Anne With An E isimli diziden, bayağı da bir duygusallaşarak bahsettiğimiz bir yazı dizisinin üçüncü yazısındayız. Tam bu noktada bir şey diyeyim mi geekler? Okurlar olarak beni mutlu ediyorsunuz. Çünkü ben Anne’den bahsetmeyi istemedim; çevremde izleyen de yoktu açıkçası, o yüzden tereddütte kalmıştım. Ama sonra gördüm ki Anne, sizlerin de kalbine dokunmuş! Hazır dizinin üçüncü sezonu da bu günlerde yayınlanmaya başlamışken, kafada öyle çok kurmadan, icraata yönelmek gerekiyormuş diyor ve artık yazıya giriş yapıyorum.
Dizinin, insanın dünyada ait hissedeceği bir yer arayışını kendine konu edindiğini; bu konuyu anlatmakta da başarılı olduğunu düşünüyorum. Bu aynı zamanda başrolünü ekseriyetle çocukların oluşturduğu bir dizi için, hiç de çocuksu olmayan, ağır bir tema bence. İyi karakter yazımı ve çocuk bakışını iyi yakalayabilmenin yanında böyle bir temayı, dünyada kendine ait bir yer bulmakta en çok zorlanan yaşlılar ve çocuklar üzerinden işlemelerini takdire şayan buluyorum. Kendisi de ait olduğu bir yer bulmakta zorlanan biri olarak, bu konu üzerine sıklıkla düşünürüm. Yine böyle zamanlardan birine rast geldik, dizi hakkındaki bu yazımız da üzerine tuz biber olsun.
Kendine Ait Bir Yer
İzlemeyenler için bir özet olsun diyerek söze giriyorum. Anne isimli yetim bir kızın, hiç evlenmemiş ve çocukları olmayan iki yaşlı kardeş tarafından evlat edinilmesinin ardından gelişen maceralar, dizinin ana konusunu oluşturuyor.
Geçim kaynağı çiftçilik olan Cuthbert kardeşler, artık yaşlandıkları için evin işlerine yardımcı olacak genç bir erkek çocuğu evlat edinmek istiyorlar. Ancak bir karışıklık oluyor ve genç, kuvvetli bir erkek çocuğu değil; Anne’i karşılarında buluyorlar.
Küçük ve muhafazakâr bir bölgede yaşamakta olan ve on dokuzuncu yüzyılın düşünce yapısını yansıtacak biçimde yaşayan kardeşlerden özellikle abla Marilla; bir kız çocuğunun işlerine yaramayacağını, aksine başlarına iş açacağını düşündüğü için Anne’i geri göndermek istiyor. Küçük kardeşi Matthew’in olumlu tutumu ve Anne’in ısrarları üzerine, en azından küçük kıza bir deneme süresi tanımaya karar veriyorlar.
Ancak Marilla’nın bir aile yadigârı kaybolunca, kabak Anne’in başında patlıyor ve onu hırsızlıkla suçlayıp geri yolluyorlar. Anne, yetimhaneye geri dönmek istemediği için kaçıyor, bir tren istasyonunda insanlara birkaç kuruş karşılığında şiir okuyarak geçinebileceğine kendi kendini ikna ediyor. Birkaç gün sonra kayıp olan eşya bulunduğunda, kardeşler yaptıkları hatayı anlatıp Anne’i aramaya gidiyorlar.
Netice olarak Matthew, Anne’i buluyor ve bu sefer kesin olarak birlikte yaşamaya başlıyorlar. Tabii Anne’in maceraları son bulmuş olmuyor. Anne’in, dışarıdan gelenlere karşı epey dışlayıcı bir tutum izleyen bu yeni kasabada kendisine bir yer açması ve o yeri kabul ettirmesi için daha önünde çok yolu var.
Bu kısa özetten yola çıkarak dizinin önümüze attığı çok fazla yetişkin meselesi var: Katil her zaman uşak çıkar misali, yetim çocukların nankör ve hırsız oldukları yönündeki ön kabullere maruz kalmaları yahut bir yerde bir topluluk varsa bir onların, bir de onlardan olmayan dışlananların olması gibi. Ama bugünkü konumuz daha çok şu mesele; dünyada sadece ihtiyarlara değil, çocuklara da yer yok.
İhtiyarlara ve Kız Çocuklarına Yer Yok
Dizide olayların geçtiği zaman ve coğrafya ile ilgili özel bir bilgim yok ancak temel olarak açlık, kıtlık veya zorunlu göçler gibi çok az kaynağın, olabildiğince fazla kişiye dağıtılması gerektiği durumlarda toplumların neler yapma eğilimde olduklarıyla ilgili var.
Birçok kez farklı yerlerde sizin karşınıza da çıkmıştır, o yüzden az çok aşinasınızdır: Düşmekte olan bir balonda yahut batmakta olan bir botta olsanız, irtifa kaybetmemek veya suya gömülmeyi geciktirmek için ne yapardınız? İlk cevabınız herhalde fazlalıklardan kurtulmak olurdu değil mi?
Toplumlar için de her zaman cevap bu olmuş, önce fazlalıklar atılmış. Buradaki fazlalık, içi kum dolu çuvallar veya kıyafetlerin taşındığı bavullar değil tabii; iş gücüne ve üretime doğrudan katkısı olmayan bir grup insan. Bu grubun başında, ihtiyarlar geliyor.
Modern toplumlarda kısmen de olsa böyle değil diyebiliriz ama öncesi için, yaşlıların toplumdaki tek görevi yeni nesillere geleneği aktarmak ve tecrübelerini paylaşmak olmuştur. Çünkü bunun dışındaki faaliyetlere fiziksel durumlarından ötürü katılamazlar, mesela avlanamazlar, savaşamazlar, üreyemezler; ayrıca hızlı bir şekilde bir yeri terk etmek gerekirse topluma yük olmaya da başlarlar. Geride birilerini bırakmak gerektiğinde ilk tercih, yaşlılar olur.
Anne With An E’nin, geçimini iş gücüne bağlı olarak yani hizmetten ziyade üretime dayalı bir ekonomiyle sağlayan bir çağ toplumunun hikâyesini anlatmak için tercih ettiği Cuthbert kardeşler, bu durumun bir özeti gibi. Artık üreme şansı kalmamış ve yaş gereği üretemeyen bu iki kardeşin, geleneği devam ettirecek veya tecrübelerini yeni nesillere aktaracak bir evlatları da yok. Hâliyle toplumda, Cuthbertler’e yer yok.
İhtiyarlardan sonra kim gelir? Çocuklar, özellikle de kız çocukları… Çünkü yine benzer bir akıl yürütme ile onlar da üretemez, savaşamaz ve üreyemezler. Erkek çocuklar bu açıdan biraz daha şanslıdır çünkü fiziksel güç ve kuvvetlerini o zamanın şartları ile yorumlarsak kız çocuklarına göre daha hızlı kazanırlar. Boğazdan kısmak gerektiğinde ilk tercih, kız çocuklarının boğazı olur.
Dizimizin başkahramanı Anne, kadınların iş-güç sahibi olamadığı, eğitim almalarının hâlâ geleneklere aykırı görüldüğü ve ancak bir çocuk doğurduklarında toplum için bir anlam ifade edebildikleri bir çağda, geride bırakılan kız çocuklarından biri. Yetimhaneden kurtulabilmek için ona uygun görülen işler çamaşır yıkamak, çocuk bakıcılığı yapmak ve hanım hanımcık davranmakla sınırlı. Anne’i bu işleri yaptırmak için yanlarına alan ailelerin kız çocukları hanım hanımcık büyüyüp çamaşır yıkayabilecek yaşa geldiklerinde ne oluyor? Anne, doğruca yetimhaneye geri gönderiliyor.
Dizide, çoklukla birkaç yüzyıl öncesinde kalmış bu meseleler, bir çocuğun hayal gücü filtresinden geçirilerek günümüze uzanan bir köprüye dönüştürülmüş. Başlangıçta Anne’i erkek olmadığı için istemeyen Marilla daha sonrasında Anne sayesinde toplumun devamı için yeniden bir göreve sahip olabileceğini anlıyor. Anne sayesinde gençliğini hatırlıyor, Anne’e tecrübelerini aktarıyor ve daha önce sahip olmadığı bir yönünü keşfediyor. Anne’i kızı olarak kabul ettiği dakikadan itibaren, elli yıldan uzun süredir içindeki bazı arzuları, istekleri ve heyecanı bastıran bu kadının değiştiğini görüyoruz. Bir anlamda, gençleşiyor.
Mathew için de benzerleri geçerli. Onu ilk gördüğümüzde ömrünün yarısını geçeli bir yirmi yıl olmuş, çekingen, ölüm kalım meselesi olmadığı sürece sorumluluk almaktan kaçan biriyle karşılaşıyoruz. İnsanlarla sadece konuşması gerektiği zaman konuşuyor, kalabalık içinde kalmaktan ve huzursuzluk yaratmaktan korkuyor. Sanki “Ben yaşayacağımı yaşadım, artık bir ayağım çukurda” diyerek hayat tarafından geride bırakılmayı bekliyor.
Anne hayatına girdiğinde ise o da toplumda yeniden bir yer ediniyor kendisine. Anne ile konuşurken, bütün o çekingenliğinin ve sakin duruşunun ardında; sanki kafasının içinde yakasını paçasını çözüp çıplak ayak denize doğru koşmayı planlıyormuş gibi bakan gözlerini fark ediyoruz. Bir anlamda, çocuklaşıyor.
Anne ise çocukluğunun bakışıyla o devirden günümüze uzanan köprünün ilk taşını koyuyor. Kendisine biçilen rolleri reddediyor, hanım hanımcık durmasını ve bir köşede oturup sevimli gözükmesini isteyenleri unutuyor; okuyor, yazıyor, merak ediyor, soruyor ve öğreniyor. Kendisine uygun görülen işleri bir kenara itiyor, sadece çamaşır yıkayıp evlenmeyeceğim, sadece bir anne veya bir eş olarak toplumda yer edinmeyeceğim diyor; insanlara şiir okuyarak para kazanacağım, bir yazar veya bir öğretmen olacağım diyor.
Günümüze uzanmak kısmına gelince, şimdiki zamanlarda çok mu farklı gelişiyor bu ait olmak yahut fazlalık olarak düşünülmek derseniz… Emekli olmuş, iş gücünden çekilmiş, çocuklarını da artık eşek kadar bireyler olarak yetiştirmiş büyüklerimize bir soralım mı? Onları toplumda hâlâ sadece torun sevmek ve çocuklarımıza ailelerimizin geleneklerinden bahsetmek gibi eylemlerden sorumlu tutmuyor muyuz?
Anne’in yaşı ve dünyaya bakışı, tıpkı bizim gibi bu yaşlı kardeşlerden farklı ama ait olabilmek ekseninde kendisi –tıpkı bizim gibi- o kadar da farklı değil. Dünyada artık yeri olmayan bu ihtiyarlar, dünyada kendine yer arayan bu çocuğa ait olabileceği bir ev veriyorlar. Ve böylece hepimiz, kendimize ait bir köşe buluyoruz.