WandaVision’ın bitmesinin üzerinden yalnızca iki hafta sonra Disney, Falcon and the Winter Soldier’ı çıkararak nefes almamıza bile izin vermedi. Birbirinden gece ve gündüz kadar farklı olan bu iki dizi de bize, birbirinden oldukça farklı duygular yaşattı ve yaşatmaya da devam ediyor. Biz de her bölüm olduğu gibi onları izleyip, incelemekten büyük bir keyif alıyoruz. The Falcon and The Winter Soldier’ın, The Star-Spangled Man isimli ikinci bölümü de izledik ve hemen daha fazla zaman kaybetmeyerek incelemeye başlıyoruz.
Geçtiğimiz bölüm, dizinin iki ayrı bölüme ayırarak anlatmayı tercih ettiği Sam ve Bucky’nin hikâyesi, bu bölümde birleşiyor ve ikili, sonunda Sam’in yaptığı tercih ile yüzleşiyorlar. Her ne kadar Sam, kalkanı Amerika’ya teslim etme kararından dolayı duygusal olarak pişmanlık yaşasa da hâlâ daha bunun yanlış bir karar olmadığını ve Steve ile Bucky’nin bunu anlayamayacağını savunuyor. Öte yandan Bucky ise Sam’in verdiği bu karara şiddetle karşı çıkıyor ve yeni Captain America’nın kalkanının elinden alınması gerektiğini söylüyor. Bakmayın aslında biz de bunu içten içe istiyoruz ama Bucky’nin henüz bunu istemesi için, en azından yeni Captain America’ya bu kadar sert davranması için yeterli bir motivasyonu yok gibi geliyor bize. Tamam, adam en yakın dostunun yerine geçti ama belki iyi biridir be abi. Bu kadar asabileşmeye ne gerek var?
Gerçi şimdi Bucky’e yükleniyoruz ama Captain America’mızın yerine geçen John Walker’ı geçtiğimiz bölüm ilk gördüğümüz de biz de etimizle kemiğimizle nefret etmiştik. Fakat bu bölümün başında John Walker’ın arka plan hikâyesini görmemizle beraber bizim fikirlerimiz değişti ve aslında bu adamın o kadar da kötü olmadığını, sadece kendisine verilen bir görevi hakkıyla yerine getirmeye çalışan bir adam olduğunu düşünmeye başladık. Bu düşüncelerimizde haklı olup olmadığımızı zaman gösterecek ama en azından dizinin yapımcıları, bizi böyle düşündürtmek için ellerinden geleni yaptılar.
Öte yandan ben Captain America’yı yeniden seçtiklerini gördüğümde, hiç böyle aksiyonun ortasına atacaklarını düşünmemiştim. Captain America’nın, İkinci Dünya Savaşı sırasında ilk ortaya çıktığında olduğu gibi, onu bir propaganda malzemesi olarak kullanacaklarını ve onun üzerinden Amerikan ordusuna yardım toplamayı amaçladıklarını sanıyordum. Fakat benim düşüncelerimin tam aksini kanıtlarcasına daha ilk aksiyon sahnesinde John ve yardımcısı Battlestar, Sam ve Bucky’e yardım ederek onların hayatlarını kurtardı. Bundan sonra da aksiyonun tam ortasında olacağını düşündüğümüz John ve yardımcısının, kendi inandıkları şekilde Flag-Smasherlar ile nasıl mücadele ettiğini göreceğiz bol bol.
Flag-Smasherlara ile yaptıkları ilk kavga sonucunda evrende yeni süper askerlerin olduğunu öğrenmemizle birlikte dizinin bize açıklaması gereken yeni bir sorun ortaya çıktı. Marvel Evreni’ndeki en zeki insanlardan biri olan Bruce Banner’ın bile kopyalamaya çalışırken başarısız olduğu süper asker serumunu, kim yeniden üretmeyi başardı? Dizinin bunu gerçekten bize çok iyi bir şekilde açıklaması gerekiyor yoksa MCU’nun mekik mekik dokuduğu çoğu olay örgüsünü mahvedebilir. Fakat tüm bu olayların başında Kevin Feige olduğu için kendisine güveniyor ve bir anda ortaya çıkan bu yüzlerce süper asker serumunun iyi bir gerekçesi olduğuna inanıyorum.
Neden bir anda dünyada bu kadar çok süper askerin peydah olduğunu bizim anlamamamız bir yana dursun, bizimle aynı kafa karışıklığını yaşayan Sam ve Bucky de bu sorunun cevabını öğrenmek için eski düşmanları Baron Zemo’nun yanına gidiyor. İlk bakışta bütün Avengers’ı birbirine düşüren bir adamdan yardım istemek aşırı derece de aptalca bir karar gibi gözükse de fragmanlarda Zemo’nun serbest kaldığını ve buna, muhtemelen Sam ve Bucky’nin sebep olduğunu düşününce bu karar olduğundan çok daha aptalca gözüküyor. Anlıyorum, HYDRA’nın bütün sırlarını bilen birine ihtiyacınız var fakat dünyadaki en tehlikeli suçludan yardım istemeden birkaç başka adrese gidebilirdiniz diye düşünüyorum… Umut ediyorum göründüğünden daha zekice bir şekilde çözerler bu sorunu da.
Sevgili Bucky’miz, kendi bakış açısına göre oldukça haklı bir sebeple Sam’in kalkanı teslim etmesine karşı çıkıyor fakat Sam de “Steve ve sen, benden ne istediğinizi anlamıyorsunuz” diyerek olayları kendi bakış açısıyla anlatmaya çalışıyor. İlk başlarda Sam’in, Captain America olmanın getirdiği sorumluluğu istemediğini düşünsek de daha sonra Captain America’nın yokluğunda bir süre Amerika’nın kahramanı olarak görev yapmış ve herkesten gizlenmiş Isaiah ile yaptıkları sohbet ile dizinin yapımcılarının; siyahi bir insanın, Amerika’nın kahramanı olarak kabul edilmesindeki zorluklara parmak basacağını işaret ediyor gibi.
The Falcon and the Winter Soldier, hem dünyanın sınırlarının ortadan kalkmasını isteyen Flag-Smasherlar’ı hem de Sam ve Captain America olmak üzerinden, Amerika’daki ırkçılık olaylarını anlatma isteğine büyük bir heyecan duysam da temkinli yaklaşmadan edemiyorum. Gerçekten bu iki konuyu da çok iyi işlerlerse benim gözümde, şimdiye kadar yapılmış en efsane Marvel işlerinin yanında hak ettikleri yeri alırlar. Fakat işte o kadar hassas ve anlatılması bir o kadar zor konular ki en ufak bir kötü yazarlıkta tüm yaptıklarını ellerine yüzlerine bulaştırabilirler. Bu yüzden umarım gerçekten yazar koltuğunda ne yaptığını bilen insanlar oturuyordur zira bu iş WandaVision’daki Quicksilver olayına benzemez, bir anda kazan kaldırır insanlar.
The Falcon and the Winter Soldier şimdilik iki bölümüyle de ortalama bir Marvel filmi kalitesinde iş çıkartıyor ve bir sürü farklı altyapı kuruyor. Biz de bu altyapıların altında kalmayacağını ümit ederek izlemeye devam ediyoruz. Siz nasıl buldunuz dizinin ikinci bölümünü? Yorumlara yazın, konuşalım.