İnsanoğlu, “Toprağın var ama neye yarar, suyun yoksa” diyerek toprağın ardından suyun peşine düşmüş. Biz de öyle yaptık, toprak hakkındaki şu yazımızdan sonra, suyu konuşalım dedik. Toplumlar her zaman suya yakın olan topraklara kıymet vermiş, o toprakların etrafında yerleşmiş, evini barkını, bağını bahçesini, ahırını çiftliğini kurmuş. Bu yüzden de insanlık tarihi için önemli dört elementten biri su olmuş.
Empedokles’in dört elementi, Hacı Bektaşi Veli’nin anasır-ı erbaası diye bilinen dört elementten biri olan su, çeşitli bilimler tarafından H₂O olarak tanımlanan iki hidrojen ve bir oksijenden oluşuyor. Su, hepinizin bildiği gibi yeryüzündeki canlıların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için hayati öneme sahip bir madde. Madde olarak suyun rengi, tadı ve kokusu yok. Maddenin üç hâli denilen katı, sıvı ve gaz hallerinde bulunuyor, yeryüzünün yaklaşık üçte ikisini kaplıyor. Ancak su, bizim için bunlardan çok daha fazlasını ifade ediyor.
Bugün Ne Yaratsam?
Çoğu kültür için su, yaratılışın başlangıcında vardır. Örneğin Türk Yaratılış Destanı’nda yer, ay, gök, güneş hiçbir şey yokken su varmış. Bu suyun üzerinde de Tanrı Kayra Han, namıdiğer Kuday varmış. Yalnızmış ve canı çok sıkılıyormuş. Sonra sudan gelen bir ses ona “yarat” demiş, o da yaratmaya başlamış. Önce kendi gibi birini, sonra yeri, sonra ötekini-berikini yaratıp durmuş…
Koca kültür içerisinde, koskoca yaratılıştaki elementin yeri böyle bir destanla kalır mı? Kalmamış. Suyla ilgili inanışlar, ritüeller, pratikler oluşmuş. Element gelmiş, bir kült olup çıkmış.
Hey Sen, İnsanoğlu!
Bugün su ile ilgili kalıp davranışlarımızı veya ifadelerimizi düşünsek, bir oturuşta bir sürü sayabiliriz hepimiz. Birkaç tanesini ben vereyim;
Suya tüküremezsin, işeyemezsin. Onu, nehrin kenarındaysan bile israf edemezsin. Doğsan da ölsen de susuz arınamazsın. Onsuz orucunu açmaz, oruca niyet etmezsin. Onun gibi aziz olursun. Onunla ayılırsın, onda şifa bulursun. Onun olmadığı yere yerleşemezsin, tarım yapamazsın, karnını doyuramazsın. Yolunu suyla aydınlatırsın, su gibi gidip gelirsin. Önce küçüğe verirsin, sular seller gibi bilir, ezberlersin.
Gurbette sudan çıkmış balığa dönersin. Kimi zaman suyun ısınır, kimi zaman suyu görünce teyemmümün bozulur. Kimi zaman suya sabuna dokunmazsın, kimi zaman işin suyunu çıkarırsın. Bazen suyuna gidersin, bazen sudan sebeplerle kavga edersin. Bazen paran, bazen yemeğin suyunu çeker. Bazen babanın hayrına bir su verirsin, bazen suya götürüp susuz getirirsin. Gelinine su dağıttırır, gideninin ardından su dökersin.
Suyun üzerine yemin eder, ant içersin. Hıdırellez’de suyun üzerinden atlar, kurşun döktürdüğünde sudan saçı yaparsın. Suyu toprakla bir araya getirirsen hayat, ışıkla bir araya getirirsen baht açıklığı, rüyada görürsen bereket, falda görürsen kısmet olur. Her halükârda suya değer verir, suyun varsa değer görürsün.
Bu İşin Suyu mu Çıkıyor Ne?
Suyun özellikleri, işlevleri, suya dayalı inançlar, inanışlar ve pratikler böyle akar gider. Biz yine de suyunu fazla kaçırmadan son sözlerimizi söyleyelim. Farkında mısınız bilmem ama kamuoyu tarafından farkında olunması gereken pek çok konuda kültür önemli bir referans. Yeter ki bir bakılsın, kenarından köşesinden tutulsun.
Bugün üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede denize giremiyoruz. Çünkü denizlerimiz, çöplükle eş anlamlı olmaya başladı. Barajlarımız kuruyor, yeraltı su kaynaklarımız tükeniyor, içilebilir suyumuz azalıyor. Sırf bizim değil, dünyanın büyük bir kısmının sudan çıkmış balığa dönmesi yakın. Farkında değiliz ama ölüyoruz. Çünkü bilim de kültür de akıl da fikir de “Suyun varsa yaşarsın.” diyor. Böyle bir durumda yaşamak için kültürden de destek alsak ne kaybederiz?
Yazar: Nagihan Çetin