Eğer kozmik bir cerrah eline bir neşter alıp vücudumu kesseydi ve elini içeriye, iyice derinlere uzatıp ruhumun köklerine ulaştıktan sonra, iki parmağının arasında oradan bir cevher çıkarır gibi, tek bir kelime çekip alsaydı bu kelime, hiç şüphesiz “uzaylı” olurdu. Yazımızın konusu da böylece belirlenmiş oluyor. Korkmayın, kozmik bir cerrah, benim üzerimde çeşitli işlemler yapmadı. En azından bildiğim kadarıyla… Kozmos, bilinmeyenlerle dolu engin, sonu gelmez bir varlık ve bu eni boyu akıl almaz boşluğun içinde bir yerlerde, gerçekten de kozmik bir cerrah olabilir. Tabii bu, pek çok olasılıktan sadece bir tanesi. İşte biz, bu diğer olasılıklar ile ilgili konuşacağız. Özellikle de insanın mantığını en küçük zerrelerine dek ufalayacak kadar korkunç türlerin, varlıkların ve tanrıların üzerinde duracağız.

Tanrı denen kavramın kayıtlı tarihte ne kadar geriye gittiği gibi detayları doğrudan es geçiyoruz çünkü asıl ilgilendiğimiz varlıklar uzaylı tanrılar. Bunun için de en göz önündeki örnek olan Cthulhu’dan bahsederek başlamazsak isimsiz kadim lanetlerin kurbanı olacağımızdan hiç şüphe yok.

“Ph’nglui mglw’nafh Cthulhu R’lyeh wgah’nagl fhtagn”
yani
“Düşleyerek bekler ölü Cthulhu, R’lyeh’teki evinde”

Dokunaçlarla kaplı ahtapotumsu bir yüze, büyük kanatlara ve insanımsı, devasa bir bedene sahip olan Cthulhu’nun fizyolojisi bile onu görme bahtsızlığına düşmüş birçok denizcinin, sonu gelmez kabuslar görmesine neden olmuştur. Bu denizciler birlikte seyahat ettikleri yoldaşları arasında şanslı kalmış olanlardır. Cthulhu merhamet denen kavrama sahip olmasa da kader denen varlık bazı denizcilere merhamet göstermiştir.

Ölçülemez bir zaman dilimi önce, kozmik uzayın derinliklerinden Dünya adlı gezegene gelmiş olan Cthulhu, burada ona tapan kulları ve kendisinden gelen ardıllarıyla farklı farklı güçler inşa etmiş ve şehirler kurmuştur. Derin Soylar ve Mi-Go türü gibi halklar da Cthulhu’ya tapanlar arasındadır. İnsan uygarlığının çok öncesinden gelen bu güruhlar o kadar korkunç biçimlere sahiptirler ki onlara bir an olsun bile bakan insanlar, hemen bilinçlerini kaybederler. Tabii başka insan dışı güruhlar da yerkürenin farklı noktalarında kendi çarpık yuvalarını kurmuşlar ve kabusları aratan varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu türlerin kendi taptıkları başka uzaylı tanrılar ve varlıklar da bulunur. Onların biçimleri ve varoluşları da en az Cthulhu kadar dehşet vericidir.

Kendi kısa, önemsiz ve basit yaşamı sırasında insan soyu, bazı noktalarda bu varlıklarla karşılaşmıştır. Özellikle Kuzey Amerika’nın New England bölgesindeki ayrık yerleşimlerde, Asya’nın eni başı belli olmayan çöllerindeki kayıp şehirlerde, ağaçlar ile sulak alanların kapladığı, sisin her daim yeryüzünden eksik olmadığı bataklıklardaki ilkel insan topluluklarında bu korkutucu karşılaşmaların izlerine rastlanabilir. Innsmouth ve Dunwich gibi kasabalarda Cthulhu ve ona benzer diğer tanrılara tapan halkların olduğu söylentileri, insanların dillerinde dolaşmaktadır. Hatta en deli ağızların dillendirdiği iddialara göre bu yerlerde çaresizlik yaratan şartlar oluşmuştur ve bu yüzden insanlar, taptıkları tanrıların ardılları olan diğer türlerle çiftleşip bir çok ara soy türetmişlerdir. Yine aynı iddialara göre bu bahsettiğimiz ara soylardan gelen figürler, bugün bile aramızda dolaşmaktadır.

Uzayın tüyler ürperten tanrıları ve onların çarpık arzularına kendilerini veren akıl almaz kulları, bu saydıklarımızla da sınırlı değildir. Sarı Kral olarak bilinen Hastur adlı tekinsiz bir figür, yine insanların kalbine korku ve şüphe saçan isimler arasındadır. Cthulhu’nun kendisinin bile kesin bir biçimde göremediği başka varlıklar da yine varoluşta kol gezer. Hastur ve Cthulhu’nun öncülü olan Yog-Sothoth geçmiştir, şu ândır, gelecektir. Tüyler ürpertici boyutlara açılan kapının hem koruyucusu hem de anahtarıdır. Şeytan Sultan olarak anılan dış tanrı Azathoth ise bitmek bilmez bir açlıkla derin karanlıkta beklemektedir, bazıları onun derin karanlığın kendisi olduğunu söyler. Nyarlathotep ise bu tanrıların elçisidir. Boyutları akla hayale sığmaz kozmik tanrılar ile basit, ölümlü insan varlığı arasında bir yerde yer alır ama onu korkunç yapan unsur ise tam olarak bu aralıkta elde ettiği engin sinsiliği ve numaralarıdır. Uzay sonsuz, karanlık bir boşluktur ve bu boşlukta var olabilecek dehşetleri düşleyebilmek olasılıksız bir eylemdir.

Yine de tüm bunlara rağmen en korkunç olasılık, bunlar arasında yer almaz. Mantık bize, evrende kendimizden başka yaşamların, varlıkların kendini gösterebileceğini, göstereceğini söyler. Sonuçta kadim kozmos milyarlarca yıl önce var olmaya başlamıştır ve bu süreç boyunca dünyadaki insan soyunun doğumundan önce başka bir yerde, başka bir bilincin yükselmesi olası değil midir? Buna rağmen her zaman küçük bir olasılık daha vardır:
Belki de evren, bizim düşündüğümüz kadar yaşlı değildir.
Belki de milyarlarca yıl dediğimiz zaman dilimi, kozmosun sürdürebileceği yaşam için gülünecek kadar kısa bir süredir.
Belki de insanlık, tüm bu süreç boyunca bilincini geliştirebilmiş ve gökleri düşünmeye başlamış ilk yaşamdır.

Durum böyleyse bizler, bu evrenin ilk çocukları durumunda olmaz mıyız? Sınırlarını asla tam olarak keşfedemeyeceğimiz kadar büyük bir uzayın içinde, karanlığın, hiçliğin ortasında, yapayalnız…
Daha yeni yaşam türleri gelişip bilinç kazanacak düzeye gelinceye kadar insan denen varlıktan geriye bir iz kalmayabilir. Ardıllarımız kendilerine insan diyemeyecek kadar evrilmiş veya başkalaşmış olabilir. Bizim varoluşumuz ise bu ardıllar ve onların yanında yeni gelişmiş bilinçler için, uzak zamanlardan kalan mistik anılardan daha azı konumuna bile inebilir.

Sanırım gerisi ise artık neye inanacağınıza kalıyor. Dünyanın dışında, oralarda bir yerlerde, düş gücümüzün ötesinde türlerin yaşamlarını sürdürebileceklerine mi inanıyorsunuz, yoksa milyarlarca yıllık bu sonsuz karanlık kozmosta yalnız bir varoluşa mahkum edildiğimize mi?

Author

Size bir hikaye anlatayım.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.