Edebiyat dünyasının en önemli adamlarından biri tarafından yazılmış American Gods’ın, Starz tarafından dizi uyarlamasını izlemeyen hala var mı? (Adet edindim şu soruyu sormayı) Son derece etkileyici, sürükleyici ve çarpıcı şekilde devam eden American Gods hem sitemizde hem de YouTube kanalımızda haftalık olarak incelenmeye devam ediyor! İkinci bölümüyle ekranlara gelen American Gods için bu hafta da güzel bir inceleme yapalım mı, ne dersiniz?
Giriş Sahnesi: Amerika’ya Geliş
Bir önceki bölüm değerlendirmesinde ve de videoda anlattığımız üzere, dizimiz geriye kalan her bölümde bu “soğuk açılış” diye adlandırılan sekansları kullanacak. Hikaye ile doğrudan bağlantılı olsun ya da olmasın, bu sahneler illa ki yer alacak. Bu da her bir mitolojik, paganistik ve bilimum inanışın ilahisi olan tanrıların, aslında Amerika kıtasına ne yollarla, ne tip inanç ve insani güdülerle geldiklerini anlatıyor olacak demek oluyor. İlk bölümde Vikingler’in gelişi ve Odin’in bu kıtada nasıl etkili olmaya başladığını görmüştük, peki bu bölümde hangi tanrıyla karşılaşıyoruz acaba?: Elbette Anansi.
Anansi neyin nesi kimin fesi diye soranlara hemen kısa bir özet geçelim öncelikle. Kendisi Afrika’nın halk hikayelerinden gelme bir kişilik. Çoğunlukla bir örümcek formunda tanıdığımız Anansi, aynı zamanda Karayip kültüründe de yer almakta. İsminin birçok telaffuz ve yazılış şekli mevcut; Güney Amerika’nın yerel kültüründe kendisine Aunt Nancy (Nancy Teyze gibi bir çevirisi oluyor Türkçe’ye) denmekte mesela.
Anansi denildiğinde bu halk hikayelerinde akla ilk gelen olgu, didaktik hikayelerin (öğretici, bilgi veren) ruhu olmasıdır. Günümüzde Gana olarak bilinen toprakların Ashanti diye tabir edilen eski yerel insanlarından geliyor Anansi hikayeleri aslında. Zaten bu yerli toplumlar sayesinde “Ananse” olarak konulan isminin anlamı da “örümcek” kelimesine karşılık gelmekte: Yani, şeklini aldığı hayvanın bizzat hitap şekli.
Anansi direnişin ve hayatta kalmanın bir simgesi aynı zamanda. Kurnazlığı ve hileleriyle olayları lehine çevirmekte de üstüne yok. Kölelerin hayatında da simgelediği olgular bakımından önemli bir yere sahip; onları taktik ve direniş konularında cesaretlendirmekte. Birçok Afrika toplumu kendi benliklerinde kapana kısılmalarına rağmen, Anansi hikayeleri sayesinde tutunacak bir umut ve geçmişleriyle barışık olmalarına makul sebepler bulabildiler. Bir bakıma bu halk hikayesi ilahisi, onlara umut oldu.
Bölümün girişinde de gördüğümüz bir gemi dolusu siyahi adamın çaresiz bakışlarını izliyoruz. İçlerinden birinin ise Anansi’ye yakarışlarına şahit olduktan sonra bizzat örümcek olarak, sonrasında ise yetişkin bir insan formunda Anansi görmemiz mümkün oluyor. Burada Anansi’nin yaptığı konuşma, aslında kimliğine ve de amacına en büyük kanıt sanırsam. Zira yukarıda belirttiğim tüm özet bilginin temelini bu sahneden alabiliyoruz. Sonuç olarak da siyahi insanların gördükleri muamele sonrası, onlara bir çeşit destek olmak için varlığını gördüğümüz Anansi’nin de Amerika’ya ayak basış hikayesi böyle gerçekleşiyor.
Sit-Com Yıldızı Maskesiyle: Medya
Bölüm içerisinde Shadow’un markette olduğu sahneleri hatırlıyor musunuz: Hani onlarca televizyonda gördüğü, o siyah-beyaz şovun yıldızı olan kadınla konuştuğu kısımlar? İşte bu sekanslar bizim bu bölümümüzün Yeni Tanrılar’ın sahneye çıktığı yegane yerlerden biri. Birinci bölümde VR teknolojisinin tillahı gibiymiş gibi koltukları kabarık şekilde oturan Technical Boy’un temsil ettiği teknoloji yerine bu sefer insanları yozlaşmaya iten diğer Yeni Tanrılar kadrosu üyesi Medya yer alıyordu.
Yalnız tam burada, bu saniyede övmezsem rahat etmeyeceğim: Ele alınan teknoloji ve medya unsurlarının, insanları yozlaşmaya iten ögelerin tanrısal bünyelere aktarılıp bunları inanılmaz bir mitolojisi ile harmanlayan Neil Gaiman’ın önünde sahiden de eğiliyorum. Zira kuru kuru “bu teknoloji, şu medya, toplumlara zararları daha fazla bıkbık” diye anlatılmamış bunlar; bölümleri izlerken atmosfere girebiliyorsanız demek istediğimi çok rahat anlayacaksınız.
Amerika’nın 1940’lı yıllarında popüler olmuş olan Lucille Ball isimli bir komedyenin sit-comunu taklit ederek bölümümüze giriş yapıyor Medya. Ne kadar da sinsi ama etkili değil mi? Siyah-beyaz bir görüntüyle konuşmaya başlayan kadın, Shadow’a yanında yer alması için birtakım sözlerde bulunuyor. Onu manipüle ederek tarafına çekmek ve de Wednesday’in vaat ettiği her şeyi iki katına katlama vaadinde bulunuyor. Eğer Wednesday onu yanında istiyorsa elbette ki önemli biridir diye düşünüyor bir de. Bir bakıma haklı da sanki?
Tabii bu korkutucu ve birçok televizyonda yankılanan Lucille Ball çakması Medya’nın sesi, sonunda son buluyor elbette. Yine de her türlü medya sistemiyle Shadow’a ulaşabilecek olan Medya’nın, en az diğer denkleri kadar güçlü ve etkili olduğu gerçeğini de çöpe atmamak lazım. Bir de gerçek Amerikan sit-comu olan I Love Lucy‘deki Lucille Ball’un sahip olduğu kızıl saç detayını da atlamamaları çok güzel bir ayrıntı olmuş, onu da söylemek istedim. Aktrisin gerçek saç rengi kumral olsa da, şov için kullanılan kızıl rengin detayı yakalanmış, güzel olmuş.