Automated Customer Service

Açıkçası bu bölümü kim sezonun en başına koydu bilmiyorum ama bunun büyük bir hata olduğunu söylemem gerekiyor. Teknolojinin başımıza iş açacağı konusunun daha önce milyonlarca farklı şekilde işlenmesini bir kenara bırakırsak, bunun dümdüz ve kıvrak zekâdan uzak halini nasıl kabul edip bir de ilk bölüme koydular inanın bilmiyorum. Fakat gerçekten bölümü izler izlemez dedim ki eğer bütün sezon böyleyse işimiz var. Gerçekten sevdiğim bir dizinin kötü bir bölümü olmasını geçtim hayatımdan aldığı dakikalara bile üzüldüm. Bölümün sonunda, bütün elektronik aletlerden kaçıp, John Wick gibi bir hayat yaşadığı son da olmasa daha çok gömerdim ama şimdilik bu kadar yeter.

Ice

Geçtiğimiz sezonun en beğendiğiniz bölümünü sorsam eminim hepinizin farklı farklı cevapları vardır. Benim için bu bölüm, Love, Death & Robots’a başlamak için saydığım beş nedenden biri olarak gördüğüm Zima Blue bölümüydü. Zima Blue’nun yaratıcılarının, ikinci sezonda ne yapacaklarını çok merak ediyordum ve daha ikinci bölümden o aradığım animasyon tarzına ulaştım. Genel olarak insanların en sevmediği bölümlerden biri olan ve yine sezonun genelindeki bölüm kısalığından nasibi alan Ice bölümünü, ne yalan söyleyeyim ben beğendim ya. Yani tamam böyle ayılıp bayılmadım ama benim hoşuma gitti açıkçası.

Pop Squad

Bu sezonun belki de en iyi bölümlerinden bir tanesi kesinlikle Pop Squad’dı. Zaten sezon, genel olarak size çok bir seçme şansı tanımıyordu. Yine de hem hikâyesi hem animasyon kalitesi hem de yarattığı dünya ile Pop Squad, gerçekten bizi etkilemeyi başardı. Kendisinin ayrıca iki sezondaki en uzun bölüm olduğunu da göz önüne alırsak, bölümün kısalığından yakınmamın haksızlık olacağının farkındayım ama yine de daha uzun olabilirdi ya. Yani gerçekten biz mi şımardık yoksa yapımcılar, dizi süresini daha mı kötü kullandılar ama “Daha uzun olabilirdi” hissi bu bölümde de kendini hissettirdi.

Snow in the Desert

Bu sezonun genelini sanırım Snow in the Desert bölümünden daha iyi özetleyemezdim. Hem karakterleri hem de yarattığı dünya atmosferi ile Snow in the Desert gerçekten çok iyi bir bölüm olmaya adam. Yani şu on sekiz dakikayı bana “İşte yeni dizimize ilk bakış” şeklinde yayınlasalar, bölüm bittiğinde alkış tutar “Devamı ne zaman çıkacak?” derdim. Fakat işte devamının hiçbir zaman çıkmayacağını bildiğim Love, Death & Robots bölümü olunca bölümü izledikten sonra hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Yani gerçekten bir şeyler güzel ama yarım! Valla şu an bir haber gelse Snow in the Desert, Netflix’de kendi dizisine kavuşacak deseler nasıl mutlu olurum anlatamam. Tabii böyle bir şey olmayacak ve biz de harcanan bu potansiyele üzüldüğümüz ile kalacağız.

The Tall Grass

Genel olarak sezondaki nadir korku hikâyelerinden biri olan The Tall Grass ortalama bölümlerden biriydi. Hani bölüm hakkında öyle genel bir kötü eleştirimin olmaması bir yana bölümün hoşuma giden tek yanı, bana biraz Lovecraftvari bir atmosferi hatırlatması. Bölümü ilk gördüğümde aklıma hemen Stephen King ve oğlu Joe Hill’in, In the Tall Grass kitabı gelse de sandığım gibi değilmiş. Aslında uzaylı konseptine biraz daha çalışsalar ve biraz daha gergin bir atmosfer yaratmayı başarsalar gayet iyi bölüm olurmuş ama işte bu bölüm de o fırsatı kaçırmış.

All Through the House

Bütün yazı boyunca sezonun ve bölümlerin kısalığından şikâyet edip size bunu söylemek iki yüzlülük olacak biliyorum ama All Through the House, bu sezonun en iyi bölümüydü. Hem çok basit ama zekice bir fikir ortaya atan hem de bölümün sonunda “Ya uslu olmasaydık ne olurdu?” sorusunu sorarak, geri hikâyenin geri kalanını, izleyenlerin hayal dünyasına bırakması beni tatmin etti. Kısa ve öz bir bölümdü ya, daha ne olsun.

Life Hutch

Geçen sezon ile bu sezonun ortak bir yanı varsa o da en kötü bölümlerin, ünlü aktörlerin oynadığı bölümler olması. Yani son yıllardaki en sevdiğim aktörlerden biri olan Michael B. Jordan’ı, böyle bir hikâyede harcamaları gerçekten çok üzüyor beni. Artık bölümün tüm bütçesi Michael B. Jordan’a gittiğinden iyi bir yazar mı tutamışlar nedir, dünyanın en sıradan bilimkurgu öyküsüyle çıkmışlar karşımıza. Bu bahsettiğim, makinaların delirerek insanlara saldırma hikâyesi o kadar sıradan ki aynı sezon içerisinde hem ilk bölümde hem de bu bölümde olmak üzere iki kere kullanmışlar. Ama kimse de çıkıp dememiş ki biz ne yapıyoruz? Öylece çıkarmışlar bölümü…

The Drowned Giant

The Drowned Giant bölümünü beğenmediğimi söylersem yalan söylemiş olurum. Aynı yazıda birkaç kere tekrarladığım gibi bu bölümün de yarattığı dünya ile bana düşündürttüğü öğeleri çok sevdim. Bu sefer hikâyenin bir yere bağlanmamasından da oldukça memnunum. Fakat sanırım bu bölüm de biraz sezonun son bölümü olmasının bedelini ödedi ve sezonun genel vasatlığının günah keçisi oluyor gözümüzde. Bilemiyorum, belki ortalarda bir yerlerde izleseydim daha da sevebilirdim bölümü.

Love, Death & Robots’un ikinci sezonundan genel olarak bizim söyleyeceğimiz şeyler bunlar. Siz nasıl buldunuz sevgili geekler sezonu? Yorumlara yazın konuşalım.

1 2
Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.