Kaderimiz Plastik Mankenlerin Elinde
Kayadaki Ev’de, Jinn’in verdiği madeni paralarla Bay Wednesday’in, Czernebog’un ve Shadow’un birer kehanet için kullandıkları aleti hatırlıyorsunuzdur. Hani içinde cansız bir manken olan ve para attığınızda size tamamen gelişigüzel bir kehanette bulunan şu gavurların meşhur eğlence mekanizması.
Bay Wednesday’in “Norn’lara danışmamız lazım, vallahi bırakmam.” şeklindeki ısrarıyla bu kehanet cihazını kullanıyor bizimkiler ve Shadow’un da o malum falını görüyoruz hep beraber:
“Her son yeni bir başlangıçtır.
Şanslı numaran yok.
Şanslı rengin ölü.
Düstur: Babasının oğlu.”
Tabii ki de bu noktada hiçbir anlam ifade etmiyor bu sözler. Çünkü bu bir fal; yani geleceğe dair varsayım. Ancak bunca tanrı ve ilahi varlık arasında gerçekten de Anansi’nin dediği gibi “plastik bir bebek”ten aldıkları ufak bir kartın sadece gırgır amaçlı olmadığının farkındasınızdır diye düşünüyoruz. Shadow’la kafa bulan Anansi’nin aksine, gelin size bu Norn’lar neymiş anlatalım.
Norn’lar İskandinav mitolojisinde yer alan üç disirdir. Bunlar Urd (geçmiş), Verdandi (şimdi) ve Skuld (gelecek) olarak isimlendirilirler ve Yunan mitolojisindeki Mire’ler -diğer bir adıyla Kader’ler (Fate’ler)- ile aynı görevi paylaşmaktadırlar. Yaşayan varlıkların kaderlerine müdahale edebilme ve bu kaderleri düzenleme güçleri vardır. Varyasyonlarıyla yer aldıkları her mitolojide, en güçlü tanrıdan bile daha mühim bir noktadadırlar. Çünkü var olan ve yaşayan her şeyi yargılama hakları vardır ve ilahi adaletin sağlayıcısı olarak da bilinirler. Özellikle de Norn’lar, her gün Yggdrasill’i sulamak zorunda oldukları için, bir bakıma hayatın devamı için de vazgeçilmez birer etkendirler.
Atlıkarıncaya Bir Tur Binsek Mi?
Şimdi de gelelim Kayadaki Ev’de gerçekleşen en mühim sahnelerden birine: Atlıkarınca sekansı. Burası, Bay Wednesday’in de ima ettiği üzere, sihrin gerçekleştiği yer tam anlamıyla.
Kitapta bu kısım, Bay Wednesday, Shadow ve Czernebog birlikteliğinde ilerlese de dizide buna birebir sadık kalmamışlar. Bir sorun olduğundan değil; zaten değiştirilen şeylerden bu zamana kadar memnunduk, hala da memnunuz. Czernebog ile Bilquis’nin yer değiştirmiş olması da hiçbir sıkıntı yaratmadı; aksine “adapte olamazsan yok olmaya mahkumsun” mesajını vurgulamak için çok güzel bir fırsat yaratılmış oldu. Çünkü hatırlarsınız ki Bilquis, Yeni Tanrılar’ın yöntemleriyle de gücüne güç katmaya devam eden bir tanrıçaydı önceki sezonda ve davet edilmediği halde Eski Tanrılar’ın Kayadaki Ev’deki buluşmasına katılmıştı bu bölümde. Sheba isimli Tinder-vari bir uygulamayla tekrardan güç kazanabilen Bilquis, o bölümdeki sözleri ile tam da bu mesajı vermişti. Odin’in (Bay Wednesday) topladığı tanrılar kurulu sırasında da bunu dile getirmişti zaten.
Atlıkarınca, burada sihrin gerçekleştirilmesi adına kullanılan bir araç aslında; ve elbette, her bir ilahi figürün sembolik hayvanlarını vurgulamanın en şahane yöntemi. Bay Wednesday bir kurda, Anansi bir aslana ve Shadow da bir kartala binerek bu atlıkarınca eğlencesinde kendilerini kaybediyorlar. (Tabii bu sırada kitaptaki Czernebog’un bindiği zırhlı at adam yerine Bilquis’in yer aldığını tekrar hatırlatayım.) Odin’in meşhur Geri ve Freki isimli kurtlarına ithafen bir kurda, Anansi ise Afrika halk hikayelerinde yer alan “Anansi ve Aslan” (Anansi, Aslan’ı normalde yapmayacağı bir şey yapmaya ikna ederek sinsi bir şekilde onu tuzağına düşürür ve bir ağaca bağlayıp kaçar) isimli öyküye gönderme olarak bir aslana biniyor. Shadow da yerli Amerikan kabilelerinin bir sembolü olan kartala binerek, bir ilah olup olmadığına dair soru işaretlerine gönderme yapıyor diyebiliriz.
Salonda Odin Var Hoca!
Atlıkarınca sekansında her birinin kafası bir milyon olduktan sonra rüya gördüğünü zanneden Shadow’un uyandığı yerden bahsedelim biraz da: Odin’in zihni. Rüya gördüğünü zanneden, ancak Bilquis’in açıklamalarıyla aslında Odin’in kafasının içinde olduklarını öğrenen Shadow, Valaskjálf isimli mekana doğru yürüyor. Burası Odin’in sayısız salonlarından biri. İçerisinde Hlidskjalf (Odin çarpsın ki random gülmedim arkadaşlar) isminde bir taht yer alır ve Odin bu tahttan tüm diyarları gözlemleyebilir. Bu tahtta ise Odin dışında yalnızca karısı Frigg’in oturma izni vardır.
Valaskjálf‘tayken Shadow, bütün tanrı ve tanrıçaları kendi formlarında görür. Hepsi, neyin ilahı olduğuna göre kostüm giymiş gibi parıl parıl parlamaktadırlar kurul odasında. Burada Zorya Vechernyaya’nın diğer kardeşlerinin de kafalarını omuzlarında taşıdığı tuhaf bir duruşun yanı sıra, Hindu’ların zaman, yaratma, yok etme ve güç tanrıçası olan Mama-Ji (Kali) de savaş ilahı olarak yer alıyor.
Son Not – “Tanrı Öldü”
Bölümün en son sahnesinde Zorya Vechernyaya’yı vuran kurşunların üzerinde yazanlara hiç dikkat ettiniz mi acaba? “Deus mortuorum” kelimelerinin yer aldığı kurşunlar, bizzat tanrıları, alınlarının çatından patlatabilmek için özel olarak üretilmiş gibiler adeta. Hatta öyle ki, önceki sezonda Vulcan’ın Virginia’da ürettiği kurşunları anımsattı bu sahne.
Bu Latince sözün anlamı ise “God is dead”, yani Türkçe çevirisi ile “Tanrı öldü”. Bu söz eğer size Nietzsche’den tanıdık geldiyse tebrikler, doğru yoldasınız! Zira Nietzsche’nin müthiş derecede popüler olmasına rağmen defalarca yanlış anlaşılan bu lafı, aslında ilk anlamıyla sahiden de bir tanrının ölümünden bahsetmez. Bu ölüm, insanların yüreklerindeki tanrının, daha doğrusu tanrı inancının ölmesidir. Tanrı, insanoğlu için etik düzeni sağlayan en büyük varlık olduğundan Nietzsche bu lafıyla, modern dünyadaki insanların, gelişen teknoloji ve bilim ile birlikte varoluşsal değerleri bir bir öldürdüğünü kastetmektedir. Ona göre Tanrı denilen kavram, insanların kendi kendini aşabilmesine, otantik bir başarı kazanmasına engeldir ve varoluşçu düşüncede üst insanın oluşmasının önüne taş koyar.
Zorya Vechernyaya’yı vuran “deus mortuorum” sözcüklerinin yazılı olduğu kurşun da, Yeni Tanrılar ile Eski Tanrılar arasındaki savaşın çok önemli bir ögesidir. Yeni Tanrılar, bu kurşun ile “eski değerler bitti artık; devir, yeniliğin devridir” mesajı vererek kendilerini güçlü kılmayı hedeflerler.