Oppenheimer’ın 3 Günahı

1) Beklendiği Kadar Yok.

Florence Pugh in Oppenheimer

Evet, günahlardan ilki de girişini son sevaptan alsın. Filmin pazarlanması esnasında, konusu gereği de ağır mevzuları ele alacağı için yönetmen dâhil herkesten “Darmadağın olacaksınız!” minvalinde konuşmalar duyduk. Biraz abartı mutlaka anlaşmaya dâhil, kabul ettik fakat gene de izledikten sonra ufak bir sarsılma bile yaşamayacağınız kesin gibi. İkinci Dünya Savaşı’nı da nükleer felaketleri de atom bombasını da çok daha keskin işleyen filmler kültleşmiş olduğu gibi bunların parodilerinden oyunlarına kadar sayısız yan ürünü de severek hayatımıza kattık. Oppenheimer ise senaryosundan başlayarak özellikle bu kısımdan çok uzakta durmayı tercih etti ama onun yerine de başka bir çatışma ya da uyumluluk koymadı. Dolayısıyla özel bir ilginiz yoksa bütün filmi dümdüz bir surat ifadesiyle izleyip, “Bu da böyle, güzel bir anıydı.” diyerek yolunuza devam edebilirsiniz.

Bu günah sadece genel senaryo ile de ilgili değil. Filmin yan karakterleri, özellikle de kadın karakterleri çok iki boyutlu ve modası geçmiş bir temsille filmde varlardı. Sinir krizinin eşiğindeki kadınlar başta olmak üzere Cillian Murphy’nin her bir ânı planlı mimiklerine sebep olsunlar diye var olan diğer tüm diğer şeyler bu sebeple biraz yüzeyseldi, bu da bir günah olarak filme yazıldı. Bir karakter sadece filmin sonunda selamı alınmasın diye selam verdi, bir karakter sadece tanıdık bir ismi dile getirmek için oradaydı vb. Günün sonunda bu böyle bir film, Oppenheimer’ı anlatmak istedi dolayısıyla burada bir sorun yok. İki dakikalığına görünmesi için seçilmiş karakterlerde elbette ki ekran süreleri nedeniyle koca bir arka plan aramayacağız ama en azından Oppenheimer’ın hayatına yön vermesi için -ya da filmde kadın oyuncu da olsun demek için- yerleştirilmiş karakterlerde daha fazlasını beklerdik.

2) Bir Patlama İçin Değmezmiş.

Oppenheimer poster

Filmin sevaplarından bahsederken sürekli gördüğümüz o patlama sahnesinin pazarlama için başarılı olan ancak filmin içerisindeki minik yerinden dolayı mutlu olduğumu söylemiştim. Filmin içerisinde bu sahnenin yeri o kadar da önemli ve zirve bir noktada durmuyor, demiştim. Bunu artı hanesine yazmakla beraber Nolan, “Ben bunu dev ekranda mükemmel çekerim!” dediği için koca bir filmi de bu patlamanın etrafında döndürmek bir eksiydi. Bir noktada rota değiştirmişler ve bence çok iyi olmuş fakat yine de rota değiştirildiği de bariz şekilde hissediliyor. Bir sonraki maddede bu ‘etrafında döndürmek’ kısmını açıklayacağım için şimdilik bir kenara bırakıyorum. Onun yerine şöyle diyeceğim, filmin “zirve” sahnesi filmin tanıtımlarında sözünü verdiği temaların her birinden o kadar uzak ki Atom bombasının babası” Oppenheimer’ı değil, yanlış anlaşılan ya da kendi icadıyla vurulan herhangi bir bilim insanını yahut fazlaca ünlü olup başına kontrol edemeyeceği başka şeyler gelen -kurgu serbestse bunlara dahi gerek olmayan- herhangi bir insanı anlatabilirmiş.

Bir de sırf üç dakikalık o sahne, haydi iki-üç tane de minik yıldız ve gezegen görüntüsü ile beş dakika için IMAX’ler, ekran kaliteleri, hangi salonlar, “Aman dikkat“ler konuşmamıza gerek yokmuş. Henüz izlemediyseniz ya da bilet almadıysanız aklınızda olsun, ses sistemi iyi olan herhangi bir salonda izleyebilirsiniz.

3) Olduğundan Büyük Gözükmeye Çalışıyor.

christopher nolan oppenheimer setinde

Filmle ilgili affedilemeyecek tek bir günah varsa o da budur diye düşünüyorum. Bir saniye durup dinlenmenize imkân vermeyecek kadar çok gürültü; beste varsa beste, beste yoksa ambiyans sesi, o da yoksa sinyal ya da tik-takla dolu, ara vermeden geçen üç saatte diyalogları bile anlamakta zorlandığımız zamanlar oldu ve bunun tek nedeni de patlama sahnesindeki imkânsız sessizliği yakalamakmış diye düşünmeden edemiyorum. O sahne sessizliği ile vursun diye bütün filmi sese boğmuşlar. Tabii ki kasıtlı bir seçim söz konusu olduğu için sesin diyalogların üzerine geçtiği o birkaç sahne dışında istenen de bu, sahneye uyumsuz ya da kurguda sıkıntı yaratan bir şey yok ortada, aksine etkiyi artırdığı çok yer var. Bu da zaten az önce neden IMAX’e gerek yok, sesin patlamadığı herhangi bir salonda izleseniz yeter dediğimi açıklayacaktır.

Filmin olduğundan daha büyük gözükmeye çalışmasının bir diğer ayağı, diyaloglar ve bazı sahnelerdeki çekim tercihleri. Herhangi bir dizi ya da filmde, sırf punchline oluştursun diye kurulmuş cümleler gördüğümüzde yine eleştiriyoruz ama Oppenheimer’ın ya da Nolan’ın bunlara ihtiyacı var mı cidden? Üzerinde durmuyor, bırak onu Barbie yapsın; sen başka şeyler satıyorsun, ne bileyim. Buradan “Aman hiçbir filmde punchline olmasın!” gibi bir anlam çıkartmayın, tabii ki olacak ama punchline‘ı punchline yapan da doğru yerde, doğru anda, doğru arka planla sizi oraya taşıdıktan sonra gelişi değil midir? Her an, herkesçe kurulabilecek basitlikte bir cümle veya bir söz öbeği de imza olarak aklımıza kazınabilir. Burada ise daha ziyade beğenilen punchline kullanılabilsin diye yazılmış sahneler var. Benzer bir durum da seyirciyi vurması planlanmış spesifik bazı sahnelerde, filmin geri kalan %98’inde yer almayan bir gösterme arzusunun peyda olması. Bilirsiniz onları, “Sahnede başka ve daha merak ettiğiniz şeyler olsa da bu harekete dikkat etmeniz için alakasız bir yere pan yapacağım. Filmin sonunda neden yaptığımı anlayacaksınız.” Fikir güzel çınlamış olacak ki karakterlerimizin atar-gider yapacakları birkaç anlarında bu yol tercih edilmiş.

Ve son olarak, filmin finaline yaklaşırken birdenbire kendini fazla beğenmeye başlamasını buraya yazabiliriz. İzlediğinizde göreceksiniz, aralara “Oppenheimer’ın hikâyesini de bir gün anlatacaklar” minvalinde replikler serpiştirmişler. Nolan, “Ben de bunu yaptım.” diyor onların aracılığıyla. Yargısını biz verseydik daha iyiydi ama o kadarcık egoya da bir şey dememek lazım belki? Benim filmin gerçekliğinden çıkmama sebep olacak kadar ayrık durdukları için kulağımı tırmaladı, başka birisi ne der bilemiyorum.

Kendimce sevabını ve günahını açıklayarak dizmeye çalıştığım Oppenheimer, hepsinin toplamında benim için iyi bir filmdi. 2023’ün en iyi filmi olur mu, zannetmiyorum. Fakat gerek biyografik anlatılar gerekse de çok güzel kurgulanmış bir tarih anlatısı açısından kayda değer bir film olacağı kesin. Üç saat oturduğum yerde, karnıma ağrılar girdirecek kadar soğuk bir salonda dikkatle izledim; yine olsa yine izlerdim. Her an her üretimden zevk alabilmek için şaheserler beklememeyi yahut zevk alamadıysak bunu yapımları yerin dibine sokmayı gerektirecek bir durum olarak görmemeyi başaran herkesin de aynı fikirde olacağını düşünüyorum.

Sizler Barbenheimer dalgası ile şimdiye kadar nasıl başa çıkıyorsunuz? Nolan bilim kurgudan ilerlesin mi yoksa bu tarz filmler mi yapsın? Oppenheimer’ı izleyecek misiniz? Filmi izlemeden önce merak ettiğiniz başka bir şey var mı?

1 2
Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

1 Comment

  1. Emre Kaplan Reply

    Bir fizik ve mühendislik sevdalısı olarak filmin asla duygusal olması için tasarlanmamış bazı sahnelerinde bile çok duygulandım. Objektif değerlendirince gerçekten sevabı kadar günahı olan bir film olsa da Oppenheimer’ın projeye karşı psikolojisini güzel yansıttığını düşünüyorum. Kendi hırsı ve dünyayı değiştirme isteğiyle ne yaptığının farkına, ancak bomba Japonya’ya atıldığında varıyor. Test patlaması sırasında bile patlamanın güzelliğine ve teorisinin pratiğe dökülmesine o kadar hayran kalıyor ki, patlamanın insanlara ne yapacağını bir an olsun düşünmüyor. Savaşın ardından ise sonrasında “Mutually assured destruction” ilkesi denecek politikayı uygulayarak savaşları engelleyeceğini düşünüyor ve bunu kamuoyuna anlatmaya çalışıyor.

    Filmi duygusal açıdan çok beğensem ve bombanın ardındaki bilimi hem genel kitlenin anlayabileceği şekilde hem de konuyla ilgili olanları tatmin edici biçimde anlattığını düşünsem de filmden büyük bir beklentim vardı: daha fazla psikedelik sahne. Ara ara Oppenheimer’ın delüzyonlarına şahit olsak da bana yeterli gelmedi. Bombaya, döneminde ruhani bir güç atfedildiğini düşününce bunun üzerinden sanrısal sahneler izlemek çok hoş olurdu diye düşünüyorum.
    Filmin ikinci yarısının büyük kısmını oluşturan politik drama sahnelerinin akıcılığını sevdim. Fakat çok fazla isimden ve çok ayrı zamanlardan olaylardan bahsedildiği için Rami Malek’in karakteri girip her şeyi anlatana kadar takip etmesi zor bir sekans olduğuna inanıyorum.(belki de sinemada bu sahnelerden sıkılıp mesajlaşmaya başlayan insanları uyarmaktan dolayı bir kaç şey kaçırmış olduğumdan olabilir)
    Filmin genel olarak, konuyla ilgili insanları çok mutlu edecek ve bu filmi unutmamalarını sağlayacak; pek de ilgisi olmayanlara ise güzel bir 3 saat geçirtmekten öteye çok gidemeyecek, “aa Oppenheimer diye film vardı güzel sahneleri vardı” seviyesinde cümlelere vesile olacak bir eser olduğunu düşünüyorum.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.