“Neden gülüyoruz?” sorusuna, biraz bilimsel biraz da yorumlarla cevaplar aradığım yazılar yazmaya başlayalı, bayağı bir zaman geçti. Neden güldüğümüze ilişkin açıklamalardan sonuncusunu içerecek olan bu yazı, bunlar sebebiyle biraz gecikti. Çünkü ilk olarak, bu serüvene çıkarken çoğu kişini güldüğü birçok şeye benim gibi bazılarımızın neden gülmediğini anlamlandırmam gerekiyordu; ikinci olarak ise az önce belirttiğim bir sürü komik şey, aslında hiç de komik değildi ama benimle birlikte pek çok kişi hep birlikte bunlara gülüyorduk.

2021 yılında Dünya Gezegeni’nde, hasbelkader de Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyorsanız, her geçen günün bilançosundan gülünecek şeyleri, bizzat siz çıkartıyorsunuz. Başka şansınız yok. Bu da beni, bu yazının konusuna getiriyor: Rahatlama.

Çoğu yerde aslen psiko-analiz güldürü kuramı olarak bulacağınız mizahta rahatlamayı ön plana çıkartan düşünce, genel anlamda bilinen isminden de anlaşılabileceği üzere, kişilerin psikolojisini temel alıyor. Diğer iki teori, bir tanesi yine bilişsel bir süreci dikkate alsa da çoğunlukla etkileşime geçtiğimiz insanlardan, içerisinde yetiştiğimiz toplumdan yahut o an beraber bulunduğumuz kişilerden etkilenen bir gülme biçiminden bahsediyorlardı. Temelinde anlamlandırma çabası beynimizde gerçekleşse de çatışma” yahut “uyumsuzlukgibi, ortaya çıktıklarında bizi gülümsetebilen kavramlar mesela tamamen başka canlılarla bir şekilde iletişime geçmekle ilgili. Tüm bir karikatürleştirme buna dayanıyor veya devasa bir adamın ince sesiyle konuşması bizi bu yüzden bebekler gibi güldürüyor. “Beklenildiği gibi davranmayan” canlılar görüyoruz. Başka bir örnekle bir diğer teori, üstünlük teorisi; Platon zamanından beri genel anlamda, bir başkasının zor durumlara düşmesine güldüğümüzü söylüyor. Muza basıp kayan insanlar, bir hendekten kurtarıldığı an diğerine düşen keçiler, bütün bir komik kediler külliyatı… Yine sosyal bir durum kısaca.

Mizahta rahatlama teorisi ise her ne kadar bu diğer iki kuramın geçerliliğini yıkacak bir şey söylemiyor olsa da –çünkü günün sonunda insan, sosyal bir varlıktır– bence bu günümüzü en fazla kapsayan şeye odaklanıyor; tek tek, bireyler olarak psikolojimiz. Bazı şeylere neden bazılarımızın güldüğünü veya gülmediğini, bazı mizah türlerini neden bazılarımızın kaldıramadığını ve bazı şeylerin neden bazı insanlar için asla mizahı yapılmaması gereken şeyler olduklarını açıklayabilecek yegane teori de bence bu.

Descartes gülmeyi, kötü bir şeye karşı kayıtsız kalmak veya korkulan bir şeyin zararsız hâle gelişinden kaynaklanan sevinçle açıklıyor. Rahatlama teorisinin başlangıcını burası saymak güvenli sanırım. Acı verici veya tehlikeli bir durum ortadan kalktığında öyle bir rahatlama yaşıyor ki sinirlerimiz, ister istemez gülüyoruz. Buna sadece komedi filmlerinden değil, korku filmlerinden de bolca örnek bulabiliriz sanki. Descartes’ten sonra konuyu ele alanlar da katkılar yapıyorlar, mesela birisi insanların doğal ve vermek istediği tepkiler kısıtlandığında, engellendiğinde başka yollar arayacağını; bu yolların başında da ironi, taşlama, bugünkü tabirle ‘geyiğe vurma’ gibi gülme eylemlerinin geleceğini söylüyor. Bir diğeri çıkıyor, olayı biraz daha biyolojiyle bağlıyor ve gülmeye bağlı kas hareketlerinin başka bir işe yaramadığını belirterek, gülmenin bir sinirsel enerji boşaltımı olabileceğini söylüyor.

Şimdilerde herkesin öğrencisinin tarafını seçtiği, kuramın bilinen isminin kaynağı ve en önemli temsilcisi olan Freud da benzer şekilde, gerginliğe yol açan enerjinin gülme yoluyla dışarı atıldığını söylüyor. Ona göre gülmeye sebep olan üç durum var: Espriler, komik durumlar ve mizah. Espriler, kişinin bastırmak zorunda kaldığı cinsel yahut saldırgan duygularını ifade etmesine olanak sağlıyorlar ve böylece ne kendi içlerinde ne de başkalarıyla çatışmaya zemin hazırlamadan bu hisleri dile getirebiliyorlar. Müstehcen fıkraları, tipleştirmeleri, küçük milliyet şakalarını ve iyi yapılmış ofansif pedofili esprilerini komple buraya alabiliriz. Komik durumların içerisinde daha çok davranışlar yer alıyor. Ayağımızın kayması, düşmemiz gibi birçok sakarlık da bu gruba giriyor.

Benim asıl üzerinde durmak istediğim ve bu yazıya başlığını veren kısım ise, işin mizah kısmı. Freud mizahı, hoş olmayan durumlardan kurtulmak için kullandığımızı söylüyor. Korku, üzüntü, öfke gibi şiddetli ve istemediğimiz duygulara kapıldığımızda, bunları eğlenceli şeylere dönüştürmek bakış açımızı değiştiriyor ve bu duygulardan uzaklaşabiliyoruz. Mizah, pek çok kez duymuş olabileceğiniz gibi etkili bir savunma mekanizması. Herkeste işlemesi gereken, çok sıkıştığında tahliye etmeye olanak veren bir emniyet supabı. Onun sayesinde bizi rahatsız hissettiren duygulara yönelttiğimiz, tüketici enerjimizden tasarruf edebiliyor ve bu enerji tasarrufu sebebiyle büyük bir haz duyuyor, gülüyoruz. Böylece benim gibi, mizahın ne kadar iyi yapılıyor olursa olsun hiçbir şekilde tecavüz esprisi olamayacağını düşünen ve aynı zamanda da kendisini hayvan severliğiyle tanımlayan bir kişinin, mesela After Life’ın ikinci sezonunda geçen kedi tecavüzü esprisine neden güldüğü açıklığa kavuşmuş oluyor. Karakterin üzüntüsünü derinden hissedip, intihar edeceğine duyduğumuz inançla o kadar endişeleniyoruz ki karakter bizi, ilk başta anlam veremediğimiz bir başka cümleye doğru enerjimizi yönlendirmeye itince, bu duygulardan kurtulup rahatlıyoruz.

Günün bilançosunda, ağlanacak hâlimize gülmek istememizin nedeni budur. Belki hassas konularda gülünecek şeyler arayanlara doğru elimizde şikayet dilekçeleri ve kelepçelerle koşmadan önce, mizahta rahatlama teorisini hatırlamamız gerekiyordur. Belki de ağlanacak hâlimize her gün yeni bir sebeple gülmemiz; ağlanacak hâlimizin devamını hatırlattığı için, kutsalına saygısızlık (!) edilen tüm insan toplulukları arasında, bu durumu en çok bizim gibi toplumların bastırmaya çalıştığını görmemiz gerekiyordur. Neticede bütün hâlinde, düdüklü tencereye her geçen gün daha çok benziyoruz. Hâlimizin ağlanacak gibi olduğunun o kadar farkındayız, bunun üzerine bir saniye bile boş kalamadan o kadar çok kafa yoruyoruz ki hâlimiz itten beterken bile en çok gülen toplum, biz çıkıyoruz.  

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.