Fransa’da bir lastik markasının yayınladığı ufak seçki olarak başlayıp Dünya’nın en büyük restoran ödüllendirme sistemine dönüşen Michelin rehberi, sonunda Türkiye’ye geldi. Bu ödülü en kısa yoldan gastronomi dünyasının Oscar’ı olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’den durak olarak sadece İstanbul seçildi ve buradaki restoranların bir tanesine iki diğerlerine birer tane olmak üzere toplam beşine yıldız verildi. Yıldız almayıp yine de rehbere giren restoranlarla da toplam 53 işletme Michelin tarafından tescillendi.

Biz de hazır konuyla bu kadar meşgulken yeme-içme konusundaki geek’liğimizi tutamadık ve size mutfağın arka yüzünü gösteren, tadına doyulmaz filmlerden bir liste hazırladık.

Burnt

The Company Men’den de bildiğimiz John Wells’in yönettiği filmde; Bradley Cooper, Adam Jones adındaki bir mutfak şefini canlandırıyor. İki Michelin yıldızı olan bu harika şef, hayatının bir noktasında yanlış kararlar verip zihinsel bir yıkıma uğruyor ve neredeyse her şeyini kaybediyor. Kendine bir milyon istiridye kabuğu açmak gibi bir çile görevi edinen şef, çilesini tamamlayınca kafasını toplayıp, üçüncü yıldızı almak için bıraktığı yerden kolları tekrar sıvıyor. Yeni bir ekip, yeni bir mutfak ve yeni yemeklerle gelen yepyeni deneyimler başlıyor.

Filmde de belirtildiği gibi; bir yıldız almak Luke Skywalker, üç yıldız almak Yoda olmak gibi. Biz de film boyunca Adam Jones’un Darth Vader’a dönüşüp dönüşmeyeceğini sorguluyoruz. Onun restoranında yemek yemek, anlatılacak bir hikâyeye sahip olmak anlamına geliyor. Şef, müşterileri doyurmak için yemek yapmıyor, onları orgazma ulaştırmak için yemek yapıyor. Mükemmeliyetin karanlık ve korkutucu yüzünü gördüğümüz bu film, Michelin konseptinin restoran dünyası için ne kadar önem arz ettiğini anlamak için bize fırsat sunuyor. Şef Gordon Ramsey’in danışmanlık yaptığı filmde gördüğümüz tüm tabaklar da sunum adına ayrıca takdiri hak ediyor.

Chef

John Favreau’nun yazıp, yönetip bir de başrolünü aldığı Chef, bize onun sadece süper kahraman değil; birçok şeyin geek’i olabileceğini gösteriyor. Carl Casper adındaki restoran şefi, bir yemek eleştirmeninin kötü yorumlarına maruz kalıyor ve ufak bir sinir krizi geçirip restoranı birbirine kattıktan sonra işten ayrılmak zorunda kalıyor. Eski eşi ve oğluyla da sorunlar yaşayan Carl, kendini fine-dining mutfakların stresinden koparıp ufak bir karavanda sandviç yapmaya başlıyor. Bir yandan oğluyla arasını iyi tutup bir yandan da takıntılarından biraz olsun uzaklaşmaya çalışan şef, huzuru ararken, mükemmeliyetçiliğinden ödün vermiyor. Film, Burnt’ün aksine karakterin, başkalarının kendisini takdir etme ihtiyacından kopup, kendi kendine saygı duyabildiği ortamı yaratma yolculuğunu gösteriyor.

Vatel

Rolan Joffe’nin yönettiği Vatel, on yedinci yüzyıl Fransa’sında saray mutfağının şefi olan Francois Vatel’in gerçek hayat hikâyesini anlatıyor. Yüzyıllara adını yazdırmış ve yemek tarihi derslerinde de mutfak şefi konseptinin ilk örneklerinden gösterilen Vatel de diğer tüm örnekleri gibi mükemmeliyetin peşinden koşuyor. Sadece mutfağın değil sarayda düzenlenecek herhangi bir şölenin tüm organizasyon yükünü üstlenen Vatel, mutfak sunumlarında, çıkardığı icatlarla da önde bir isim. Sipariş edilen kremaların servis vaktine yetişmemesi sonucu herkes kara kara düşünürken Vatel’in yumurta beyazıyla şekeri çırpmayı akıl edip, soranlara Chantilly’den geldiğini söyleyin diyerek “Krem Şanti”yi icat etmesi de bunlardan biri.

Ratatouille

Ratatouille, yemek yapmakla ilgisi olsun olmasın birçok kişinin hayran olduğu bir animasyon. Brad Bird’ün yönettiği filmde; Paris’in kanalizasyonlarından çıkıp gelen Remy adındaki farenin, şehrin en başarılı şefi olma yolculuğunu izliyoruz. Ratatouille’u özel yapan noktaysa yaptığı işte mükemmelliği amaçlayanların, içlerinde büyüttüğü tutkuyu göstermesi. Filmin başından sonuna kadar fare en iyi olmaya çalışmıyor; en sevdiği şeyi yapmaya çalışıyor. Ayrıca film, mutfak düzeni ve mutfaktaki çalışma ortamını çok net şekilde ortaya koyuyor. “Ben aşçı olmaya karar verdim.” diyecek kişinin, herhangi bir ders almadan önce bu filmi izlemesini tavsiye ediyoruz.

The Hundred-Foot Journey

Bu filmde, Hindistan’dan Fransa’ya göç eden Kaddam ailesinin, Michelin yıldızlı bir restoranın karşısına kendi restoranlarını açma gibi yanlış bir fikir vermeleri sonucunda başına gelenleri izliyoruz. Chocolat’ın da yönetmeni olan Lesse Hallström’ün yönetmeni olduğu film, Richard C. Morais’in romanından uyarlanıyor. Michelin yıldızlı restoranın sahibi olan Madam Mollary, film boyunca karşı komşusu olan rakiplerini oradan defetmeye çalışıyor. İki restoran arasında yüz adımlık bir mesafe olsa da iki kültür arasındaki binlerce kilometrenin ortaya çıkardığı çatışma, film boyunca sosyolojik çıkarımlar yapmaya ortam sağlıyor. Farklı kültürlerin tek çatıda toplandığı füzyon mutfağı konsepti de neden ve nasıl sorularına cevap olacak bir silsile içinde filmde kendine yer buluyor.

Bonus: Chef’s Table

Filmler ilginizi çektiyse ve gerçekte var olan mutfakların arka yüzünü görmeye talipseniz size bir de belgesel önerisi veriyoruz. Neflix’te yayınlanan Chef’s Table, 6 sezonu ve 3 spin-off‘uyla Dünya’nın her yerinden, uluslararası bilinirliği olan restoranları ve onların şeflerini, tüm hikâyeleriyle bize tanıtıyor. Seride Türkiye’den bir restoran da yer alıyor.

Mutfak kültürünün tarihini, ritüellerini ve kazanımlarını ortaya koyan bu filmler, kusursuz lezzetler çıkarmaya talip insanların hayatlarını konu ediniyor. Bunların her birinde hem mutfak sisteminin hem gıda tüketiminin rafine hâle getirilmesini hem de arka planda o yemekleri yapan çalışanların psikolojik durumlarını gözlemleyebiliriz. Sözün özü; bu filmler ve bu listede yer almayan birçok film ile yemek yemenin yalnızca doymak için yapılan bir eylem değil de nasıl bizi biz yapan şeylerden biri olduğunu görebiliriz.

Author

Sabah kuşağı çizgi filmleri müdavimi.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.