Marvel Sinematik Evreni’nde şimdiye dek ufak tefek rollerle kendini gösteren kör avukatımız, Daredevil: Born Again ile tüm ciddiyetini resmen Disney+ semalarına getirmiş oldu. Ülke gündeminin de etkisiyle yalnızca ilk 2 bölümünü inceleme fırsatımız olmuştu, diğer bölümlere ise topluca bu yazıda yer vermek istedim. Yazıya geçmeden Daredevil’ın aslında gündemimizden çok da bağımsız olduğunu belirtmek isterim, sonuçta “hak, hukuk, adalet” denince akla gelen ilk karakterlerden kendisi.
3. Bölüm: The Hollow of His Hand

Matt Murdock’u bir kez kostümlü, bir kez de kostümsüz olarak dövüşürken gördüğümüz ve güzel bir aksiyon/drama dengesine sahip ilk 2 bölümün ardından 3. bölümde sakinliyoruz. Bölümün neredeyse tamamı mahkemede geçiyor. Yargılamanın başında Hector Ayala’nın vigilante kimliğinin bu duruşmayı ilgilendirmediğini öne sürerek White Tiger’ı dava dışında bıraktıran Matt, işler kötüye gittiğinde White Tiger maskesini çantasından çıkarıveriyor mahkeme salonunda. Bu kısım tam courtroom drama denilen mahkeme draması türündeydi. “Sayın Yargıç ve saygıdeğer jüri üyelerine” şov yaptı Matt. Birçok kişi bölümü ve Matt’in avukat yeteneklerini beğenmiş ama şahsen başta White Tiger kimliğinin davadan çıkarıldığı kısmı pek yemedim. Üstüne birkaç duruşmanın tek bölüme sıkıştırılması ile dava oldubittiye getirilmiş gibi oldu. Dizideki kreatif değişikliklerin etkisini hissettim diyebilirim, en sonda detaylıca değineceğim buna.
4. Bölüm: Sic Semper Systema

Ardından gelecek bölümler öncesinde tam bir geçiş bölümü. Sic Semper Systema sonrasındaki 2 bölüm aynı hafta yayınlanmıştı, bu ikiliden önce böyle bir geçişe ve soluklanmaya ihtiyaç vardı. O kadar soluklanmış sayılmayız zaten, sonuçta yıllar sonrasında Matt Murdock’la Frank Castle’ı karşı karşıya gördük. Müthiş bir diyalogdu, ama bölüm sadece bu diyalogdan ibaret değil; hatta bizler için isminden yayınlandığı tarihe kadar daha fazla şey ifade ediyor. Merak edenleri şu yazıya alalım.
5. Bölüm: With Interest

Mahkeme draması bitti, şimdi banka soygunu zamanı! Valla Ms. Marvel’ın babasının tüm yoruculuğuna rağmen -ki MCU’nun bütünlüğü adına onu da kabullenebilirim- aşırı keyifli bir bölümdü bence. 9 bölümlük sezon içinde filler diyebileceğim yegane bölüm, ama çizgi roman okuyormuşum hissiyatı verdi diyebileceğim de tek bölüm! Daredevil: Born Again’in kreatif değişiklikleri öncesindeki episodik anlatımı böyleydi herhalde, kendi içinde olup biten çizgi roman sayıları şeklinde bölümler yapmak. Soyguncuların arkasında Tracksuit Mafia’nın çıkması ile sezonun kalanıyla da bir noktada bağlamışlar, bu detayı yeniden çekimlerden önce mi yoksa sonra mı eklediklerini ise bilemiyorum.
6. Bölüm: Excessive Force

Daredevil: Born Again 45-50 dakikayı aşan bölümlere sahip. 5. bölüm hem 42 dakikayla bu ortalamanın altında kalması, hem de etliğe sütlüğe dokunmaması sebebiyle hafta hafta izleyen seyirciyi kesmeyecekti. Bunu önceden görmüş olmalılar ki 6. bölümü de aynı hafta yayınladılar ve aşırı doğru bir karar verdiklerini söyleyebilirim. Hatta bu sistem başka diziler tarafından da kullanılabilir.
5. bölümün tekilliğinin aksine 6. bölüm dopdoluydu. Fisk, Muse’un insan kanından grafiti yapan bir seri katil olduğunu öğrendi. Muse ve diğer kanunsuzların peşine düşmek için Punisher amblemli polislerden oluşan kendine yaraşır bir Task Force kurdu. Ancak Muse’un hakikaten peşine düşen kişi Hector Ayala’nın yeğenini kurtarmak isteyen Matt oldu. Daredevil – Muse dövüşüne paralel izlediğimiz Fisk – Adam mücadelesi de çok iyiydi. Paralel kurgu olayı bu dizide güzel çalışıyor, Daredevil izlediğimi o anlarda hissediyorum.
7. Bölüm: Art for Art’s Sake

Muse’un Heather’a kitap imzalatan garip çocuk olduğunu en başından biliyorduk. Bunu bir gizem gibi sunmakla uğraşacaklarına Muse’un Heather’ın peşine düşmesindeki motivasyonu daha iyi yansıtabilirlerdi. Muse seansı terörize ederken yaşananlar da bayağı tadımı kaçırdı. Daredevil’ın bayılttığı polis hemen ayıldı, Matt “herhangi bir kadına” benzeyen çizimlere dokunarak Heather’ın hedef olduğunu anladı, o camdan atlayıp Muse’ü dövene kadar Task Force iki katı çıkamadı falan filan. Bu aksiyon sekansı mantıksal olarak gözüme batmakla kalmadı, o kadar tek plan izledikten sonra Muse – Daredevil dövüşünü saniyelik cut’larla izleyince estetik açıdan da gözüme battı! Heather’ın birini öldürmüş olması, kahramanlık kavramını sorgulaması, olayın kredisini Task Force’un alması ve BB Urich’in tehdit edilmesi gibi aksiyon dışı kısımlar güzeldi ama aksiyon için aynısını söyleyemeyeceğim.
8. Bölüm: Isle of Joy

Daredevil: Born Again bölümleri arasında Notlar uygulamamda üzerine not almadığım tek bölüme geldi sıra. Not almadım, çünkü not alabilmem için soluklanmama izin vermedi bölüm. Matt’le Fisk’in eşleriyle yüzleşmelerini paralel göstererek başladı, dediğim gibi ben basit bir adamım, bu paralel kurgudan keyif alıyorum. Sezon finaline bir kala çember daraldı; Matt’le Bullseye yüzleşti, Bullseye kırılan dişini kullanmak gibi çizgi romanlarda da gördüğümüz iyice şov bir hareketle hapisten kaçtı, Fisk’in Heather’ın danışanı olduğu ve Matt’le ilişkilerini bildiği ortaya çıktı ve tüm bunlar son bir dansa bağlandı. Tüm bu olayların yanında BB Urich’in amcasını aratmayan araştırmacılığını ve Hawkeye’dan bildiğimiz Swordsman abinin dahiliyetini de keyifli bulduğumu eklemek isterim.
Sezonun genel değerlendirmesinde yer vereceğim ama, tüm bu birbirine bağlanan büyük meselelerin Netflix Daredevil’ı ciddiyetinde işlenmediğini belirtmek gerekiyor. Oradaki kadar karanlık bir ton ve ağır bir işleyiş yok. 13 bölümden 9’a düşmenin de etkisi vardır bunda. Bunu şu yüzden belirtiyorum, bu bölüm Moon Knight ve Loki’de imzası bulunan Justin Benson & Aaron Moorhead’ın yönetip Punisher’ın senaristi Dario Scardapane’in yazdığı bir bölüm. Tıpkı ilk bölüm gibi yeniden çekimler sonrasında eklenen bir bölüm yani, temposunu da buna borçlu diye düşünüyorum.
9. Bölüm: Straight to Hell

Her şey yeni başlıyormuş aslında! Evet, sezonun finali aslında Daredevil: Born Again’in gerçek start’ını verdi bence. Bu durumu birazdan genel sezon değerlendirmesinde detaylandırırız, gelin 9. bölüme kendi içinde bakalım.
Matt’in Karen’ın adını sayıklayarak uyanması “I, Ross, take thee Rachel” klişesinden geldiği için tadımı kaçırsa da, Matt’le Heather’ın arasının açılması için gerekliydi sanırım. Zaten sonrasında Heather Fisk’le el sıkıştı. Heather’ın ne kadar korkutucu olduğunu bildiği bu karaktere nasıl yükseldiğini tam göremedik, maskeli kanunsuzlara olan duruşunu takdir ettiğini biliyoruz ama bu tek başına yeterli mi bilemiyorum. Matt’le Heather bu konuda Normal People çiftine nazire yaparcasına iletişim özürlüsü iki mal gibi davranmasaydı belki her şey daha farklı olabilirdi.
Bölümün esas olayı tabii ki Matt, Karen ve Frank’in bir araya gelmesiydi. Daredevil – Punisher ikilisinin Task Force’la kapışması aslında iyi bir koreografiye sahipti, ama yavaş çekimlerle heba etmişler sahneyi. Neden bu kadar fazla slow motion kullanma gereği duyduklarını anlamadım. Daredevil’ın özüne uygun bam güm bir aksiyon sahnesi izleyecektik. Neyse sonradan Punisher’ın solo aksiyon sahnesini gördük ki aksiyon seviyesi sezon finaline yaraşır bir noktaya çekildi.

Daredevil: Born Again’in Disney standartlarının aksine +18 olacağını biliyorduk. Yine de Daredevil ve Punisher’ın sahnelerinde dökülen kan miktarına şaşırmamı engelleyemedim, diziyi durdurup “E ama Disney’deyiz lan!” diye durumun gerçekliğini kavramaya çalıştım. Ben daha onu kavrayamadan dizi adeta “görüyor ve arttırıyorum” dedi. Daredevil’ın kırdığı kemikler -ki o da rakiplerine Netflix dizisine göre daha sert davranıyor- ve Punisher’ın sıktığı kurşunlar Kingpin’in Gallo’yu öldürmesinin yanında hiçbir şeymiş. N’apıyorsun sevgili Disney, The Boys’a rakip mi olacaksın?!
Tüm bunların yanında sezon finali Türkiye vatandaşları için tetikleyici bir unsurdu adeta. Orantısız polis şiddeti, aşırı güçlü bir yönetici, olağanüstü hâl ilanı falan… Kingpin gerçekten elinden geleni ardına koymadı. Bu da Marvel adına yönetmesi zor bir durum ha. Hadi Thunderbolts filmi Daredevil: Born Again ile aynı zamanlarda geçmiyor diyelim, yine de akşam 8’den sonra sokağa çıkılamayan ve olağanüstü hâl ilan edilmiş bir New York’un MCU’nun kalanını etkilemesi gerekir. Şahsen direkt Thunderbolts’ta buna referans verilmesini isterim ama o olmazsa da gelecek işlerde Kingpin’in New York’taki bu gücünün göz ardı edilmemesi lazım.
Daredevil: Born Again Sezon İncelemesi

Daredevil: Born Again’i yazı boyunca bahsettiğim kreatif değişiklikleri kaale almadan konuşamıyoruz. Çünkü dizinin orijinal yaratıcıları Matt’in kostümü oldukça geç giyeceği, daha çok hukuk draması şeklinde geçecek ve episodik anlatıma sahip 18 bölümlük bir sezon planlıyordu. Marvel, halihazırda 5-6 bölümü çekilmiş olan dizinin ekibini tamamen değiştirip Punisher’ın senaristi Dario Scardapane’yi showrunner yaptı, Loki dizisinden de yönetmenleri transfer etti. Foggy, Karen, Frank Castle ve Bullseye’ın dahiliyetleri ise tüm bu değişim sürecinden sonra oldu; hatta Ayelet Zurer’in geri gelmesiyle Vanessa Fisk’in sahneleri yeniden çekildi! Bu sürecin dizinin tonunu Netflix’e yaklaştırmak için yapıldığı söylendi, kadronun geri toplanması ve yayınlanan ilk fragmanla birlikte bir Daredevil 4. sezon izleyecekmişiz hissi yarattılar. Fakat durum tam olarak öyle değil.
Öncelikle, Daredevil: Born Again’in Netflix dizisinden farklı olduğunu kabul ediyorum. Anlatımı, şiddeti benzer ama hem belediyenin işleyişine dahil olduğumuz bu hikâye oldukça farklı, hem de sinematografi farklı. Bunlara okeyim, yeni şeyler denenmesini de görmek isterim. Hatta sahne geçişlerindeki dumanlı New York manzaralarını veya BB Urich’in halka mikrofon uzattığı ve nedense çözünürlüğü çok düşük olan sekansları gayet beğendim. Çünkü New York bu dizinin adını başrollerin yanına yazdırabilecek kadar önemli bir elementi ve başrollerimizden biri de New York’un belediye başkanı olmuşken şehri daha da özümsetmek istemeleri mantıklı.
Peki ama sezonu yeniden düzenlerken kreatif değişiklikleri bu kadar hissettirmelerine gerek var mıydı? Sezonun kendi içinde ton farklılıkları olmasını geçiyorum, yahu bence dizi henüz yeni başlıyor! Daredevil: Born Again zaten Marvel’ın tutacağına güvendiği bir proje olduğu için hızlıca 2. sezon onayı aldı sanıyordum, finali izleyince fark ettim ki dizinin başlaması için 2. sezon gerekiyormuş!

Mesela çoğunluğun sevdiği ama benim pek hoşlaşmadığım 3. bölümü ele alalım. Burada rahatsız olduğum şey birkaç duruşmanın tek bölüme indirgenmesiydi. “Bildiğimiz Daredevil” olsa, dizinin ana akışına paralel işlenebilirdi bu dava. Aynı şekilde Muse’un hikâyesi de güme gitti bence. Heather’ın peşine düşmesindeki motivasyonu tam anlamadık, çocuğun psikopatlaşma sürecini bilmiyoruz, çizimlerinin etkisini de görmedik. Aslında karşımızda Kingpin’in gerçek yüzünü halka göstermeye çalışan bir psikopat vardı! Zaten orijinal ekibin amacı Kingpin’in olağanüstü hâl ilanını Muse’a bağlamakmış, Bullseye ve Punisher gelince bu senaryo değişmiş. Böyle olunca hikâyenin Muse kanadı yeterince derinleşmedi ve bunun yaşanan kreatif değişiklikler sebebiyle olduğunu da sonuna kadar hissettirdiler.
Daredevil ve şürekâsının MCU’ya katılmasından ötürü mutluyum. Charlie Cox, Jon Berthal, Vincent D’Onofrio ve Ayelet Zurer’in her sahnesinden müthiş keyif alıyorum; ama dediğim gibi dizi aslında yeni başlıyor. Daredevil: Born Again 1. sezonun bize katkısı Kingpin’in şehirde sahip olduğu gücü anlatmak, White Tiger titrini alacak olan kızın orijinini göstermek, Matt’in yeni dostları Cherry ve Kirsten’la tanıştırmak oldu. Bu uğurda da Muse’u feda ettiler diye düşünüyorum, kesinlikle çok sağlam bir villain olabilirdi.
Diziyi basite indirgediğim bu paragrafa aldanmayın, 2025’in en heyecanlandıran Marvel yapımları listesinin de zirvesinde yer alan Daredevil: Born Again, kesinlikle Marvel’ın Disney+’a yaptığı en iyi şeylerden biri. Kreatif değişiklikler sağ olsun, en oturaklı veya en tutarlı diyemiyorum ama sonuçta Daredevil arkadaşlar, ne kadar kötü olabilir ki?
Öyleyse sevgili geekler, hep birlikte korkusuz avukatımıza MCU’ya hoş geldin diyerek bitirelim. Finalde de Honest Trailers’tan apardığım bir şaka ile kapatmak isterim.
Daredevil: Born Again, starring:
Başkan Wilson Fisk rolünde Nasipse Adayız’dan Ercan Kesal
Kirsten McDuffie rolünde Flash’tan Iris West
Fisk’in sağ kolu Buck rolünde Camdaki Kız’dan Feyyaz
Karen Page rolünde Hayal Köseoğlu
Gallo rolünde Batman’den Jim Gordon
Ve Swordsman rolünde Baruthane Pilavcısı