3. İyilik vs. Kötülük, Dibine Kadar!
Bu özünde gerçekten de iyilik ve kötülüğün mücadelesine dayanıyor. İsimler bile atıfta bulunur vaziyette. Bir tarafta Angela Burr var, diğer tarafta da Richard Roper. İyilik meleği, intikam meleği Angela ve Grim Reaper, yani ölüm meleği, Azrail Roper. İki tarafın da niyetleri, renkleri, duruşları çok belli. Ve iki taraf da muazzam çarpışıyor. Ortasında bir yerde de işte, Jonathan Pine duruyor. Dizinin merkezi hikayesi, bu ebedi kapışmayı büyüleyici bir şekilde sunuyor izleyenlere.
4. Kimin Eli Kimin Cebinde, Hiç Belli Değil!
John Le Carré’nin her işinde olduğu gibi, The Night Manager’da da bir gözünüz devamlı arkada izliyorsunuz diziyi. Her an, herkes, her şeye ihanet edebilir; ya da daha da kötüsü, halihazırda çok uzun bir süredir ihanet ediyor çıkabilir. Hiçbir şey garanti değil, hiçbir ilişki sağlam kazığa oturmuyor Le Carré’nin dünyasında. Bu özellikle Jonathan Pine için geçerli. Tarafların ikisi de çok net, ama arada kalanların sadakatinin gerçekte kime dair olduğu, işte orası çok karışık.
5. Türkiye!
Evet, hikayenin bir bölümü Türkiye’de geçiyor. Hatta, pardon, en önemli bölümü Türkiye’de geçiyor. Spoiler vermeyelim, ama şunu demekle yetinelim: Türkiye’ye gelmediği çok belli olan bir prodüksiyon için, gayet nezih Türkiye çekimleri yapmışlar. Hatta mevzubahis vaziyetimizi, mevcut pek çok yerli yapımdan daha iyi anlatmışlar bazı sahnelerde. Detaya girmemek için ıkınıyoruz, fark etmişsinizdir. Daha bir şey demeyelim o yüzden, ama şöyle kapatalım yazıyı: Diziyi izleyin! Vallahi pişman olmayacaksınız!