2015 yılında bir çizgi roman dergisi yapılacaktı ve birkaç çizer arkadaşımla derginin kurucusu ünlü bir karikatüristle toplantılar yapıyorduk. Bir toplantıda gelenlerle tek tek görüşeceğini beyan etti, işin doğrusu biz de bunu hiç yadırgamadık. Bu kişinin o sırada görüşmeye gelen kadınları taciz ettiğini, seri bir tacizci olduğunun piyasada zaten uzun süredir bilindiğini sonradan öğrenecektik. Farkına varamadığımız, aklımızın ucuna gelmeyen şey gözümüzün önünde gerçekleşmiş, biz de salak gibi bu olayı anlamamıştık. Konumu ya da yaptığı işler yüzünden birine prim vermenin; “Yok canım, olmaz, öyle değildir” demenin nelere yol açtığını birinci elden deneyimlemiş olduk.
O zamandan beridir her gün sistematik olarak tacize uğrayan, tacize uğramamak için elbisesini, makyajını, saçını, duruşunu, tavrını, yolunu değiştiren insanlara kulak vermemenin, bu konularda sessiz kalmanın, müdahale etmemenin tacizciyle aynı safta yer almak olduğunu düşünüyorum.
Neler taciz kapsamına girer?
Genellikle ilk sorulan sorulardan biri “Ne yapmış?” olur. Bu sorunun ardından kişisel kanaatlerle yumuşamaya gidilebilecek bir yol olduğunu seziyorsunuzdur. “Sadece yazı yazmış”, “Fiziksel olarak dokunmamış” vs.
Erkeklerin anlayamadığı ya da anlamazdan geldiği, flört ne zaman taciz kapsamına girer konusunda Psikiyatrist Arzu Erkan Yüce madde madde anlatmış, alıntı yapıyorum:
“İstemediğinizi belirttiğiniz, reddettiğiniz, mesafe ve sınır koyduğunuz, yanıtsız bıraktığınız halde kişi herhangi bir biçimde sizinle temasa, ısrara, flörte, iltifata, davete devam ediyorsa, bundan rahatsızlık duyuyorsanız bu tacizdir.”
“Mağdurun beyanı esastır” ilkesinin yargısız infaz olduğu yanılgısı.
Avukat Oğuzhan Aslan’dan alıntı yapıyorum:
“Mağdur (kadının/erkeğin/çocuğun) taciz ya da tecavüz beyanıyla savcı karşısına çıktığında savcı bu beyanı esas alarak soruşturma açmalıdır. Soruşturmanın iddianame ile tamamlanıp dava açılması için tacize ya da tecavüze uğradığına mağdur ispata zorlanamaz.”
Gördüğünüz gibi, biri beyanda bulunduğunda karşıdaki kişiyi doğrudan hapse atmıyorlar, sadece davayı açmak için yeterli sebep olarak görüyorlar. Diğer türlü sık sık gündeme gelen “Kanıt var mı kanıt?” laf salatasını kanun güçleri ve savcı da tekrarlayacaktı ve o dosyalar açılmadan kapanacaktı tahmin edeceğiniz gibi.
Hukuka, hukuk devletine güvenelim!
Her halde “saflıklarıyla” beni en fazla eğlendiren bunları yazanlar. Sanırım şimdiye kadar her hangi bir devlet dairesine gitmemişler ve televizyon, gazete vs. okumuyorlar.
Koruma kararı verilmediği için öldürülen kadınlar, koruma kararı alınmasına rağmen öldürülen kadınlar, tacizci babasına geri verilmemek için yalvaran çocuklar filan Mordor’da oluyor hep.
Onlar Shire’da mutlu mesut yaşamaya devam etsinler ama biraz Mordor’daki haberleri de okusunlar lütfen.
Ya bana iftira atılırsa?
Bu ifşalarla ilgili en büyük argümanlardan biri, iftira atılarak kişiye itibar suikastı yapılması. Ya birisi benim hakkımda böyle iddialarda bulunursa?
Bu konuda Psikiyatrist İlker Küçükparlak yazmış:
“Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, haksız bir suçlama ile karşılaşma riski bir erkek olarak beni de endişelendiriyor. Yine de toplam toplumsal fayda açısından, erkeklerin bu endişesinin kadınların yaşadığı eziyetle karşılaştırılamayacağını düşünüyorum.”
Kadınları iftiracılıkla suçlamak zaten ifşanın çok zor olduğu bir konuda “O da kitabını o şekilde bastırmış. Yeni kitabı çıkacak, prim yapmak için açıklıyor” gibi iğrenç yakıştırmalara, belki de hayatı boyunca yaptığı işle değil bu taciz olayıyla anılmasına yol açarken, nice psikolojik baskıya göğüs geren kadınları bir kez daha engellemekten başka bir işe yaramıyor.
Tekrar Avukat Oğuzhan Aslan’dan alıntı yapıyorum:
“Bu ilke Yargıtay’ın çok eski bir içtihatıdır. Şöyle yorumlanır: Mağdur kendi şerefini ve namusunu da ortaya koyarak, kendisine cinsel istismarda bulunulduğuna dair bir iddiada bulunmaz. O nedenle somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılır.”
Linç etmeyelim!
Herhalde son on yılın içi en fazla boşaltılan kelimesi “linç” oldu. Türkiye’de kime linç yapıldığını görmek istiyorsanız Madımak’a bakın.
Taciz eden insanların yarattığı eserleri okumamak, izlememek, konuşma ve davetlere çağırmamak, ödül vermemek ya da geri almak linç değil cancel culture (iptal kültürü ya da boykot) kapsamına girer. Bu insanlar konumları, ünleri sayesinde bu kadar kişiye taciz yapma fırsatını buldular, o konumlarını ellerinden almak bundan sonra yapılacak tacizlere set çekmek içindir. Bunu destekleyen insanları da linçle suçluyorsanız açıkça ya linç kelimesinin anlamını bilmiyorsunuz ya da kötü niyetlisiniz demektir.
Sanat mı sanatçı mı?
Bir bakış açısı da bu, sanatçının karakteri ve yarattığı eseri ayrı ayrı mı değerlendirmeliyiz?
Sevdiğimiz bir sanatçı tabii ki kötü karakterli olabilir; ırkçı, faşist ya da cinsiyetçi olabilir. Eserlerini çok sevdiğim Robert E. Howard ve H. P. Lovecraft bu kategoriye giriyor mesela. Ürettikleri eserin niteliğinden bağımsız olarak burada da hatalı bir karşılaştırma var. Konumuz olan tacizcilerin bahsettiğim yazarlar gibi fikirsel olarak bir yanlışı savunmaları değil, seri şekilde suç işlemeleri.
Yine de kişisel bir tercih. Okuyana ‘niye okudun’, okumayana ‘niye okumadın’ denemez. O yüzden tekrar edelim, bu düzende sahip oldukları yıkılmazsa bu kişiler bu davranışlarını tekrarlayacaktır.
Ayrıca tacize uğramış birinin tabii ki tacizci olduğu belli olan bir yazarın kitabını okumak istemeyeceğini tahmin etmek zor değil. Satır aralarında sizin fark etmediğiniz o sinsi tavrı görecek ve belki de o travmayı tekrar yaşayacaktır.
Sosyal medyada yazacağınız her “ama”, mağduru korumak şöyle dursun, tacizcinin işine yarayacaktır. “Sular bir durulsun, tavrımı ona göre alayım… Yayıneviyle aram bozulmasın, iş ilişkilerim zedelenmesin” gibi düşüncelerle sessiz kalmanız tacizcinin işine yarayacaktır. Tacizi olmamış gibi ele alıp tacizciden mağdur yaratma çabaları, evet iyi bildiniz, yine tacizcinin işine yarayacaktır.
Yazıyı, sevgili arkadaşım Bedia Yılmaz’ın sözleriyle bitiriyorum: “Bir kitap eksik olsun ama bir kadın eksik olmasın.”
1 Comment
Doğru söze ne denir?!