Yeniden merhaba dostlarım, Silmarillion Antolojisi serimizin on üçüncü yazısına hoş geldiniz! Bir önceki yazıda Silmarillerden bahsetmiş, dolayısıyla Orta Dünya’nın en önemli karakterlerinden birisi olan Fëanor’a ufak bir giriş yapmıştık. Bugünkü yazıda ise yine aynı çizgiden ilerleyelim diyorum. Fëanor’un sevdiği kadın Nerdanel üzerine birkaç kelam edeceğiz.
Nerdanel hakkında Silmarillion’da pek bir şey bulamadığımız gibi, diğer kitaplarda da onun adı pek geçmiyor aslında. Onun hakkındaki bilgilerimizi çoğunlukla Morgoth’s Ring ve Peoples of Middle-Earth’ten ediniyoruz- Bu yazıda kullandığım iki kaynak da bunlar. Bu yazımda da size anlatabildiğim kadar Nerdanel’den ve onun Fëanor ile olan ilişkisinden bahsedeceğim, biraz da çocuklarına değineceğim. Bu bölümün Antoloji’deki en keyifli bölümlerden birisi olacağını düşünüyorum. Öyleyse Nerdanel hakkındaki bu yolculuğa benimle beraber çıkmak ister misiniz?
Nerdanel’den bahsetmeye önce onun kadar önemli bir elf olan babasından, yani Aulendur ismiyle de bilinen Mahtan’dan başlayabiliriz diye düşünüyorum. Mahtan, Aulë’nin yardımcısı olarak çalışan, maharetli, demirci bir elf. Aynı zamanda Fëanor’a da demirciliği öğreten kişi o, bu yüzden çok değerli birisi olduğunu söylememiz lazım. Fëanor’un Valinor’daki ilk silah ve zırhı üretmesinden dolayı bundan biraz pişmanlık duysa da durum böyle; Fëanor, en iyisinden ders aldı.
Nerdanel de babasından ötürü diğer elf kızlarının pek ilgilenmediği materyallerle küçük yaştan itibaren haşır neşir oluyor: Metal ve taşlar gibi. Başarılı bir heykeltıraş kendisi- Hatta yaptığı heykellerin heykel olduğunu bilmeyenler, anlayamayanlar da oluyor. Onun eserleriyle konuşmaya çalışan elfler yok değil. Sadece Valar’ın veya tanıdıklarının heykellerini de yapmıyor, bazen kendi hayal gücü ile de ürettikleri oluyor.
Babası gibi önemli bir şahsiyetin kızının da adının duyulmasını beklersiniz fakat Nerdanel için işler hiç de öyle değil. Nerdanel, halkı içindeki en güzel kız değil, en göze çarpan da değil. Morgoth’s Ring’de bahsedildiğine göre Noldor’un yaşadığı yerlerden uzaklarda gezinmeyi seven özgür bir ruh. Fëanor ile de bu yolculuklarda tanışıp yol arkadaşı oluyorlar. Tanıştıkları sıralarda Fëanor ile uyumlu olduklarını söyleyebiliriz diye düşünüyorum: Aynı kocası gibi güçlü bir iradeye sahip fakat ondan farklı olarak daha sabırlı bir kişiliği var. Çevresindekilerin dediğini umursamayan, onları dinlemek yerine kalbindeki ateşi dinleyen Fëanor, yalnızca sevdiği kadının tavsiyelerini dinliyor. Nerdanel, öyle biri.
Nerdanel ve Fëanor’dan bahsediyoruz, oğullarından da bahsetmeliyiz diye düşünerek küçük bir giriş yapıyorum. Elf kültüründe kimsenin bir tane ismi olmadığını fark etmişsinizdir. Örneğin Maedhros’un; Nelyafinwë, Maitimo ve Russandol gibi üç farklı isimle de tanıtıldığını hatırlayalım. Elflerde, annelerin verdiği isim genelde öngörülü bir isim oluyor. Fëanor ve Nerdanel’in ikizleri doğduğu zaman da Nerdanel, onların ikisine de aynı ismi uygun görüyor. Kendisi gibi kızıl saçlı olan çocuklarına, saç renklerinden yola çıkarak Ambarussa adını veriyor. Bunun sebebi de hem birbirlerine benzemeleri hem de yaşadıkları süre boyunca hayatlarını birbirlerine benzer devam ettirmeleri.
Fëanor, çocuklardan birinin isminin farklı olması için Nerdanel’e yalvarıyor- Nerdanel de ona garip garip bakarak “Tamam o halde, birinin ismi Umbarto olsun ama hangisi olacağına zaman karar versin.” diyor. Anlayacağınız elf anneleri gerçekten garip, bazen bir Delphi kahini gibi konuşabiliyorlar ve dedikleri de genelde isabetli oluyor. Fëanor, “Umbarto” isminin anlamının “kaderi bağlı” olmasından rahatsız oluyor ve bu adı sonra Ambarto’ya çeviriyor. Böylece çocuğun ismi “Çok övülen” gibi bir anlama kavuşuyor.
Şimdi size J.R.R. Tolkien’in bu ikizler konusunda yazdığı fakat Silmarillion’un elimizdeki halinde yer verilmemiş, belki de en kalp kırıcı ve karanlık detaylardan birinden bahsedeceğim. Çocukların annelerini Silmarillion’da anlatıldığından daha çok sevdiğini ve Fëanor’un da aslında Nerdanel’in zapt edemeyeceği kadar deli birisi olduğunu kanıtlar nitelikte bir hikâye bu. Peoples of Middle Earth’te bahsedildiği şekliyle, ki bu hikâye Silmarillion’un elimizdeki versiyonunda yok, Fëanor’un akraba kıyımı sonrasında yaktığı gemilerden birinde ikizlerden birisi var ve (muhtemelen) Fëanor bunun farkında. Yani, Fëanor bir şekilde oğlunu yakmış oluyor. Bu hikâyeden akraba kıyımında bahsetmek isterdim fakat madem konusu açıldı, anlatalım hemen.
Fëanor, Teleri’nin gemilerini çaldığı zamanlarda çıldırmış bir halde. Gerçekten, özellikle Peoples of Middle Earth’teki Fëanor biraz deli. Bayağı deli. Teleri’nin gemilerini yaktıktan sonraki gece kampa dönüyor, “İşte şimdi aramızdaki hiçbir hain, Fingolfin’e bir tek gemi bile götürmeye cesaret edemez,” gibisinden korkunç bir cümle kuruyor. Yalnız, yaktıkları gemiler boş değil. İçlerinde hala karaya çıkartmadıkları bazı şeyler var. Sadece bazı şeyler değil- Bakın şimdi.
Aynı günün sabahı Fëanor’un yedi oğlundan yalnızca altısının etrafta olduğunu fark ediyorlar. Ambarussa, korkudan bembeyaz olmuş bir halde babasının yanına koşuyor. Kardeşinin nerede olduğunu soruyor, kıyıda onu göremediğini söylüyor. Bu olayın sonucunda Ambarussa’nın ikizinin yanan gemilerden birinde kaldığını, annesi Nerdanel’e dönmeyi niyetlenirken “yanlışlıkla” yandığını öğreniyoruz. Böylece Fëanor, yanan oğluna annesinin verdiği isimlerden birisi olan “Umbarto”nun uyduğunu söylüyor ve böylece bunun doğru bir isimlendirme olduğunu bir kez daha görmüş oluyorlar. Lakin çok karanlık bir detay var burada- Editör Christopher Tolkien’in düşüncesine göre Fëanor’un, oğlunun gemilerden birinde olduğunun farkında olması gibi bir ihtimal de var. Hatta bu konuşmanın sonucunda Ambarussa, babasına “Zalim ve deli birine dönüştün,” diyor. Sonra da kimse Fëanor’a bu konu hakkında konuşmaya cesaret edemiyor.
Nerdanel, kocasının delirdiğinin farkına bu olaylardan önce varıyor aslında. Yine Peoples of Middle Earth’te anlatılana göre Fëanor, Valar’a isyan ettiğinde Nerdanel uzunca bir süre onun aklını başına getirmeye çalışıyor, dil döküyor. Fëanor ise onu dinlemiyor, yoluna devam ediyor. Hatta öyle ki Fëanor’un oğullarını da alıp Valinor’dan çekip gideceği zaman Nerdanel, babasının evinden çıkıp Fëanor’un yanına geliyor ve oğullarından ikisini onun yanında bırakması için ona yalvarıyor. Onun yakarışlarına aldırmayan Fëanor ise şöyle cevap veriyor:
Eğer gerçek bir eş olsaydın bana, Aulë seni kandırmadan önce olduğun gibi, çocuklarının hepsini yanına alırdın çünkü sen de bizimle gelmiş olurdun. Eğer beni yalnız bırakacaksan, tüm çocuklarımızı da yalnız bırakmış olacaksın. Zira onlar, babalarıyla gelmek konusunda epey kararlılar.
Christopher Tolkien, Peoples of Middle Earth
Nerdanel ona kızarak çocuklarının hepsinin gitmemesi gerektiğini söylese de Fëanor, ona uğursuz sözlerini Valar için saklamasını söylüyor. Onlara karşı koyduğunu, gideceğini belirtiyor. Fëanor, böylece çekip gidiyor. Nerdanel ile Fëanor’un son konuşmaları da böyle oluyor.
Nerdanel karakteri hakkında tek başına pek bir bilgi bulmak mümkün değil. Tolkien’in onun hakkında yazdıklarının bile genelde kocası ve çocukları üzerinden olduğunu görebiliyoruz. Bu beni biraz üzüyor, Nerdanel’in kitapta anlatılan diğer elf kadınlarından çok daha farklı bir karakter olduğu çok açık. Yalnızca Fëanor veya yedi oğlu üzerinden değil, tek başına da var olmasını isterdim kendisinin. Buna rağmen Nerdanel’in ve Fëanor’un ilişkisinin, hiç olmazsa Fëanor’un zihniyeti hakkında bize çok değerli bilgiler verdiğini düşünüyorum, o yüzden bence anlatmaya değer.
Siz ne düşünüyorsunuz, dostlarım? Nerdanel’i nasıl bilirdiniz? Yorumlarınızı bekliyorum, koşun, gelin, konuşalım!