Manga yazı serimize başladığımızdan beri size anlatmak, misyonerliğini yapmak istediğim çok özel bir seri var: One Piece. Bunu yaparken sizi korkutmak istemediğim için konuya hemen girmedim. Önce mangaların genel hatlarını anlattım daha sonra da power-uplar hakkında bir yazı yazdım. Ama sanırım artık en sevdiğim manga olan One Piece’ten konuşmamızın zamanı geldi.
Eiichiro Oda’nın “gerçek” bir işten kaçmak için yazmaya başladığı One Piece, kısaca Monkey D. Luffy adında bir çocuğun dünyanın en büyük korsanı olma hayalinin peşinden koşmasını anlatıyor. Yayın hayatını 1997 yılında başlayan ünlü manga, yayınlandıktan sadece iki sene sonrai yani 1999 yılında, animasyon oluyor ve Japonya’nın en ikonik mangalarından birine dönüşüyor. Kendisine ait restoranlar, heykeller, mangada ölen karakterlere özel anıtlar ile adeta yaşayan bir efsane haline geliyor. Bütün bunlar da yetmiyormuş gibi manga, Guinness Rekorlar Kitabı’ndaki “tek bir yazar tarafından yayınlanan en uzun çizgi roman” rekorunu da kırmayı başarıyor.
Aslında hikayemiz Korsanlar Kralı ünlü Gol D. Roger’ın, Dünya Hükümeti tarafından yakalanıp idama mahkum edilmesiyle başlıyor. Denizlerin hâkiminin son sözlerinde, “One Piece” ismini verdiği bütün hazinesini denizde bıraktığını ve isteyen herkesin onu gidip alabileceğini söyler. Böylece dünyanın her yerinden yüzlerce gemi, binlerce insanla beraber yelken açıp büyük Korsan Çağı’nı başlatır.
Bu olaydan tam 22 yıl sonra East Blue’dan Korsanlar Kralı olmak için yolcuğuna başlayan Luffy’nin ise gemisi veya tayfası yoktur ama büyük bir maceracı ruhu vardır. Onun da ihtiyacı olan tek şey odur zaten. Önce dünyanın en iyi kılıç ustası olmak isteyen Zoro’yu katar tayfasına. Daha sonra dünyanın haritasını çıkarmak isteyen Nami katılır aralarına. Usopp ilk başta çekimserdir ama dünyanın en cesur adamı olma hayaline daha fazla sırtını dönemez ve ilk gemileri Going Merry’nin güvertesine çıkar. Tek bir yemek zerresinin bile ziyan olmasından nefret eden ve kendisinden yardım isteyen bütün aç insanlara yemek veren Sanji geminin aşçısı olur. Son olarak aralarına sırasıyla Chopper, Robin, Franky ve Brook’u da katarak birlikte “Hasır Şapka” Korsanlarını oluştururlar. Artık One Piece’i bulmaları için önlerinde hiçbir engel yoktur ya da onlar öyle olduğunu düşünür.
Tayfanın, karşılarına çıkacak dünyanın acımasız ve zorlu olduğunu anlamaları fazla uzun sürmez. İlk başta “şeytan meyvesi” kullanıcıları ile tanışırlar. Denizde bulunan bu meyveleri yiyen insanlara çok büyük bir bedel karşılığında türlü türlü yetenekler bahşeder. Şeytan meyvesi kullanıcılarından sonra ise “haki” kullanıcıları çıkar karşılarına. Hepsinin aklında ise tek bir şey vardır o da One Piece’i bulup dünyanın en güçlü adamı olmak. Peki, Luffy de gerçekten bunu mu istiyor? Onun da tek istediği diğerleri gibi dünyanın en büyük hazinesine sahip olup dünyanın bütün denizlerine korku salmak mı?
Yolculukları bir noktada onları Gol. D. Roger’ın sağ kolu Kara Kral Rayleigh ile buluşturur ve onlara One Piece’in yerini direk ilk ağızdan öğrenme fırsatı verir. Böyle bir fırsatı kaçırmak büyük aptallık olurdu değil mi? Sonuçta bütün dünya ile beraber bulma yarışına girdiğiniz hazinenin yerini bilen tek kişi karşınızda duruyor. Ona soracağınız sorular da kaçınılmaz olanlar oluyor haliyle: One Piece gerçekten var mı, nerede ve her şeyden önemlisi “One Piece” denilen şey ne? Usopp da bizim gibi düşünmüş olacak ki “One Piece gerçek mi?” diye sorar ama daha sorusunun yarısındayken Luffy’nin ona bağırdığını duyup susar.
“Usopp! Hazinenin nerede olduğunu bilmek istemiyorum! Hazinenin olup olmadığını bile duymak istemiyorum! Eğer Yaşlı Adam bize tek bir kelime söylerse Korsanlar Kralı olmaktan vazgeçerim! Eğer böylesine sıkıcı bir macera olacaksa ben gitmeyi reddediyorum!”
One Piece‘i ve Luffy’i sevmemizin en büyük sebebi işte tam olarak bu. Onun korsanlığa başlama sebebi, para ya da herkesin peşinde koştuğu bir hazine değil. Hazine, onun asıl amacına giden bir araç sadece. O, sadece Korsanlar Kralı olmak isteyen biri ama bu da onun için farklı bir anlama sahip. Gittiği her yerde kabadayıların karşısına çıkması, masum insanlara ne şartta olursa olsun yardım etmesi, arkadaşları için doğanın bütün güçlerine gözünü bile kırpmadan meydan okumasıyla Luffy, dünyanın en güçlü adamı değil, dünyanın en özgür insanı olmak için Korsanlar Kralı olmak istiyor. Luffy varacağı yeri değil oraya nasıl gittiğini önemsiyor.
Bakın, Luffy’nin yaşadığı dünya hataları affetmeyen türden. Ne kadar güçlü olursanız olun, ne kadar deli olursanız olun bazı yazılmamış kurallar var ve onlara uymanız gerek. Mesela dünyanın en güçlü ve en kalabalık korsan tayfasına sahip olsanız bile Dünya Hükümeti’ne açık bir savaş başlatmaktan çekinirsiniz. Kaybetmekten korkacağınız için değil, böylesine büyük bir savaşın her iki cepheye de zarar vereceğini bilerek böylesi bir davranıştan kaçınırsınız.
Ama Dünya Hükümeti’yle savaşa girmenin tek yolu onlara açık açık savaş ilanında bulunmak değil. Dedik ya, çok fazla yazılmamış kural var. Mesela ilk Dünya Hükümeti’ni kuran ailelerin soyundan gelen Celestial Dragon‘lar var. Bu kişiler krallarında üstünde bir soyluluğa ve dokunulmazlığa sahipler. Öyle ki yolda gördükleri güzel bir kızı kendi eşi olarak alabilir, eğer eşleri varsa onları öldürebilir ve kimseye hesap vermek zorunda kalmazlar. Onlara dokunanın cezası net ölümdür -ki bunun için aklını yitirmek falan gerekir. Bir Celestial Dragon’a dokunacak kişi, sadece birkaç saat sonra yüzlerce gemiden oluşan Dünya Hükümeti filosu ile karşılaşacağını bilir ve böyle bir şeyden hemen vazgeçer.
Size daha önce Luffy’nin sonuçları düşünen biri olmadığını söylemiştim. Luffy eğer bir yerde insanlara zulmeden birini görürse dünyanın ona karşı ayaklanacağını düşünmez. Hepimizin ilk aklına geleni yapar, yumruğunu sıkar ve karşısındaki Celestial Dragon ya da dünyanın kralıymış demez, yapıştırır suratına. Daha da güzeli, tayfası asla böyle bir şey yaptığı için yargılamaz onu. Hatta arkasında durur ve gurur duyar. Zoro “Sen vurmasaydın ben kesecektim zaten” deyip yaptığının haklılığını savunur. Bundan sonrası, sonraki iştir onlar için.
Daha fazla ileri gidemez sanıyorsunuz öyle değil mi? Nihayetinde bir kişiye vurup Dünya Hükümeti’ne karşı gelmek aklından zoru olan bir kişinin yapacağı bir şey olabilir. Peki ya Luffy’nin kendi arkadaşlarından birini kurtarmak için Dünya Hükümeti’nin bayrağını ateşe verdiğini ve bilerek isteyerek Dünya Hükümeti’ne karşı savaş açtığını söylesem? İster inanın ister inanmayın, Luffy, arkadaşları için Dünya Hükümeti’nin neler yapacağını bile bile gözünü dahi kırpmadan savaş açacak biri. Onun için kim olduğunuzun ya da ne kadar güçlü olduğunuzun bir önemi yok. Luffy, karşısındakinin gücü ve kendi gücünü sınayarak zaman kaybedecek biri değil. Eğer kötü bir şey yapıyorsanız ya sizi yaptığınız şeyden pişman eder ya da bunu denerken ölür. Ama asla yaptığı şeyin sonuçlarını düşünerek vaktini boşa harcamaz. Kötü biriyseniz karşınızda Luffy’i bulursunuz, bu çok basit.
Şimdilerde 938. sayısının basıldığı ve 22 yıldır devam eden seri yakın zamanda biteceğe benzemiyor. Eiichiro Oda’nın her sayıda daha da genişlettiği dünyası en az bir bu kadar daha devam edecek gibi. Artık çoğu hayran One Piece’in sonunu göremeyeceği, One Piece’in ne olduğunu asla öğrenemeyeceklerini, buna ömürlerinin yetmeyeceğini söylüyor. Haklı olabilirler belki de yetmez ama zaten keyifli olan da yolculuğun ta kendisi değil mi?