Bu sezon sonunda hem 12. Doctor’a, hem yoldaşına, hem de serinin başyazarına veda edeceğimiz Doctor Who’nun; veda öncesi son bölümlerini de geride bıraktık. Empress of Mars ve The Eaters of Light bölümlerine dair, ara bölümler olduklarından olacak, kimse büyük beklentiler içinde değildi; sıradan bölümlere okey gibiydik. Fakat sezon finalinin koşu yolunu açacak bölümler de olduklarından, en azından keyifli bölümler olmalarını aynı benim gibi dileyen çoktu. Biri Mars’taki Ice Warriors ve İngiliz askerleri arasındaki gerginliği konu alan, diğeri İskoçya’daki yerli ve Roma askerlerinin gerginliğini ve de iki gruba da gerginlik yaratacak Işık Yiyen’i konu alan bu iki bölüm hiç de keyifli bölümler değillerdi. Buna artık pek şaşırıyor değiliz sanıyorum. Ama bu bölümler sıradan bir seyir zevki sunacak kadar dahi iyi olmayınca, anlarsınız ki, insanın canı epey sıkılıyor. Böyle genel konuşmak yerine bölümlerin üzerinden sırayla bir geçelim.
EMPRESS OF MARS
Yani, hakikaten leş. Şu hayatta kafa yorup da vizyonunundan anlam çıkaramadığım birkaç isimden biridir Mark Gatiss. Bilmeyenleriniz için Sherlock ile ismini cümle aleme duyurmuş, Doctor Who’da ise Cold War, Robot of Sherwood ve Sleep No More gibi kulpu kırık bölümlere yazarlık yapmış isim kendisi. Ayrıca Steven Moffat’ın da can ciğer dostu. Daha öznel bir yorumla ise; hemen her sezon Doctor Who’nun 40 dakikasına el koyup o dakikalar boyunca dizinin sevenlerinin canını sıkmaktan sadistçe zevk alan bir yazar Mark Gatiss.
Kayınçodan (bkz. Moffat) torpilli bu yazar arkadaşımız, onuncu sezon için yazdığı Empress of Mars bölümünde, daha önce Cold War ile başarısız bir dönüş yaptırdığı, Ice Warriors üzerinden kendince feminist bir hikaye anlatmış. Ancak gizli benliğinde, “Yayın aç şişko.” tarzı yorumlar yazan bir ergen irisi taşıyan Gatiss; feminizmin ne olduğunu pek kavrayamadan bu işe kalkışmış. Mesela feminizmin erkeklere boş varlıklar benzetmesi yapmayan bir düşünce olduğunu tam anlamamış ya da feminizmin kadın egemenliğini değil de bütünüyle eşit bir egemenlik anlayışını savunduğunu hiç mi hiç kestirememiş. İşte bu yanlış anlaşılma zincirindendir ki, Empress of Mars bölümünde erkek bireyleri ekseriyetle açgözlülük, hırs, korkaklık gibi özelliklerle; Ice Warrior ırkının kraliçesi Iraxxa’yı ise erkekleri küçümseyen, onları dinlemeyen, kullanan bir kişilikle tanıdık. Bu sayede yeniden feminizm istemli ya da istemsizce bir öcü gibi gösterildi bu diziyi izleyip üzerinde düşünen kimselerin gözünde.
Diğer yandan Iraxxa sıkıcı veya kötü bir karakter değil. Eğer savaşçı kraliçe feminist vurgularla tanıtılmasaydı da onun bu feminizmi yanlış anlamış hali kasıtlı bir durum olsaydı, günün sonunda problemleri gerçek feminist yollarla çözen kişi Bill olsaydı işte o zaman bu bölüm rezalet olmaktan çıkıp, iyi bir bölüm olmaya yaklaşabilirdi. Yalnız tabii bu bile sadakati sayesinde infazdan kurtulan ama kurtulduktan sonra sadakatini saniyesinde kurtarıcısına satan komutanın sahnesini affettiremezdi. Durumun vehametini Doctor’un kendisi de kavramış olacak ki bölümde sadece aman dileyerek, olaylara çok karışmadan ortalıkta dolaştı.
THE EATERS OF LIGHT
Sezonun onuncu bölümünün öyle fikirsel hataları yok. Ama hataları da yok değil. Art niyetsiz olanından başlamak gerekirse, bölüme konu olan Yedinci Lejyon efsanesi Batı Avrupa dışında pek de bilinen ve ilgi çeken bir efsane değil. Bu yüzden bölüm efsaneden tamamen habersiz olan –ki bu çok normal– kesim için biraz sıkıcı başlıyor. Neyse ki dizinin açıklayıcı tavrından dolayı konuyu hızlı kavrıyoruz da meseleye yetişebiliyoruz. Gerçi mesele yine çok da ilgi çekici gelmiyor ya, olsun o kadar.
Yine diziyi çok taşlayamadığımız ama olsun o kadar da diyemediğimiz hatalardan biri, Işık Yiyen denen boyutlar arası uzaylıların görüntüsünden, özelliklerine kadar her detayı. Doctor Who hiçbir zaman görsel efektleriyle coşan bir dizi olmadı hatta modern serinin ilk yarısını çok ucuz efektleri kabullenerek geçirdik. Ama onuncu sezonu itibari ile bu dizi bu kadar ucuz bir görsellikle karşımıza gelecek bir dizi değil, olmamalı. Efektler kotarılmış olsaydı bile, neden adlarının Işık Yiyen olduğunu da çok anlamadığımız bu arkadaşlar ne görünüşleriyle ne de özellikleriyle yaratıcı olmanın yakınından geçemezdi. Çok taşlamamamıza tek sebep ise bölümün uzaylı odaklı değil, insan odaklı olması.
Aslında sanırım asıl sıkıntı da bölümün insan odaklı olmasıyla başlıyor. Bu bölüm oluşturulurken yola yine, insanlar birbirini anlamak için çabalasa ortada sıkıntı kalmaz, mesajı verilmek için çıkılmış. Bu mesaj Doctor Who’da her sezon bir kere gündeme gelse de bundan şikayetçi değilim, hani ihtiyacımız da var bu mesaja. Ancak üzerinden mesaj vermeye çalıştığın ilişki böyle kötü kötü kurulunca mesajın pek de bir değeri kalmıyor. Bir kere, çocukları bugüne kadar yetişkin insanlardan ayrı tutmayan Doctor niyeyse bu bölüm, normalde cesaretine hayran kalacağı, ergen kıza yükleniyor da yükleniyor. Hatta bu yüklenme durumunun üstüne o kadar basılmış ki kanal BBC olmasa sanki Doctor hakaretler yağdıracak kızcağıza. Öteki taraftan Bill ile Roma lejyonu arasındaki diyalog daha akla yatkın ve sempatikti ama duyulan sempati diyalog ile kaldı, karakterlere yansıyamadı. Yani iki tarafa karşı da bir şey hissedecek materyali bulamadan onların vedasını izledik ve en azından kendi adıma o karakterlerin fedakarlığı sırasında yüzümde bir mimik değişikliği, içimde bir üzüntü bile hissetmedim.
İzlediğimiz bu iki bölümün halinden, bölümlerin biraz da battı balık yan gider hissiyatıyla umursanmadan yazıldığını düşünüyorum. Bölümlerde Doctor üzerinde etkili olacak hiçbir şey gerçekleşmemesi de bu geçiştirilme durumunu destekliyor gibi. Ancak ve ancak The Eaters of Light bölümünün sonunda yaşanan Missy ve Doctor diyaloğu şu bomboş bölümlere harcadığımız zamana üzülmememiz için yeterli oluyor. Oyuncuların karşılıklı kimyaları ve performansları bir yana Doctor’un Missy’e güvenip güvenmeme arasındaki gerilimini gördüğümüz o kısacık an iki bölümün kalan her anından çok daha dolu, çok daha heyecanlı, çok daha tatmin edici bir andı.
Missy ve Doctor gerilimini bir sonraki bölümde bir sonraki seviyede izleyeceğiz. Gördüğümüz kadarı ile Doctor, Missy’i test etmek için bir tür acil durum oyunu yaratıyor. Bu fikir tek başına bile Michelle Gomez’in Doctor’u taklit eden bir Missy’i canlandırırken yapacağı oyunculuk şovu sayesinde bizi sabırsızlandırmaya yetiyor ama bu bölümde John Simm’in Master’ını görecek olmamız… Capaldi, Gomez, Simm performansları arasında kendimizi toz taneleri gibi hissetmeye hazır olmalıyız bence.