Çocukluğumuzdan hatırladığımız masallar; bizleri, gözlerimizin önündekinden farklı bir dünya tasavvuruyla tanıştıran ilk pencereler oldu. Bu masalların içinde bazen devler, bazen periler vardı. Bazen iyiler, kötüler vardı. Bazen çıkartılması gereken dersler, öğrenilmesi gereken erdemler vardı. Ama en önemlisi; aklımıza bir kere yerleşti mi, bir daha bizi terk etmeyecek olan büyülü bir evrende geçen, sonu mutlaka mutlu biten maceralar vardı. Büyüdükçe masalları dinlemeyi bıraktık belki fakat onlardan ilham alan fantastik edebiyat serileri, sağlam bir eğlence aracı yahut güvenli bir liman olarak kişiliğimizi şekillendirmeye devam etti. Kahramanlarıyla beraber büyüdüğümüz bu eserlerden birini Saga’da konuk almanın şerefine, sizlerle birlikte soralım dedik: Fantastik evrenlerin incisi, gönlümüzün birincisi Ursula Le Guin kimdir?
21 Ekim 1929’da Ursula Kroeber Le Guin, Kaliforniya yerlileri ile ilgili kültürel yazılarıyla tanınan bir yazar ile modern antropolojinin kurucusu Franz Boas’ın öğrencisi, antropolog bir babanın kızı olarak hayata gözlerini açmış. Le Guin’in eserlerinde, ailesinden devraldığı ve özenle yeniden ürettiği kültürel mirasın izlerini sürmek mümkün.
Üç ağabeyi ile birlikte, ailelerinin geniş kütüphanesinde edebi keşiflere yelken açmaya çok küçük yaşta başlayan Le Guin; mitlere ve babasının anlattığı yerli efsanelerine oldukça düşkünmüş. Okumaya olduğu gibi, yazmaya olan ilgisi de küçük yaşta başlamış; ilk kısa öyküsünü dokuz yaşında yazmış. Ancak on bir yaşında yazdığı bir öykü, dönemin takip edilen bilim-kurgu öykülerinin yayınlandığı bir dergi tarafından reddedilince, yazdıklarını uzunca bir süre kendisine saklamış.
Üniversitede Rönesans Fransızcası ve İtalyan edebiyatı üzerine çalışan Le Guin, Fransızca üzerine yüksek lisansını tamamladıktan sonra doktoraya hazırlanmaya başlamış. Ancak doktora eğitimi almak için çıktığı Fransa yolculuğunda tanıştığı Charles Le Guin ile 1953’te gerçekleştirdiği evliliğin neticesinde, yüksek eğitimini bırakmış ve Amerika’ya dönmüş. Öte yandan yarım kalan doktorası, aşağı yukarı bu dönemde başlayan yazarlık kariyerine vesilesiyle, fantastik yazın için bir talih kaynağı olmuş denilebilir.
Hayatının bu döneminde bir yandan çocuklarını yetiştirmekle ilgilenen Le Guin, yazarlık serüveni devam ederken aynı anda editörlük ve öğretmenlik de yapıyormuş. Birçok edebi eleştiri yayımlamış, bilim kurgu temalı birçok dergide de yazı işlerinde görev almış. Yayınlanan ilk çalışmaları 1959 ile 1960 yılları arasında yazdığı, her ikisi de yarattığı Orsinya isimli kurgu bir evrende geçen bir şiir ile bir öykü olmuş. Daha sonra yine Orsinya’da geçen beş roman yazmış ancak bunlar, yayımcılar tarafından reddedilmiş. Yayımlatabildiği şiirler yazmaya devam ederken bir yandan da fantastik romanları için ret cevapları alan Le Guin, sonunda, yazdıkları “bilim kurgu” etiketine sahip olurlarsa, yayın dünyasında kendisine bir yer bulabileceğine karar vermiş ve bu alana yönelmiş.
Eleştirmenler tarafından çokça ihmal edilse de 1962 yılından itibaren, aralarında Yerdeniz’i tanıtan The Rule of Names ile The Word of Unbinding’in de bulunduğu, on bir kadar öyküsü yayınlanmış. 1966 yılında basılan ilk romanı Rocannon’un Dünyası’nı, birer yıl arayla Sürgün Gezegeni ve Hayaller Şehri izlemiş ki bunlar, Hain Üçlemesi olarak biliniyorlar. Öykülerinin aksine ilk romanları, Le Guin isminin tanınmasında ve az da olsa eleştirmenlerin dikkatini çekmesinde rol oynamışlar. Nitekim bu romanlar, Le Guin’in sonraki işlerinin de ana hatlarını oluşturan kültürler arası iletişim, kimlik arayışları ve çatışmaların uzlaşması gibi temalara sahipler.
Asıl çıkışını sağlayan ise 1968 yılında, yıllarca sürecek bir serüvene merhaba diyen Yerdeniz Büyücüsü olmuş. Başlangıçta gençler için yazılmış bir fantezi romanı olan Yerdeniz Büyücüsü, anlattığı büyüme öyküsü ile hem Amerika hem de İngiltere’de oldukça ilgi görmüş. Bu olumlu gelişmenin ardından çıkan Karanlığın Sol Eli, Le Guin’in feminizmin odak konularıyla ilgili yazmış olduğu ilk eseri olmuş. Hain Evreni’ne bağlı olan bu kitap, insanların belirli bir cinsiyeti olmadığı kurgusal bir gezegende geçiyor, bu yolla da cinsiyet ve cinsellik üzerine pek çok şey söylüyor. Karanlığın Sol Eli, aynı zamanda Le Guin’i; en iyi roman dalında, her ikisi de bilim kurgu ve fantezi eserlerine verilen Hugo ve Nebula ödüllerini kazanan ilk kadın yazar yapmış. Le Guin’in bu iki ödülle olan teması burada sona ermemiş. 1974’te şaheserlerinden biri olan, ütopya, bilim-kurgu ve siyaset üzerinde gezinen Mülksüzler ile iki ödülü de tekrar kazanarak, iki ayrı kitap için bu iki ödülü kazanan ilk kişi olmuş. Genişçe bir tanınırlığa ulaşan Le Guin’in yazarlık serüveni, 2018’deki ölümüne değin; çocuk edebiyatından fantastiğe, edebiyat eleştirisinden bilim kurguya kadar, pek çok alanda bıraktığı onlarca eserle sürmüş.
Ursula Le Guin, altmış yıldan fazla yazın dünyasının içerisinde yer alan bir Amerikan romancısı olarak, özellikle Yerdeniz serisi ile şimdilerde okuduğumuz, içerisinde olmayı hayal ettiğimiz pek çok evrenin temel taşını dizmiş. Sadece fantastik edebiyat okurları için değil, genel edebiyata olan katkılarıyla da takdir görerek, “yaşayan efsaneler” arasına ismini; yıldızı parlamadan evvel Nine Lives öyküsü yayımlanırken, bir kadın yazar olduğu belli olmasın diye ismi kısaltılan biri olarak yazdırmayı başarmış.