Araştırmak, zannediyorum ki sevgili okur, senin ve benim ortak zevkimiz. Sen şu an önündeki yazıdan merak ettiklerin hakkında bir şeyler öğrenme peşindesin. Ben bu yazıyı hazırlamak için okuduğum sayfalar arasında hunharca kayboluyordum. İkimiz de bilme isteği denilen tatlı ekşi güdünün emrine amadeyiz. Yaşama sanatının yolunu böyle bilmişiz; mecburen merak dosyamız hep açık, kulaklar ve gözler bilgi izinde pürdikkat, sekmelerin sonunda yeni sekmeler açma derdindeki bünyelerimizle vardık, var olacağız.

Yalnız bu bir meslek tanımı bir yandan da haksız mıyım? Sözü gizemin ve ısrarlı arayışın kahramanları dedektiflere getiriyorum hâliyle. Teklifin kucağıma düşüşüyle deliyi deli mecnunu mecnun anlar diyerek, ruh eşlerimiz dedektifleri dosya konum olarak kaptım. Bu yazı özelindeyse gerek kurgudan gerekse yazarların ilham mürekkeplerini doldurmasına yardım eden öncülerden örneklerle, dedektifliğin inceliklerini sunuyorum sizlere. Onulmaz meraklarımıza yol yöntem gösterirler belki.

Görmeyi Bilmek – Gözlemin Gücü

Öncelikle, ister beyaz ekranda ister sarımtırak sayfalarda olsun, çoğu polisiye kurguda görüş alanımız dedektifin olay yerine dönüktür. Bunun iki amacı barizdir: İlki bizi ekibin parçası yaparak heyecan ayıklığı sağlamak, ikincisi ise bize dedektifin ne kadar zeki ve havalı olduğunu kabul ettirmektir. Çünkü aynı şeyleri gördüğümüz hâlde sonuca onun kadar keskin ulaşamamışızdır. Gözlemin kalite farkıyla sıradan göz, eğitimli göze yenilir. Dedektif nasıl, nerede, neyi görmesi ve görmemesi gerektiğinin bilincindedir.

Joseph Bell

Sherlock Holmes malumunuz, ilahi gözlem yeteneğine sahip dâhimiz. Bilmediğiniz şey Holmes’un ilhamını, kısmen Joseph Bell ve Henry Duncan Littlejohn adlı iki doktora borçlu olması olabilir. İkisi de 1800’lerin sonunda adli tıp bilimine katkı sağlayan İskoç doktorlar ve çalışma biçimleri Sir Arthur Conan Doyle için eşsiz örnekler olagelmiş. Özellikle Josep Bell tanı koymada yakın gözlem çok önemli, yazın bunu bir kenara diyor daha o yıllarda. Ve bunun pratiğini yapmak için de gözüne kestirdiği yabancıların mesleğini ve son dönemde yaptıklarını tahmin etme oyunu oynuyor. Hafiften Moriarty’e de ilham verdiğinden şüpheleniyorum.

Littlejohn’un gözlem gücünü konuşturduğu olaylardan en ünlüsüyse Eugene Chantrelle vakası. Elizabeth Chantrelle adındaki kadının yatak odasındaki kırık borudan gelen gazla zehirlenip öldüğü kaydediliyor 1878’de. Ancak Littlejohn, kurbanın geceliğine bakmakta ısrar ediyor. Giyside afyon izleri tespit etmesi üzerineyse otopsi yaptırıyor ve sonuçta koca, katil olarak yargılanıp idam ediliyor. Farkı yaratan dedektif doktorun gözlerinin ustalığı oluyor. Neticede Orpheus merakı hâkimdir dedektifte, karanlığın içinde saklananı mutlaka belirlemesi gerekir.

Henry Duncan Littlejohn

İki doktorun birlikte katkı sunduğu bir diğer vaka ise literatürde Ardlamont Cinayeti olarak biliniyor. Kısaca zengin bir adamın öğretmenliğini yapan Alfred John Monson ve arkadaşı Edward Scott, Cecil Hambrough adlı malikane sahibiyle çıktıkları avda, onun yanlışlıkla kendini başından vurduğunu bildiriyorlar. Bize bayat bir senaryo gibi gelen durum, incelemeye gelenler tarafından benimsenince olay talihsiz bir kaza olarak kapanıyor önce. Ancak çok geçmeden Hambrough’un ölmeden önce yaptırdığı sigorta parası gündeme geliyor. Dava yeniden açılıyor hâliyle. Gözlemlerini bildiren iki doktorumuz, silahın ateşlenme biçiminin Hambrough’un kendini vurmasına imkân tanımadığını söylüyorlar. Ancak maalesef ister adaletin saptırılması ister akıl tutulması deyin, jüri aksi yönde karar veriyor ve dava faillerin leyhine tekrar düşüyor. Eh, bu senaryolar yabancısı olduğumuz şeyler değil. Ancak doktor dedektiflerimiz ellerinden geleni yapmışlar, biz onlardan razıyız.

Veri Kaydı ve Analiz

Dedektifin gözleri kadar sadık diğer yaveri ise verileridir tabii. Eğer günümüzde metaforik anlamda tanrıları yeniden var etseydik, kurduğumuz modern panteonun içinde baş tanrı veri olurdu. Bir yerlerden veri alıyor, birilerine sağlıyor ve onun tarafından yönlendiriliyoruz. Bu değerli bilgi madeni, dedektifler için de bulunmaz nimet. Verilerin analizi, kulaklarına kıymetli şeyler fısıldıyor.

Henry Littlejohn’dan çok uzaklaşmadan verilerle yaptığı şövalyelikten bahsetmem gerekir. Edinburg’a sağlık memuru olarak atandığında halkın çoğunun yoksulluk ve hastalıktan kıyıma uğradığı zamanlar. İki kolera salgınının art arda yaşanması bir yana tifo, dizanteri ve çiçek hastalığı yerel halk için kronik sayılıyor. Littlejohn bölgenin dört yanındaki yerleşim koşullarını incelemesinin yanı sıra salgınlara dair hem güncel hem geçmişten kalan verileri toparlayarak istatistik çıkartıyor. El emeği göz nuru analizi sayesinde kentsel yenileme başlatılıyor ve zorunlu tuttuğu halk sağlığı önlemleriyle ölüm oranı binde 26’dan 17’ye düşüyor. Özellikle böyle pelerinsiz kahramanlık hikâyelerine bayağı bir coşuyorum ben.

Çoğu kurgu aksiyon içinde ‘eureka’ anına ulaşan bir dedektifin peşine düşürse de bizi, gizem büyük ölçüde masa başı iş ister. Birbirine tutturulmuş bilgi parçalarının üzerinde kıvrak bir zihnin gecesini gündüzüne katıp karıştırması lazım gelir. Bu esnada mantıksal akıl yürütmelerle çok yönlü bir senaryo da oynamalıdır dedektifin zihninde. Her atıldığı varsayılan adım için bir başkası da takip edilerek olasılıklar sıkıca yoklanmalıdır.

Eugene François Vidocq

Sayısız kez hapse girip çıktıktan sonra Fransız polisiyle iş birliği yapmaya karar vererek ilk özel dedektiflik bürosunu açan; Honore de Balzac, Edgar Allan Poe ve Victor Hugo gibi efsanelere ilham kaynağı olan Eugene François Vidocq da veri konusuna eğilenlerden. Mahkûmların suçlarını yineleyebileceklerine dikkat çekerek, haklarında takma adlarından tutun, suçu işleyiş tarzlarına kadar geniş bilgiler içeren kartlar hazırlatmış kendisi. Ve analizleri birçok vakada yararlılık göstermiş. Örneğin bir hırsızlık olayında hasarlı kapıyı inceleyerek bu zararı verebilecek tek bir suçlu olduğunu, onun da zaten hapiste bulunduğunu söyler. Oysa mahkûm sekiz gün önce kaçmıştır. Suçlu tutuklanarak yeniden demir evine konulur. Veri tabanına giden taşları döşeyerek adalete katkısını bol bol sunduğunu söyleyebiliriz Vidocq’un.

Kanıt ve İnsan Sarraflığı

Dedektif hikâyelerinin can damarı sonunda saklıdır. Düğüm sökülmeye gelişmede başlar ancak kesin açıklama hikâyeyi tamamlayıncaya dek eksiktir çözümler. Kurgu sonunda yapılan açıklamayla ölür ya da eskisinden daha canlı hâle gelir. Bu da bizi kanıta getirir.

Kanıt, yani belirsizliği gidermenin nihai yolu. Onlar olmadan dedektif kimseyi yüzde yüz ikna edemez. Ve yalnız takılmayı seven karizmatikler de dâhil, dedektifler kanıtlara ulaşmak uğruna ilişki ağına muhtaçtırlar. Bu elbette insan sarraflığını da kazandırır onlara. Sıradan görünümlü bir sohbet öncesi kim nasıl konuşturulur, kimin üzerine fazla gidilmez, potansiyel katilin gözlerine bakıyor olabilir miyim diye düşündükleri kaç an vardır acaba?

Yine Vidocq başka bir vakada bu sefer karakter analizinden yararlanarak kanıta ulaşır. Kontes Isabelle D’arcy’nin 1822 yılındaki davasında, aldattığı yaşlı kocası tarafından vurularak öldürüldüğü iddiası ikna edicidir. Ancak kontla görüşen Vidocq, kontun kişiliğinin katil olmaya uygun düşmediğinden şüphelenir. Kadını öldüren mermiyi incelemek için bir doktoru gizlice ikna eder. Sonuçta kurşun kontun tabancasıyla uyumlu çıkmaz. Kadının sevgilisinin evindeyse mermiye uygun tabanca bulunuverir. Cinayetin itirafı Vidocq’un doğru izi sürmesi sayesinde koparılmış olur. Kanıtın önemini ortaya seren zıt bir örneği, kanlı Zodiac Katili davasını elinde geçerli bir kanıt olmadığı için kapatamayan Dave Toschi’yle gösterebilirim. Asla bilememenin çıldırtıcılığıyla nasıl başa çıkılır? Biraz da evliya sabrı gerektiren bir meslek diyebiliriz.

Adanmışlık

Öte yandan çabaların hepsi başlıktaki sihirli kelimeye bağlı. Medeniyet, doğru zamanda yapılan yanlış işlere, öngörülemez tesadüflere ve en çok da birtakım adam ve kadınların ısrarla zamanlarını feda etmeyi seçtiği bu kelime üzerine inşa edilmiş. Çünkü meydana getirmek zor arkadaşlar. Genellikle önümüze hazır geldiği için bilimsel gelişmelerin, yazılan romanların, bestelenen eserlerin taslak hâlindeki dağınıklığını görmüyoruz. Oysa duygu ve düşüncelerinle onda kalmak, kendini uğruna feda etmek tanımından gelen adanmayla gerçekleşti çoğu.

İyi bir dedektif olmanın çekirdeğinde de keşiş inadıyla kendini adamak var. Düşününce hiçbir dedektiflik hikâyesi bu takıntılı hâli içermeden lezzetli değildir. Gerçeğin çirkinliğini estetik bir kurguyla veren True Detective birinci sezonda olduğu gibi. İzleyenler bilir, dedektiflerimiz Rust ve Marty ruh sağlıklarını içten içe çürüten bir davanın uğruna hayatlarını harcamışlardı. Yaptıkları sürekli yanmaya devam eden bir ormandan papatyaları kurtarma savaşıydı. Bu inada bindirme işini biz geekler iyi anlarız. Tabii bir de kediler.

İyi bir dedektif olmak için lazım gelen daha pek çok faktör sayarız tabii, bunların arasında pardösü ve pipo da vardır mutlaka. Ancak biz enflasyon canavarına dönüşmeyelim, şimdilik burada duralım. Sizin aklınıza gelenler varsa yorumlara beklerim.

Author

Alternatif evreninde voleybolcu olamayan versiyon. Düşünce satıcısı, hikaye koleksiyoncusu. Ayrıca yanaklı birey. Bence dünyanın hayallere, hayallerin kelimelere ihtiyacı var.

2 Comments

  1. İyi bir dedektif olmak için yoğunlaşmak gerekir gerekirse önce buz olup sonra su olmak sonra buhar olup sonra tekrar yoğunlaşmak ve buz olmak… emeğine sağlık sevgili yazar ✍️ 🙋🏻‍♂️

    • Cansu Özbay Reply

      ”Be like water, my friend.” Teşekkürler yorum için. ^^

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.