Yılın en beklenen filmlerinin birer birer gösterime girdiği sonbahar mevsimi, her yıl sinema severler için yeni bir kapı aralar çünkü yeni filmler, yeni perspektifler demektir. Elli yıldan fazla bir süredir sinema yapan ve bizlere yeni perspektifler gösteren usta yönetmen Martin Scorsese, 80 yaşında olmasına rağmen sosyal medyada en çok konuşulan yönetmenlerden bir tanesi. Bunun başlıca sebepleri olsa da (kızı Francesca Scorsese’nin yayınladığı TikTok videoları, gazetelerde manşet olan “süper kahraman” filmleri hakkında söyledikleri vb.) bizim bugün konuşacağımız konu kendisinin yıllardır üzerinde çalıştığı film; Killers of the Flower Moon

Hem filmin uyarlandığı kitabı okumuş hem de filmi ilk izleyenlerden biri olmuş bir izleyici olarak kitabın ve de aslında yaşanmış gerçek olayların beyaz perdeye ne kadar birebir aktarıldığını söylemekle başlamak benim açımdan doğru olacaktır. Scorsese ve ekibinin de üstüne yıllarca çalışmış olduğu belli olan filmde yerel Osage halkının giydiği kıyafetler kullanılmış, hatta Leonardo DiCaprio ve Robert DeNiro, hayat verdikleri karakterler gereği yerel halkın konuştuğu dili öğrenmişler ve filmi izleyen tarihçiler ise yapımda kullanılan mekân seçimlerinin ne kadar gerçekçi olduğunu vurgulamış. Herkesin neredeyse emin olduğu “gerçeğe uygunluk” ya da başka bir deyişle esere bağlılık kısmının başarıyla yerine getirildiğini kesinlikle söyleyebiliriz.

Oyuncu kadrosuna gelecek olursak bu kısımda da fazla söz söylemeye gerek yok gibi. Leonardo DiCaprio ve Robert DeNiro’nun ne kadar iyi oyuncular olduğunu, yönetmen Scorsese ile yaşadıkları uzun soluklu kariyer birlikteliklerinin nasıl da “anlamlı” bir noktaya ulaştığını görmek en sıradan izleyiciler için bile hayranlık uyandırıcı. Fakat tüm bunların yanı sıra filmde bana kalırsa en öne çıkan performansı sergileyen isim kendisi de bir Amerikan yerlisi olan Lily Gladstone. Film ekibinin aktardıklarına göre karaktere fazlasıyla bürünen ve filmin ödül yarışında en öne çıkan oyuncu olarak gösterileceğini de çıkan haberler doğrultusunda anlamak mümkün. 

Son olarak asıl bahsetmek istediğim konu ise tabii ki filmin politik duruşu ve taşıdığı anlam. Kimilerince “uzun” ve “sıkıcı” olarak tanımlanabilecek Killers of the Flower Moon, tarihsel olarak temeline adadığı Osage halkının yaşadığı çileyi filmin son bölümünde de tekrar eden bir anlatı bütünlüğünde bitiriyor ve politik olarak en güçlü kozunu bizzat Scorsese’nin bakış açısından dinlememizi/izlememizi sağlıyor. Hâlâ Amerika’daki bazı okullarda Osage cinayetlerinin sebebinin ve faillerinin öğretilmediği bir toplum içerisinde yaşamanın verdiği derin üzüntü, izleyiciyi “kaos-katliam-soykırım” başlıkları altında düşündürmeye itiyor. 

Gangster filmlerinin usta yönetmeni Martin Scorsese’nin yer yer gangster filmlerini anımsatan fakat oldukça gerçekçi ve bir o kadar da politik filmi Killers of the Flower Moon, benim için yılın en iyi filmlerinden biri oldu bile. 

Author

Berlin'den bildirmeye çalışan, Avrupa'nın nabzını tutan, sinema sevdalısı ve yazmayı seven bir birey.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.