylı varlık hakkında bir şeyler anlatmak isterim.
Kristal Varlık, Data’nın doğduğu gezegendeki nüfusu olduğu gibi yok eden, yabancıl bir uzay cismi. Kar tanesini andıran bir biçimi var ve tıpkı uzay gemileri gibi, ışık hızı katlarında yolculuk yapabiliyor. Bolca yaşam bulunduran gezegenlerden, üslerden ve gemilerden besleniyor. İstisnasız bütün organik yaşamı enerjiye çeviriyor ve geriye, ıssız bucaksız çöllerle kayalardan başka bir şey bırakmıyor. Tam da uzayda süzülen bir kar tanesinden bekleyebileceğiniz gibi?
6. Kadim İnsanımsılar
Bu kadim canlılar, gökadada kendileri gibi başka yaşam biçimi bulamayıp, tamamen yalnız olduklarını anlayınca ulaşabildikleri gezegenlere, ölümlerinden sonra doğacak başka hayatların tohumlarını ektiler. Bu hayatlar daha sonra kendilerini eken atalarının biçimlerini andıran, farklı türlere evrildiler ve yıldızlara doğru yaptıkları yolculuklarına başladılar. İnsanlık da o hayatlardan bir tanesiydi ve bu yüzden belki de bu kadim türe “insanımsı” demek, insanlar açısından biraz ukalalık oluyor ama sanırım şu an için elimizdeki tek sözcük bu.
Tabii ki “Dizilerdeki uzaylılar neden insanlara bu kadar benziyor?” sorusuna akıllıca hazırlanmış bir cevaptı bu ama kendi içinde de güzel bir hikâye oluşturdu. Belki de galaksideki düşman türler birbirlerinden, önceden düşündükleri kadar farklı değillerdir…
7. Tuz Vampiri
Tanrı aşkına bu yazıda bu canlıdan bahsetmezsem ölürdüm. Turist Ömer’in uzay macerasında hepimizin kabuslarına giren bu korkunç varlığı kim unutabilir?
Tabii ki Star Trek evrenindeki uzaylı türlerin, çeşitliliğin ve tanımlamaların hiçbir sınırı yok. Filmlerde, dizilerde, kitaplarda, çizgi romanlarda ve oyunlarda daha sayısız uzaylı türün bizi beklediğine eminim ama bu seferlik bu kadarını konuşabildik.
Uzay sonsuz bir enginliğe, saf bir karanlığa ve acımasız bir soğukluğa sahip. Bu ebediyetin içinde, gözlerden uzakta ve zihinlerin algısının ötesinde gerçekten de akıl almaz canavarlar, dehşet verici varlıklar ve her an sonumuzu getirebilecek işgalci türler bekliyor olabilir. Ama olmayabilir de. Uzay korkunç şeylerle dolu olmak zorunda değil. Oralarda bir yerde algımızı açacak, etik anlayışımızı dönüştürecek veya aynaya dönüp, kendimize şöyle yeniden bir baktıracak yaşam biçimleri varlıklarını sürdürüyor olabilirler. Belki bir kısmı bizim yardımımızı bekliyordur belki de başka bir kısmı, bize yardım etmeyi bekliyordur. Evren mucizelerle, harikalarla, ilhamlarla da dolu olabilir. Gözlerinizi gökyüzüne çevirdiğinizde hangilerini görüyorsunuz? Dehşet saçan, adı anılmaz uzaylı tanrıları mı yoksa kendimizi daha iyi tanımamıza olanak sağlayacak imkansız mucizeleri mi?