Neyle başlayalım? Neresinden tutup çekiştirerek incik cincik edelim bölümü? Her şeyi bir anda söylemek, ama aynı zamanda da hepsini saatlerce tartışmak geçmiyor mu sizin de içinizden? Sizi çok iyi anlıyoruz.
Yine tipik İngiliz kökenlere geri dönülmüş, havada uçuşan “oi”ler, “mate”ler olsun gırla gitmiş; iyi edilmiş. Jodie Whittaker çok iyi oynamış, artık kendisine nasıl bir Doktor yazıldıysa onu hakkıyla oynayacak; bu çok kesin. “Karşına çıkan her garip şeye dokunur musun?” sorusuna Graham’ın “Ben dokunmam.” derken Doktor’un atlayıp “Valla ben olsam ben de dokunurdum, pişman da olmazdım ehe mehe.” demesinden de bizi fazlasıyla eğlenceli ve hareketli bir Doktor’un beklediğine eminim. Hazır Graham demişken…
Yol arkadaşlarının Doktor’a katılma motivasyonları çok karmaşık bir durumda şu an benim için. Graham’ın motivasyonu çok sağlam; her daim yardıma hazır biricik karısının anısına artık çok daha cesur işlere atılacak. Ryan’ınki de aynı; dünyada tanıdığı en müthiş ötesi kadın olan büyük annesinin anısına kendini ispatlamaya kararlı. Yasmin’inki ise açıklığa kavuşmazsa büyük faka basış olur. Hepsinin bir araya gelişi için feda edilmesi şart olan hemşire büyükanneye ise bir üzüldük, o konuda yalan yok.
Kulaklarımızın pasını silecek olan jeneriği merak edenleri aranızda seçebiliyor gibiyim; selam. Bir süre önce yapılmış bir açıklamaya göre ilk bölümde jenerik bilerek verilmemiş. Ancak Segun Akinola tarafından bestelenen yeni müziğimizin bir kısmını, 13. Doktor’umuz trenin tepesine gökten çtonk diye düştüğü sırada duyduk aslına bakarsanız. Ki hiç de Murray Gold yok diye üzüldüğümüz kadar perperişan şeyler beklememize gerek olmadığını bağıra çağıra duyurarak geldi bu müzik aslında. Yeni Doktor’un temposuna uygun olacak ritmler var gibi, ne dersiniz? Tabii tamamını duymadan net bir şey demeyelim fakat yine de güzel ha.
O zaman sayısız sorumla devam edeyim tartışmaya. Evet, en klasik adapte olan Doktor bölümlerinden bir farkı yoktu, doğru. Evet; yeni uzaylılar, yeni Doktor, yeni maceralar, yeni yol arkadaşları derken her şeyin ciddi anlamda yenileneceğinden haberdardık. Ama… İşte bunlardan sonra soracağım sorular hep bir “ama”da başlayıp “ama” ile cevaplanıyor tuhaf bir şekilde.
13. Doktor’un kişilik olarak Capaldi’nin portrelediğinden daha uzak olacağı sinyalleri var öncelikle. Hareketli, dinamik tamam ama muzip benliğini yine taşıyor. Gel gelelim o mükemmel Doktor egosu henüz cirit atmıyor ortalıkta. Her şeyi biliyor ama aslında hiçbir şey bilmiyor. Rejenere sürecini hala tam anlamıyla tamamlamadığı için çok normal bir ikilem bu. Ama insan ister istemez Doktor’un doğasına aşina olunca bir sürü çıkmaza girmiş halde buluyor kendini.
Bölümün başından beri milyon defa “Hücrelerim komple yandı, kalanları da kendini adapte ediyor bu bedene.” minvalinde cümlelerle kesin ve kati şekilde değişim sürecinde olduğunu söyledi zaten Doktor. Organlarının ismini unutması, hatta bizzat kendisinin kim olduğunu unutması derken biz Whovianlar için de çok alışıldık anlardı o vakitler. Ancak bilmem fark ettiniz mi: Daha “Ben, Doktor’um” diyemeden evvel onca Doktor-vari iş yapıyor ki, bir yerde durup düşünmek istiyor insan. Dünyadaki malzemelerle Zaman Lordu teknolojisine ait sonik tornavidasını yapabilmesi, TARDIS’inden uzakta olduğunu ve sürekli bu arayışta olmasına rağmen kimliğini zor hatırlaması, henüz kendine gelememiş olsa da Stanza Savaşçısı’nın ve hatta kablolu/dokunaçlı uzaylının nüfus bilgilerine dair her şeyi çok net biliyor olması… Bir yerde hatırlamadığını diğerinde hatırlayınca işler karışıyor, tüm bölüm bu yüzden bir Arap saçı halini alıyor.
Doktor her zaman anlamadığımız ve hiçbir zaman ilk başta göremediğimiz yöntemlerle bize bu laflarımızı yedirmeyi başarmış bir karakter. Çok salakça bir şey yapıyor gibi gözüküp aslında evrenin en önemli işini yapmasına alışığız. Bu onun doğası; ruhunda var sağ gösterip sol vurmak. Ama uzaydan geldiğini, TARDIS’i olduğunu, soniğinin yanında olmadığını, eski bedenindeki bacaklarının daha uzun olduğunu, hatta ve hatta bir saat öncesinde bir İskoç olduğunu falan hatırlayabiliyorken sırf “Ben, Doktor’um” repliğini dramatik bir şekilde verebilmek adına böyle ketelikler hoş olmamış. Ben daha çok bütün bölüm boyunca hatırlayamadığı bu noktayı “Ben, Doktor’um. Aaa işte bu ya, başından beri aradığım şu ‘doktor’ aslında benmişim. Ay görüyor musun işi, ahaha!” şeklinde bir espriye bağlamalarını çok bekledim. Çünkü böylesi, bizim Doktor’un tarzı olurdu. Ama izlediğim bölümde o hava yanlış verilmişti.
Öte yandan Doktor (burada ev arkadaşıma sevgiler, saygılar; onun Doktor’un felsefesine dair uzun konuşmaları dahilinde farkına vardım bu detayın) her daim insan ırkına zarar gelmesin diye sürekli kendini tehlikeye atan bir kişilik değil mi? Ancak anladığım kadarıyla bu bölümde birazcık “Siz de yardım edin hele bana, ben hala bir şey hatırlamıyorum. Ama sonik falan yapıyorum bak. TARDIS’im de tepede bir yerde. Adımı da biliyorum hatta. Ama siz bir el atın, zekamı kullanırım da; lazımsınız bana.” tadı vardı. Yani kısaca, Ryan’ın büyük annesinin ölmesinden sonra kendini kahredip “Yine birilerinin ölümüne sebep oldum, hepsi benim hatam.” diye dövünmedi mesela. O yüzlerce yıldır yaşayan melankolik Zaman Lordu mentalitesine bürünmedi. Önceki maceralarına ithafen “Ailem yok, ama hepsi benim bir parçam.” gibisinden eski yol arkadaşlarını andı ve beş dakika önce cenazesinden ayrıldıkları kadının torunu ve eşine “Hadi beni TARDIS’ime yollayın kardeşler.” diye havaya girdi. Önceki sezonlarda söylenen “Senin yüzünden sayısız insan öldü” lafının tokat gibi çarptığı Doktor’u düşündüm, “Bazılarına engel olamazdım, bu şarttı.” tarzındaki cevabını tarttım; ancak yine de şu gerçeklikten kurtulamadım: O ölenler hep kendini feda etti, Doktor kendini ne kadar parçalasa da elinden bir şey gelmedi. Burada ise kendi işine gidebildiği sürece amacı dışındaki insanlar dert değilmiş gibi mi davrandı? Ya da şöyle diyeyim: “Ben Doktor’um, siz bilmezsiniz, gelmeyin diyorsam gelmeyin.” diyemediği için mi bunların hepsi yaşandı?
Görüyorsunuz ya, her argüman aslında çok küçük bir repliği başından beri o yükseliş noktasına gidebilmek adına söyleyemediği için oluşuyor. Bir replik nelere kadir…
Sorularıma devam edeyim mi? Kokusunun, sezonun devamında çıkacağına adım gibi emin olduğum o serbest kalan rejenere enerjisi parçasına ne diyelim? Zaten o konuyu bir deşesim vardı, hadi gelin tartışalım.
Öncelikle önceki modern seri Doktor’larına göz atalım: Tennant rejenere olduktan sonra tren çarpmışçasına dinlendi. Smith kendi Doktor’unun çocuksu enerjisiyle paralel olan bir hızda hiç durmadan maceraya atladı. Capaldi ise sanki hiç o bildiğimiz “sakın-lazanya-olma-Doktor’u“ değilmişçesine şapşal şapşal dolaşıp çocukça dolaştı, bir süre istirahat etti. Ancak hepsi öyle ya da böyle bir şekilde bu başlangıçlarını mantıklı bir düzene oturttu. Hiç dinlenmeden tam gaz uçan Matt Smith’in Doktor’unda özellikle “çocuksu davranmasına rağmen aslında çok yaşlı ve yorgun” ruhu verildi. Capaldi’de de o ufaklığın bilge birine dönüşmesi gerçekleşti. Whittaker’a gelince ise inanılmaz bir kopukluk yaşadım. Dinlendi mi, dinlenemedi mi, rejenere süresine neler oluyor, daha ne kadar böyle gidecek… Hepsi bir anda kafama üşüştü. Üstelik en büyük sebebi de “kesilmiş sahne varmış hissi”nin tüm bölümdeki baskın etkisiydi.
Evet, bu bölümün en büyük sorunu bu: Sahneler arası kopukluk. Çekim tarzına istinaden bir söz değil bu. Yok. Aksine, bir sahneden diğerine geçerken sanki göstermeleri gereken o süreci göstermiyorlarmış hissinden kaynaklanan bir problem. Tamam, her saniyeyi izlemek zorunda değiliz ama bazen de “Şu yoldan geçerken şöyle oldu, hadi bakalım ne geliyor acaba?” diye beklerken çat diye gidilen adrese varılması garip geldi. TARDIS yok, saniyesinde bir yerden diğerine gitmek mümkün değil. Sonik deseniz çat pat yapıp arıza veriyor falan. Çok bariz bir hissiyat mı bu bilmiyorum ama eğer bölümü bir kez de bu dediğim şekilde izlerseniz muhtemelen anlayacaksınız o kopukluk kısmını. Hiçbir zaman böyle bir “Ne ara oldu lan bu?” hissi yaşamamışlıktan gelen bir kaygı yani.
Hazır hatırlamışken: Sonik diyelim. Sonik tornavida dediğimiz olay beni çok soru işaretiyle bıraktı bu bölümde. Zaman Lordu teknolojisi, dünyadaki alet edavatla bu kadar kolay yapılabiliyor muymuş gerçekten? Bu zamana kadar TARDIS sağlamıyor muydu soniklerini Doktor’a? Hadi tamam Doktor müthiş-mega-mükemmel zeki biri, kabul. Ama bilmem kaç tane kaşık eritip, rastgele girdiği bir mekanda bulduğu öyle böyle şeylerle bir sonik yapabilmek bu kadar kolay mı?
Sorularımı eleştirmek adına değil, aksine eleştirenlere cevap verebilmek için sağlam kaynak bilgisi toplamak adına soruyorum. Bu yüzden cevapları vermekten çekinmeyin lütfen.
Bölümün sonunda her soruma bir kılıf bularak yine Polyannacılık yapmış ve ileriki bölümlerde zaten bunları çok ama çok rahat bir şekilde anlamlandırabileceğimize inanmıştım. Fakat bir yerden sorduğumun diğerini cevaplaması, ama aslında cevap vermesi gerekene cevap vermemesi çok tuhaf bir vaziyette bıraktı. Her şeyin sebebinin, ama her şeyin, o rejenere dönemindeki adapte sürecine bağlasam bile yine bir yerde “AMA YA BU?” sorusu patladı suratıma. Hatta bizzat Doktor’un felsefesinden uzaklaşılacağını düşünerek üzülen ev arkadaşımın hayalleri “Ya her ilk giriş bölümünde böyle oluyor, sonra rayına oturunca yine bizim bildiğimiz Doktor gibi ilerliyor, hatırlasana.” diyerek suya düşmesin diye çok çabaladım. Her soruma bir kılıf bulmaya çabalamam da ondan zaten. Konduramıyorum. İleride anlam kazanacağını umuyor/biliyorum. Ama yine de sormaktan geri duramıyorum.
Şu bilmem-kaç-bin-küsür kelimeye rağmen hala meramımı anlatamamak; anlattıklarımı da yeterince açıklayamamış olmaktan dolayı çok üzgünüm. Ama başından beri dediğim şeyi tekrar söylemek istiyorum: Hala umudum var. Koca bir sezonu ilk bölümden değerlendirip, ona buna cevap bulamadım diye yargılamak haddim değil. Çünkü Doctor Who öyle tek bölümde değerlendirilebilecek bir dizi değil. Bölümün en başında anlam veremediğimiz zibilyon tane olayın son saniyelerde çözüme kavuşarak bize ani yüklemeli aydınlanma şeklinde etki etmesi gibi, ilk bölüm de bütün bir sezonun sonunda aynı şekilde yumuşatacak zihin ve yüreklerimizi. İnanıyorum.
Fazla bağlı, hatta biraz müthiş pozitif ön yargılarla aşık olmama rağmen elimden geldiğince eleştirel bakmaya, olabilirliğini ve argümanlarının tutarlılığını konuşmaya çalıştım sizler için. YouTube kanalımızda gelecek olan değerlendirme videosunda da, benim burada söylemeyi unuttuğum ve muhtemelen sonradan aklıma geleceği için çok pişmanlık yaşayacağım, birçok farklı bakış açısı olacaktır; orayı da kontrol etmeyi unutmayın mutlaka.
Öyleyken böyle, gerisi de lafügüzaf arkadaşlar. Eksik kalmış ama tamamlanmaması teklif dahi edilemeyecek şeyler için biriciğimi bu kadar çabuk uzaklara göndermek istemedim, haliyle her şeyi soru formunda sundum. Cevaplamak isterseniz yorumlar kısmında döktürün derim. Atladığımı düşündüğünüz, haksız veya haklı olduğumu gördüğünüz şeyler için de bir iki kelam edin mesela. Beraber konuşmadan zevki çıkmıyor böyle şeylerin.
Ha bir de, derin bir nefes almayı unutmayın; malum bölüm sonunda süzüldüğümüz uzay boşluğunda çok ihtiyacımız olacak.