Şu sıralar geekliğimizi doruklarda yaşıyoruz desek abartmış olmayız sanırım. Rick and Morty ve House of the Dragon ile başladığımız haftalarımız She-Hulk ile devam ediyor ve Rings of Power dizisiyle birlikte son buluyor. Tam anlamıyla bir içerik denizinin içerisinde yüzüyoruz hatta neredeyse yetişemiyoruz. Yine de bundan şikâyet edecek değiliz. Önümüzdeki haftanın oldukça uzun ve içerik dolu olduğunu düşünürsek bir an önce House of the Dragon’ın “Second of His Name” isimli üçüncü bölümünü spoilerlı olarak incelemeye başlamamız gerekiyor. O halde buyurun başlayalım!

Savaş… Savaş Asla Değişmez!

Bir önceki bölüm incelememizde altı aylık bir zaman atlaması bulunduğuna dikkat çekmiş ve bu zaman atlamalarına alışmamız gerektiğini söylemiştim. Second of His Name bölümü de iki yıllık bir zaman atlamasıyla başladı ve bizi değişen bir dünyanın içerisine bıraktı. Takribi Fetihten Sonra 108 yılında geçtiğini düşündüğüm bölüm, tüm dengelerin altüst olduğu bir Westeros portresi sunuyordu bize. Bu değişimlere tek tek göz atacağız fakat ben bölümü, en sevmediği kısımlardan en sevdiklerime doğru incelemek istiyorum. Ve evet, savaş bölümünü hiç sevmedim.

The Rogue Prince bölümünde güçlerini birleştirerek Crabfeeder ile savaşmaya karar veren Corlys Velaryon ve Daemon Targaryen, kendilerini iki yıl boyunca kurtulamadıkları bir savaşın içerisinde buluyorlar. Altındaki ejderhalara güvenerek savaşın çok daha kısa süreceğini düşünsek de Craghas Drahar’ın yaptığı Dornelular’ınkine benzer gerilla taktiği, savaşın çok daha uzamasına hatta neredeyse kaybedilmesine yol açıyordu.

Kendilerine daracık bir savaş alanı seçerek Targaryen ve Velaryon askerlerini bu alanda savaşmaya zorlayan, ejderha ateşinden mağaralara geri çekerek kurtulan Drahar’ın planı bana göre kusursuzdu. Böylesi bir çaresizliği çok daha uzun dakikalar boyunca izlemek isterdim fakat dizinin ana konusu bu olmadığı için çok fazla zaman ayıramadılar tabii. Yapılan bu kusursuz plana aynı derecede zekice bir karşılık verilmesini beklerdim fakat bir anda Daemon’un gidip teslim olduğunu ve daha sonra da tüm düşman birlikleri üzerine tek başına saldırdığını görünce fazlasıyla tadım kaçtı.

Yani bu sahneyi, Battle of Bastards’daki Jon Snow’un üzerine gelen atların olduğu sahneyle karşılaştırmışlar… Gerçekten o kadar büyük bir hakaret ki bu anlatamam. İki yıldır devam eden savaşın çok az sayıdaki asker tarafından verilmesini bir kenara bırakıyorum, bize çok büyük bir düşman olarak gösterilen Crabfeeder’ın, Daemon Targaryen’in elinde can vermesini bile göremedik. Çok ama çok ucuz bir senaryo numarasıydı ne yazık ki. Umarım bir daha tekrarlanmaz.

Öte yandan Daemon ile Crabfeeder arasında verilen savaşta önemli bir detaya rastladık diyebiliriz. Gerçi buna “detay” demek biraz ayıp olur. Daemon’un en çaresiz kaldığı sırada bir anda düşmanlarının alev alması bizi, “Acaba Rhaenyra yardıma mı geldi?” diye tereddütte bıraksa da daha sonra bunun farklı bir ejderha ve farklı bir ejderha binicisi olduğunu gördük. Laenor Velaryon’un sürdüğü Seasmoke adındaki bu ejderhayla birlikte House of the Dragon dizimizde gördüğümüz ejderhaların sayısı üçe çıktı.

Adının İkincisi ve Partinin Gözbebeği

Geçen iki yılın ardından Viserys’in, Alicent Hightower’dan bir bebeği olduğunu ve bu bebeğe Westeros kıtasını fetheden Fatih Aegon’un adını verdiğini görüyoruz. Her ne kadar Viserys, Rhaenyra’yı Daemon’a tepki vermek için duygusal olarak seçmediğini, diyarı onun yöneteceğini söylese de ilk doğan erkek çocuğun varlığı bir ateş gibi bulunduğu her ortamı yakıyor. Diyardaki herkes Rhaenyra’nın, vârislikten azledileceğini düşünüyor hatta ona uygun eş adayları bile aramaya başlıyor.

Rhaenyra için uygun görülen daha doğrusu kendisini uygun gören eş adaylarından bir tanesi Lord Jason Lannister’dı. Bu bölüm dizide gördüğümüz Lannister ikizlerinden biri olan Lord Jason, Rhaenyra’nın unvan değişikliğinden sonra kendisinin ona iyi bir eş olacağını savunarak tüm Lannister’lığıyla öne çıktı. Öte taraftan her ne kadar Lord Lyonel Strong tarafından Viserys’e tavsiye edilmeseler de oğulları Larys Strong ve Sör Harwin “Kemikkıran” Strong‘un dizinin ilerleyen bölümlerinde yeniden göreceğimiz aşikâr.

Aegon için verilen av partisini konuşurken sevgili George R. R. Martin’in, Game of Thrones’daki en büyük pişmanlıklarından birisinin nihayet düzeltildiğini de söylemek isteriz. Game of Thrones’un birinci sezonunda Robert Baratheon’un düzenlediği av partisini, bütçe yetersizliklerinden dolayı istediği gibi yaptıramayan Martin, adeta “Gerçek bir ‘Kral av partisi’ böyle olur!” demiş. Gerçekten Westeros’un kralına ve onun adına yakışır bir av partisiydi.

Son olarak bu av partisinde konuşulan bir “dedikodunun” vahim doğruluğundan da pay biçmek istiyorum. Kraliçe Alicent’in etrafında bulunan leydiler, Lord Swann’ın yeğeni Leydi Johanna’nın tutsak edildiğini hatta eğer istenilen fidye ödenmezse bir geneleve satılacağı konuşuluyor ama bunun sadece bir dedikodu olarak kalacağından söz ediliyordu. İşin aslı şu ki bunlar ne yazık ki dedikoduda kalmıyor. Leydi Johanna Swan, amcasının fidyeyi ödememesi yüzünden gerçekten bir geneleve satılıyor ve burada “Black Swann” adıyla tüm Lys’e hükmeden bir ün yapıyor. Küçük bir detay ama nihayetinde dedikoduların ucunu kapatmak gerekiyor öyle değil mi?

Ah Bu Kehanetler, Bizi Yakan Hep Onlar Oldu!

Hani demiştim ya bölümü en sevmediğim kısımdan, en sevdiğim kısma doğru inceleyeceğim diye. İşte şimdi geldik en sevdiğim kısma. Tüm bölüm boyunca sadece evladının ikinci yaş gününü kutlamak isteyen Viserys; politikayla boğulması, Rhaenyra’nın başına buyruk hareketleri ve herkesin Aegon’u gelecekteki vârisi olarak seçeceğini sanması gibi sebepler yüzünden kendini içkiye verdi. İçkinin dilini çözmesiyle birlikte Alicent’e ile konuşan Viserys ona, Rhaenyra daha küçük bir çocukken rüyasında erkek bir çocuğunun Fatih Aegon’un tacını taktığını gördüğünü ve bundan sonraki tüm eylemlerini içten içe bu rüyanın doğru çıkmasını sağlamak için gerçekleştirdiğini söyledi. Onca zamandan sonra hâlâ bir erkek çocuk istemesi, sevgili eşi ve yenidoğan çocuğu arasında çocuğunu seçmesi ve bürokratik olarak yanlış olmasına rağmen Alicent ile evlenmesi hep bu nedenleydi.

Viserys her ne kadar diliyle tüm diyara Rhaenyra’nın gerçek vârisi olduğunu ve bunu hiçbir şeyin değiştirmeyeceğini söylese de içten içe hâlâ rüyasının gerçek olmasını ve erkek evladının Fatih Aegon’un tacını takmasını istiyor. Bu yüzden Tanrılar tarafından bir işaret gelmesini umarsızca bekliyor. Otto Hightower’ın kendi torununu tahta geçirmek için söylediği yalanlara bir an olsun kanan Viserys, yıllar sonra Kral Ormanı’nda görülen beyaz geyiği duyunca heyecanlanıyor. II. Aegon adına öldürülecek böylesi bir av, bir işaret değil de nedir? Fakat böyle olmuyor ve Aegon için “yeterince” iyi bir erkek geyik yakalanıyor. Onu da zaten bir Lannister’ın verdiği mızrakla tek seferde değil ancak ikinci seferde öldürebiliyor. Fakat bu da yine “yeterince” iyi olarak görülüyor.

Öte yandan Viserys’in görmek istediği bir alamet olan beyaz geyiğin, babasından ve tüm asilzade misafirlerinden kaçarak geceyi ormanda geçiren Rhaenyra’nın önünde belirmesi, Viserys’in her zaman istediği “Fatih” olduğunu kanıtlıyordu. Fakat Rhaenyra’nın bu canlıya merhamet etmesi ve Viserys’in karşısına av olarak bir domuzla dönmesi muhtemelen Viserys’in kafasındaki soru işaretlerinin devam etmesine neden olacak ve kendisine varis olarak “yeterince” iyi olan Aegon’u seçecek. Bu dizi çok kalbimizi kıracak çok…

Siz House of the Dragon’un üçüncü bölümünü nasıl buldunuz? Sizce de savaş sahneleri başarısız değil miydi? Yoksa gayet yeterli miydi? Rhaenyra’nın gördüğü beyaz geyiği siz neye yorarsınız? Yorumlarınızı bekliyoruz.

Author

Kalabalıkta sesini kaybetmemek için içerik üreten biri. Her ateşin iyi bir hikâyeye ihtiyacı olduğunu düşünür. Film, kitap, dizi, karikatür oyun ve müziğin her türlüsüne ilgisi vardır ama parası yoktur. Onu her yerde "Tavşan" diye çağırabilirsiniz.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.