Cyberpunk, Sterling’in mührüyle eser künyelerine yazılacak kadar dişe dokunur, karın doyurur bir alt tür haline geldiğinde haliyle türün ayırt edici özellikleri de kendini göstermeye başladı. Cyberpunk’ın, teknolojinin iyice sanallaşacağı bir kurguda Punk karakterlerin protoganist seçilmesi dışında yine Punk ile ilintili ama bundan ibaret olmayan birtakım özellikleri ön plana çıktı. Bunlardan en kayda değer olanı kesinlikle yaratılan çevre. Cyberpunk eserlerde genelde iki çevreyle karşılaşırız: Birisi tahmin edeceğiniz gibi sanal alem, diğeri ise sanal alemlerin varlığından büyük ölçüde etkilenmiş gerçek dünya. Mevzubahis tür, bilim kurgunun bir dalıyken ve teknolojinin evrimini konu alıyorken yaratılan çevrenin şu anki dünyayla alakasız gözüküyor olmasını hayal etmek kolay. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi bu türün atmosferine kafa yorulurken ilham alınan şeylerden biri Sanayi Devrimi’ydi. Bu yüzden cyberpunk bir çevrenin en önemli özelliği; doruk noktalara ulaştığı günlerin, eserin yazıldığı günlerin üzerine bir anda bırakılmış gibi olmasıdır. Cyberpunk şehirlerde -ki genelde metropoller üzerine yoğunlaşılmıştır- içinden devasa yayın kabloları geçirmek için ortadan yarılan eski binalar, bir Toyota Corolla’yı çizip geçen uçan polis araçları, neon berber tabelalarını gölgede bırakan devasa hologram reklamlar görülebilir.

the-new-port-city-skyline-in-ghost-in-the-shell

İki zamanın ortasında kalmış gibi gözüken bu şehirlerin böyle gözükmesinin başlıca nedeni de baskıcı sistemi dayatan ya da bu sisteme alet olan otoritenin sanal alem dışındaki ona göre eski kalmış alemi umursamaz hale gelmesidir. Aynı Punk neslin savunduğu gibi otoriteler sıradan insanların yaşadıkları sıradan dünyayı sadece iş gücü sağlayacakları zaman muhatap alırlar. Yönetim ile halk arasındaki bu kopukluk da cyberpunk şehirlerde suç oranının, uyuşturucu kullanımının, yolsuzluğun ve çete, mafya gibi yer altı militan örgütlerinin veba gibi yayılmasına sebep olur. Mafyalar tutarlılığı etkileyebilecek güç merkezleri olduklarından ana odak olmadıkları sürece eserlerde pek yer alamasalar da Johnny Mnemonic gibi hikayelerde ikinci faktör olarak etkili kullanıldıkları da olmuştur. Teknolojinin ani atılımı ve onları umursamayışı sıradan halkın zaten kafasını karıştırıyorken bir de yaşadıkları çevrenin böylesine yoz bir hale gelmesiyle toplum, çok doğal bir süreçle vurdumduymaz bir hale gelir ve ilerleyen nesiller için aynı yozluk içinde yaşamak kaçınılmaz bir kısır döngü olur.

Çevrenin ve toplumun grotesk hali bizi cyberpunk türünün bir diğer ayırt edici unsuruna, odak karakterlere getiriyor. Elbette bahsedilen çevre ve toplumdan etkilenen bireyler de grotesk bir yapıya sahip olacaktır. Fakat neticede Punk bireyselci bir kültür olduğundan karakterleri daha yakından irdelemek gerekir: Cyberpunk eserlerde, yazarların odağa aldığı karakterler toplumdan etkilenmekle beraber kendilerini o toplumun dışında tutan karakterlerdir. Çünkü adı üstünde bu karakterler Punk özellikleri taşırlar. Sistemin baskısının farkındadırlar ve bu canlarını sıkan bir bilgidir. Bu sistemin çıkar yollarını ve çıkmazlarını kafalarında bir mesele olarak tutarlar fakat cyberpunk bireylerin toplumdan dışlanmışlığı kendi tercihleri olduklarından hışımla dönüp sistemi alt edeceklerine dair tehditler savuracak kadar mağdur ve dışlanmış hissetmezler. Benmerkezci düşünce yapıları onları akıllarındaki problemi çözmek adına büyük adımlar atmaktan geri tutar. Onların bu adımı atmak zorunda kalacakları bir noktaya gelmesini hikaye sağlayacaktır. Hikayeler bu karakterleri bir şekilde, hakkında bilinçli oldukları sistemle yüz yüze getirir, ancak bu noktada karakterler genel fayda sağlayacak adımlar atmanın cesaretini bulur.

Odak karakterlerin hikaye onları zorlayana kadar sisteme karşı bir eylem gerçekleştirmemesinin bireyselcilikten öte bir diğer sebebi de bu karakterlerin içten içe ya da açık açık sistemin ayakta tuttuğu siber aleme ve getirilerine duydukları hayranlıktır. Yanlış bulduklarını düzeltmeye çalışırken hayran olduklarını yok etmek bir endişe sebebidir. Karakterler zarar vermek istmedikleri teknolojiyle öyle iç içedirler ki cyberpunk eserlerin odak karakterleri genellikle zihnen ya da bedenen teknolojik bir uzva sahiptir, hatta bundan öte bu karakterler sibernetik organizmalar da olabilirler. Bu düşünsel ve fiziki iki yönlülük onları ikilemde bırakır. Bu yüzden zorunda kalmadıkça ya da büyük bir çıkar gözetmedikçe kendi yağlarında kavrulmayı tercih ederler.

4390_5
Eğer artık cyberpunkın doğuşu ve içeriğiyle ilgili fikir sahibiysek, türün bilim kurgunun yakasına takılmış çengelli iğne biçiminde bir rozet oluşunun son safhasına, bir fikrin ya da görselin en kalabalık kitlelere ulaştığı son aşamaya gelelim. Atmosferiyle, karakterleriyle, edebiyat dünyasında yarattığı sansasyonlarla böylesine dikkat çeken bir türü sanatın en gösterişçi dalının, sinemanın keşfetmesi de pek uzun sürmez: Sürecini açıkladığımız gibi cyberpunkın önce bilim kurgu edebiyatının ellerinde hayat bulduğu bir gerçek. Ancak bu türe hayat veren Neuromancer’ın yayınlandığı 1984 yılından iki yıl önce 1982’de Ridley Scott; daha sonra cyberpunk olarak anılacak stile birebir uyan ve hatta nasıl Neuromancer kendini takip eden romanlara ön ayak olduysa, cyberpunkı sinemaya taşıyacak sonraki filmlere yön verecek bir filme imza atar. Bu film bilim kurgu edebiyatının babalarından Philip K. Dick’in Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi? romanından bazı estetik farklılıklar gözetilerek uyarlanan Blade Runner filmidir. Bu estetik farklılıklar kitabı fütüristik bilim kurgu sınırlarında tutarken filme cyberpunk bilim kurgusunun izlerini bırakır. Öyle ki Neuromancer’ın yazarı William Gibson, gördüklerinin kendi yaratmakta olduğu evrene fazlasıyla benzemesiyle şok olup Blade Runner filmini yarıda bırakarak terk ettiğini itiraf eder. Özellikle bu beyandan sonra Blade Runner’ın cyberpunk atmosferini sinema perdesine yansıtan ilk film olduğunu söylersek hata yapmış olmayız.

Bu ilk kurşundan sonra sinema cyberpunkı kendine mal etmek için kollarını sıvar: Paul Verhoeven, cyborg filmlerine yeni bir tat getiren Robocop filmindeki başarısından sonra bir de taze tür cyberpunk üzerinde şansını deneyerek Dick’in bir kısa hikayesinden uyarladığı Total Recall‘a imza atar. Total Recall erken denemelerden biri olmasıyla cyberpunk sineması için değerli bir filmdir ancak sanal ve gerçekliği ayırt etmeyi olanaksızlaştıran bir yazılım fikrinin güzelliğine rağmen filmde ön plana Schwarzenneger ve aksiyon sahnelerinin çıkması, cyberpunktan beklenen derinliğin filmde bulunmaması Total Recall’un iyi bir denemeden öteye gidememesine sebep olur. (Filmin 2013’teki yeniden yapımı cyberpunk atmosferini başarılı yansıtır ancak konusuyla atasının hatasını tekrarlar.) Aynı yılın sonlarına doğru vizyon bulan Hardware de apaçık bir cyberpunk denemesidir fakat sibernetik organizmalar ve bilgisayar programların sığ işlenişi ve sahne/kostüm tasarımlarının tarzından dolayı film daha çok retro-fütüristik bilim kurgu olarak yorumlanır.

o-THE-MATRIX-AND-HINDUISM-facebook
Cyberpunka sinemada kayda değer bir çıta veren eser hiç şaşırtıcı olmayarak Johnny Mnemonic‘tir. Bu eserin cyberpunk türünde başarısının şaşırtıcı olmamasının sebebiyse esere ilham verenin William Gibson’a ait bir kısa hikaye olmasıdır. Önemli bir veriyi kafasının içinde taşıyaması gereken Johnny’nin verinin peşinde olan yer altı organizasyonlarıyla ve beynine zarar veren verinin kendisiyle mücadelesini izlediğimiz Johnny Mnemonic değerli bir sinema örneği olmasa da beirleyici bir cyberpunk örneği kabul edilir. Ardından Iain Softley, Hackers filmiyle cyberpunkın Punk yönünü alabilen ancak öngördüğü üstün teknolojiyi yansıtmayan Hackers filmini izleyiciye sunar. Bu Amerikan yapımlarının ardından dünyanın doğusundan, Japonya’dan Ghost in the Shell; türün yaratıcısı olan milleti utandıracak denli başarılı bir cyberpunk atmoseri çizerek cyberpunk kavramına hak ettiği değeri sinema nezdinde verir. Görünen o ki cyberpunkı dünya sinemasına tanıtacak olanlar Japonlar olacaktır.

Ancak dört yıl sonra Wachowski Kardeşler ellerinde öyle bir şeyle sinema izleyicisinin karşısına çıkar ki o andan sonra cyberpunk türünün flamasını taşıyacaklar yine Amerikalılar olacaktır. Wachowski Kardeşler’in ikinci yönetmenlik denemesi olan ve aynı zamanda yazarlığını yaptıkları The Matrix; siberuzay, baskı sistemi, benmerkez, kanunsuzluk üzerine söyledikleriyle cyberpunkı sadece dikkate değer bir tür değil, döneminin en dikkat çeken türü yapacaktır. Kimi yorumcularca The Matrix, Neuromancer’a kopyalacak kadar öykündüğü eleştirisiyle suçlanır fakat cyberpunk sinemasını hala etkilemekte olan The Matrix’in anlatım dilindeki, görselliğindeki, olay yazarlığındaki başarısını kimse inkar etmez. Böylece The Matrix kendin sonra gelen, hala günümüzde de üretilmeye devam eden cyberpunk eserlerin feneri kabul edilir.

Evet, sandığımdan çok daha uzun bir soluk gerektiren bir Geek Dosya’nın daha noktasını koyuyoruz. Yalnız yazının sonuna bir noktadan ziyade soru işareti koymak niyetindeyim, eğer isterseniz cevabınızı Geekmuhit üzerinden yazabilirsiniz: Elimden geldiği kadar anlaşılır kılarak anlatmaya çalıştığım cyberpunk atmosferinin bir kurgu olmaktan çıkıp yaşanan bir gerçek olmasına çok zaman kaldığını düşünüyor musunuz? Veyahut çoktan o noktaya vardık mı dersiniz?

1 2
Author

Lord olmak için yola çıkan gariban geek kendini bir anda yazar olarak buldu. Geek kültürüyle küçük şakalaşmalarını, sinemayla flörtlerini yazıya dökmek için burada. Muhitte Geek_Lord olarak bulabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.