Geek’ler olarak edebiyatı, özellikle de fantastik edebiyatı seviyoruz, değil mi? Bu sorunun cevabı evet olmasaydı sanıyorum ki hiçbirimiz şu an bu sitenin çatısı altında toplanmış olmayacaktık. Saygıdeğer İthaki Yayınları’nın işbirliğiyle çıktığımız ve bu süreç esnasında uğradığımız durakları şuralardan takip edebileceğiniz bir yolculuğumuz var, bu yolculuk bizleri fantastik edebiyatın bir örneğine daha ulaştırdı: Kara Prizma.

Brent Weeks’in kaleminden, Işık Yaratan Serisi’nin ilk kitabı hakkında sizlerle biraz konuşalım istiyorum. Yazı içerisinde kitabın genel gidişatını etkilemeyecek düzeyde küçük spoilerlar olacak, ben yine de en baştan uyarısını yapmış olayım.

Yedi yüz sayfalık bir kitaptan bahsedeceğimizi de söylemiş miydim? Rakam bazılarımız için hacimli gözüküyor olabilir, aslına bakarsanız ben de incelemeyi yazmaya, zamanımızın büyük bir bölümünü harcamak durumunda kalacağımız bu kitabın, buna değer olup olmadığı ile ilgili bir fikrimiz olsun diyerek başladım. Umarım incelememiz bittiğinde kitapla ilgili aklınızda oluşabilecek sorulara cevaplar almış olur ve seriye bir şans verirsiniz!

Işığa zincir vurulamaz.

Konu

Kara Prizma’nın konusu, ışık tayfları kullanılarak büyü yapılabilen bir dünyada, tüm renkleri kullanabilen Prizma unvanlı bir hükümdarın etrafında şekilleniyor. Hükümdarımız, yönetici sorumluluklarını yerine getirmekte ve hayatındaki birtakım sorunlarla boğuşmaktayken 16 yıldır varlığından haberdar olmadığı gayrimeşru bir çocuğunun olduğunu öğreniyor. Sonrasında da olaylar gelişiyor.

Karakterler

kara-prizma-brent-weeks-2

Romanın ana karakter kadrosunu dört kişi oluşturuyor, olayları da bu dört kişinin gözünden izliyoruz. Bunlardan ilki Gavin Guile yani Lord Prizma. Gavin Guile hemen herkesin sevebileceği şekilde yazılmış bir adam. Sorumluluklarının bilincinde olan, adaletli bir hükümdar gibi resmedilmiş. Ancak özgürlüğüne düşkünlüğü sebebiyle zaman zaman pervasızlaşabileceğini de görüyoruz. Okuma zevkini kaçırmamak amacıyla karakter hakkında daha fazla detay vermeyeceğim. Sadece roman içerisinde Gavin Guile karakterini çok yakından ilgilendiren bir entrikanın ve başarılı bir şaşırtmanın olduğunu söylemekle yetiniyorum.

İkinci önemli karakterimiz Kip isimli, henüz ergenliğinin başlangıcında olan bir çocuk. Kendisi Lord Prizma’nın, tüm olayların başlangıcına kadar, haberi olmadığı gayrimeşru evladı olarak karşımıza çıkıyor. Her ergenin olabileceği kadar sinir bozucu ve saf bir çocuk diyebiliriz ona da. Hayatı, uyuşturucu bağımlısı olan ve kendisine çok kötü davranan annesinden kaynaklanan zorluklarla geçmiş, bütün bunlar da bir savunma mekanizması olarak sivri dilini ve küstahlığını kamçılamış. Gavin Guile’ın aksine Kip’e karşı ortalama bir görüşe sahip olmanızın mümkün olduğunu zannetmiyorum. Onu ya çok seveceksiniz ya da ondan cidden nefret edeceksiniz. Roman ilerledikçe Kip’in de babası gibi bir Işıktar olduğunu ve gösterdiğinden daha fazla potansiyeli olduğunu öğreniyoruz. Üstelik tıpkı Lord Prizma gibi Kip’in de etrafında dönen bir şaşırtmacanın olduğunu söylemek isterim bu noktada.

İki esas oğlan saydık, buradan sonra da tabii tahmin edilebilecek şekilde iki esas kız geliyor. İlki, Karris Beyazmeşe. Gavin Guile’ın eski nişanlısı, şimdinin bayağı hızlı ve yetenekli bir kara muhafızı olarak karşımıza çıkıyor. Karris Beyazmeşe, neredeyse bir Polikrom (üç veya daha fazla rengi kullanabilen) sayılabilecek bir ayrık Bikrom (iki rengi kullanabilen). Büyük Prizma Savaşı yahut Sahte Prizma Muharebesi olarak bilinen savaş yaşanmadan önce kendisinden beklenenleri yerine getirmekle yetinen ve ileride Lord Prizma ile evlenmesi kararlaştırılan tipik bir soylu genç kızmış. Fakat savaş yaşandıktan sonra Gavin Guile nişanlarını atmış ve Karris de mecbur kalarak da olsa kendi ayakları üzerinde durmaya karar vermiş. Bu sürecin sonunda ise pek çoklarının gördüğü en iyi Kara Muhafızlardan biri hâline gelmiş. Karris Beyazmeşe bana göre iyi yazılmış bir karakter değil. Bunun en büyük sebebi de sanırım romanın sonuna gelene kadar, onun hikâye içindeki görevini anlayamadan başından geçenleri izlemek durumunda kalmamız olsa gerek.

Romanda bahsedilmesi elzem olan dördüncü karakterimiz de ikinci esas kız olan Aliviana Danavis ya da kısaca Liv. Esas kızlığı, Kip’in ona karşı beslediği platonik duygulardan geliyor. Eski ve saygıdeğer bir general olan Corvan Danavis’in kızı Liv, karşımıza, babasının savaşta kaybeden tarafı desteklemesi sebebiyle ön yargılara maruz kalan, fakirliği nedeniyle Işıktarlık eğitimi alabilmek için sevmediği soylu insanların himayesine muhtaç olan ve onlar için istemediği şeyler yapmak zorunda kalan bir kız olarak çıkıyor. Liv’in önemi, onun Kip’i yani Lord Prizma’nın gayrimeşru oğlunu çocukluğundan beri tanıması sebebiyle giderek artıyor. Öte yandan Liv’in motivasyonlarını anlamak, diğer üç karakteri anlamaktan çok daha zor, bu yüzden aklımızda hakkında tam olarak ne hissedeceğimize emin olmadığımız bir karakter olarak kalıyor.

Dünya

BlackPrismMap-Final-ArtA-e1354655550956

Brent Weeks, olabildiğince özgün bir büyü sistemi kurmuş. Büyü ve büyü sistemiyle bağlantılı kısımlar genişçe açıklanmış; oldukça da güzel ve özgün. Ancak onun dışında bu ilk kitap için konuşursak, söz konusu dünya hakkında çok ayrıntılı bir bilgi almıyoruz. Temel olarak Kara Prizma dünyasıyla ilgili birkaç şeyden söz edip gerisini kitabı okuyacak olanlara ve tabii serinin diğer kitaplarına bırakacağım.

Işık Yaratan serisinde olayların geçtiği özerk yedi bölge var, bu bölgelere Yedi Satraplık adı verilmiş. Her satraplığın kendine özgü bir rengi ve bu renkle uyumlu bir coğrafyası bulunmakta. Yedi Satraplık, asıl karar mercii olan Kromerya’ya bağlı. Kromerya, Yedi Satraplık’ın yönetici bölgesi diyebiliriz. Burada aynı zamanda Işıktarları eğitmek üzere inşa edilmiş aynı isimli bir akademi de bulunuyor.

Kromerya’da yönetici sınıfı Yedi Satraplık’ı temsilen spektrumun yedi rengiyle isimlendirilmiş bölge temsilcileri oluşturuyor. Temsilciler, konseye seçilmeden önceki isimleri ne olursa olsun daha sonrasında renklerinin isimleriyle anılıyorlar. Bunlar; Kızılaltı, Kırmızı, Turuncu, Sarı, Yeşil, Mavi ve Ultraviyole. Yedi rengin ve dolayısıyla yedi bölgenin temsilcilerinin yanında, orduyu temsil eden Siyah ve hepsinin üstünde konumlanan Beyaz var. Siyah ile temsil edilen Kara Muhafızlar, tamamen Işıktarlardan oluşuyorlar ve büyünün yanında savaş sanatlarında da ustalaşmış olmaları gerekiyor. Bir de tabii spektrumun tüm renklerini kullanabilen Lord Prizma, konseyde söz hakkına sahip.

Lord Prizma, Tanrı Orhalom’un seçilmişi olarak da biliniyor. Diğer Işıktarların aksine spektrumun bütün renklerini kullanabilen kişi için kullanılan bir isim Prizma. Her nesilde ancak bir Prizma dünyaya geliyor ve Prizmalar, Prizma rütbesine ulaştıktan sonra da spektrum renklerinin katları olan 7, 14 veya 21 yıl içerisinde kesin olarak hayata veda ediyorlar. Her ne kadar düzenli olarak büyüye ve renklere denge getirmek gibi önemli bir görevleri bulunsa da Prizmaların varlığı yönetimsel açıdan biraz sembolik diyebiliriz. 21. yüzyılın kral ve kraliçeleri gibiler, sadece savaş ve dini krizler söz konusu olduğunda büyük yetkileri var. Bu durumların dışında ise sadece bir unvanı devam ettiriyorlar.

Büyü Sistemi

maxresdefault

Roman serisinin dünyasında büyü, ışık kullanılarak yapılabiliyor. Genel bir bakışla, bir kez işin ‘büyü’ diyerek sunulan kısmını, yani ışığın maddeleştirilebileceğini kabul edersek, roman, gerçek dünyamızdaki fizik ve özel olarak optik kuralları ile oldukça iyi bir uyum içerisinde diyebiliriz. Fiziğin dışında bir de maddeye dönüştürülen renklere atfedilen özelliklerin kullanımı da gerçek dünyamızdaki renklerin algılanış biçimi ve psikolojik etkileriyle uyum içerisinde düşünülmüş, bunlar karakterlerin hâl ve tutumlarına güzel bir şekilde yedirilmiş. Yazar ve kitabın yazılış süreciyle ilgili çok detaylı bir bilgim yok ama kitaptan hareketle Brent Weeks’in belli ki bu konuda detaylı bir araştırma yapmış yahut en azından danışmanlık almış olduğunu varsayıyorum. Spektrum aslına uygun verilmiş; büyü yapmak için kullanılan prizma, mercek ve filtreler gibi aletlerin roman içindeki kullanımları da gerçeğe yakın.

Işığın tayfını kullanarak büyü yapabilen, bir başka deyişle ışığı maddeye, yani roman içindeki kullanımıyla lüksine dönüştürebilen kimselere, Işıktar adı veriliyor. Işıktarların büyük çoğunluğu, sadece tek bir rengi kullanabiliyor ancak iki veya üç rengi kullanabilen Işıktarlar da var. Bunlar da kendi içlerinde ayrılıyorlar tabii, bazıları spektrumun birbirine yakın renklerini kullanıyorlar, yeşil ve mavi gibi. Daha nadir olarak bazıları da kırmızı ve yeşil gibi ayrık renkleri kullanabiliyorlar. Spektrum renklerini kullanabilme açısından kadın Işıktarlar daha avantajlı çünkü erkekler çok çok nadir olarak Kızılaltı renkleri algılayabilirken, kadınların yarısı bu rengi ayırt edebiliyor. Ayrıca siyah tenli olan Işıktarlar hangi rengi kullandıklarının kolay anlaşılamaması sebebiyle ve mavi gözlüler ise açık renk gözlerin ışığı daha kolay emebilmesi sebebiyle büyü kullanımı açısından daha avantajlılar.

Büyü kullanmanın bir bedeli de var elbette. Işıktarların ömrü, büyü kullanamayan insanlara göre çok daha kısa oluyor. Bunun sebebi ise ışığın ve büyünün çok fazla kullanılması sonucu, Işıktarların irislerinin parçalanması ve delirmeleri. Bu yüzden Işıktarlar, gözlerindeki haleler kırıldıktan sonra kendilerine ve çevrelerindekilere zarar vermemeleri için Azat ismi verilen bir törenle, bizzat Lord Prizma tarafından öldürülüyorlar. Azat törenine katılmak bir mecburiyet, dolayısıyla katılmayı reddedenler de bir şekilde yakalanıp yine öldürülüyorlar. Azada katılmayı reddedenlere ise Zincirsizler adı veriliyor. Zincirsizler, çoğunlukla insansı şekillerini kaybedip, ışığın maddeye dönmüş hâli olan saf lüksinden yapılmış gibi görünüyorlar.

İnanç Sistemi

1018316866

Romanda temel olarak iki inanç sisteminden bahsediliyor ki bu iki inanç sistemi de kronolojik gelişimleri bakımından yaşadığımız dünya ile uyumlu. Pagan Tanrıları diye de bahsedilen ve yine spektrumun renkleriyle resmedilen Eski Tanrılar var, romanın başlangıcından çok çok eski bir zamanda insanların çok tanrılı bir inanç sistemi olduğunu anlıyoruz. Fakat daha sonra insanlar Işığın Tanrısı Orhalom’a yani tek bir Tanrıya inanmaya başlıyorlar. Tek tanrılı dinlerin ortak özelliklerinden biri olarak elbette bir peygamber de mevcut. İsmi Lucidonius olan ve ilk Prizma olarak kabul edilen bu kişi, eski tanrılara tapınmayı yasaklıyor ve insanları tek ve gerçek Tanrı olarak nitelendirilen Orholam’a inanmaya davet ediyor.

İki temel inanç sistemi var dedik ancak romanın sonunda yeni bir inanç sistemi veya daha uygun bir ifadeyle farklı bir inanç odağı daha oluştuğunu, serinin devam kitaplarında da bunun hakkında daha fazla şey görebileceğimizi de belirtmem gerekiyor.

Genel Değerlendirme

D0ATX0KX4AIE_r-

Bir olumlu, bir de bayağı olumsuz değerlendirmem olacak kitapla ilgili. Tatlı sözleri en baştan sarf etme taraftarıyım, o yüzden olumludan başlıyorum. Roman, iyi kurulmuş ve üzerine düşünülmüş bir dünyada geçiyor. Fakat bu dünyayla ilgili çok ayrıntılı bilgi alamıyoruz ve kafamızda fazlaca soru işareti kalıyor. Meselenin, Kara Prizma’nın bir serinin başlangıç kitabı olmasıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Hâliyle yazar, ilk olarak konusunu ve karakterlerini okuyucuya olabildiğince tanıtmaya uğraşıyor. Kitap görece uzun bir kitap olduğu için, ilk yüz–yüz elli sayfasını ite kaka atlatmak zorunda kalabilirsiniz. Bu cümlem, aslında pek çok kitap için geçerli olan bir durumu belirtiyor. Bu kısmı aştıktan sonra ise merak duygusu kamçılanıyor ve okumaya devam ediyoruz.

Yedi yüz sayfa boyunca zaman zaman sıkıldığım yerler olmadı diyemem fakat kitabın vaat ettiği şeyi vermekte başarılı olduğunu söylemem lazım. Elli sayfa çok hareketli olmayan ve dünyayı, karakterleri tanıtmaya yönelik bir anlatım varsa, sonraki elli sayfada da mutlaka bir dövüş veya bir savaş gibi büyük bir hareket ve entrika dönüyor. İnsan ne çok yoruluyor ne de çok sıkılıyor diyebilirim. Eğer benim aksime soyut şeyleri, kalem kâğıda ihtiyaç duymadan kafanızda somut hâlde canlandırabilmek için çok zaman harcamıyorsanız (buradan ağır sayısalcılara kocaman bir selam yolluyorum) aradaki çok hareketli olmayan yerlerin bazılarında çok eğlenirsiniz. Ayrıca kitap içerisinde denizcilik ve deniz taşıtlarıyla ilgili çok güzel teknik kısımlar var, ilgilileri de bu kısımlara bayılacaktır diye düşünüyorum.

Buna ilave olarak roman içerisinde iki, sonraki romanlara etki edecek de bir büyük başarılı şaşırtma var. Önceki okuma tecrübeleriniz veya dikkatinizle birini tahmin etseniz, ona odaklanırken diğerinin geldiğini görmüyorsunuz. Bu büyük şaşırtmalar haricinde de yazar, zaman zaman bulduğu fırsatlarda okuyucuyu ters köşe yapmayı ihmal etmiyor. Tahmin edilebilirliğin olabildiğince az olması ve tek bir şaşırtmaya bel bağlanmaması beni cezbeden bir durum, sizin için de öyleyse eğer memnun kalacaksınızdır.

Geldik kötü sözlere. Güzel ve orijinal bir konu bulmaktan çok, iyi bir şekilde anlatabiliyor olmanın önemli olduğunu düşünen insanlardan biriyim. Yazarın dil ve üslubunu hiç sevmedim. Yedi yüz sayfa yanlış kullanılmış sıfatla karşı karşıya kalınca sizlerin de az çok rahatsız olacağınızı düşünüyorum. Hatta okurken bir yerde güzel bir paragraf gördüğümde, iki yüz sayfadır benzerini görmediğim bu cümlelerin aynı yazardan çıkamayacağını, çevirmenin işine dört elle sarılarak, elinden geldiğince üslubu düzelttiğini düşündüm. Bir başka kabahat daha söyleyeyim, kitabın sonuna İthaki editörlüğünde eklenen kısım olmasaymış, kitapta bahsedilen çoğu şeyi anlamak da mümkün olmayacakmış. Eğer okumaya niyetlenirseniz öncelikle kitabın sonundaki ekler kısmından başlamanızı tavsiye etmiş olayım.

Bir diğer sıkıntı ise karakter yazımı. Dört ana karakterin sadece bir tanesi tam ve düzgün bir şekilde resmedilmiş diyebilirim. Geri kalanlar biraz olay örgüsü içindeki işlevlerine göre ve temel karakter yazım stereotiplerine bağlı olarak yazılmış gibi hissettim. Serinin diğer kitaplarını henüz okumadım, dolayısıyla bu sözlerim sadece ilk kitap için geçerlidir. Keşke pek sevgili yazarımız büyü sistemini kurmaya ve tanıtmaya harcadığı vakti ve özveriyi birazcık da üslubu ve karakterleri için harcasaymış.

Kitaba yönelttiğim eleştirilerin, kitabın okunmaya değmediği anlamına gelmediğini; eğer bunlar olmasaydı gerçekten özgün ve merak uyandırıcı bir konusu olduğunu düşündüğüm bu kitabın çok daha başarılı olacağına yönelik görüşlerimi içerdiğini de söyleyerek sözlerimi bitiriyorum. Daha üstüne sorunuz olursa, biliyorsunuz, her zaman ulaşmanızı bekliyorum.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

4 Comments

  1. Anlatımda sorunlar olsa da, yazarın yarattığı dünyayı çok sevdim.
    Fakat serinin devam kitapları nerede? Ben hiç bir yerde, bir bilgiye denk gelmedim. Çevirisi yapılmadı mı acep?

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Bildiğimiz kadarıyla üzerinde çalışılıyordu fakat pandemi sebebiyle akıbetinden haberdar değiliz.

  2. Ahmed Atılgan Reply

    Meltem hanım, incelemeniz için teşekkür ederim. Fakat kitabın olumsuz olarak bahsettiğiniz kısmı, yani anlatım dili konusundaki eleştirilerinize katılmıyorum. Fantastik kitapları bir hayli okuyan biri olarak anlatım konusunu oldukça beğendiğimi söylemek isterim. Kişileri, olayı ve ortamı betimleyişi gerçekten çok başarılı. Kitap bir an İçin dahi sıkmıyor. İlk 150 sayfanın sıkıcılığı da gerçekçi değil. Kitap ilk sayfadan son sayfaya kadar kesintisiz aksiyon barındırıyor. Aksiyonla birlikte betimlemeleri ifade edişi, harmanlaması gerçekten çok başarılı.

    Üslubunda bir sıkıntı da görmedim.

    Yine de değerlendirmeniz çok teşekkür ederim.

    Yorumu yazma amacım kitabı alıp okuyacakların kitabı “bayağı” olarak düşünmemeleri, özellikle de üslubunun ve edebi yönünün gerçekten kuvvetli olduğunu belirtmek istememdi.

    Kemal Tahir’in Devlet Ana kitabı kadar olmasada, farklı bir anlatım modellemesi seçmiş olması ve bunu gerçekten başarıyla yapması beni çok şaşırttı. İki kitabını normal bir okumayla 2 haftada bitirmiş bir olarak herkese keyifli okumalar dilerim. Saygılarımla

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.