Yazar: Kardelen Tetiköz Tabaklar
Küçük bir çocukken annelerin, babaların işe gittiği vakitte kalkıp, heyecanla Şirinler izlemiştir çoğu 90 başlarında doğmuş kişi. Çizgi filmin güzelliği ve küçüklüğümüzün simgelerinden biri olduğu aşikar. Hatırlarsınız, şirinlerde her bir Şirin’in çizgi filmde temsil ettiği bir özellik vardı. Gözlüklü şirin, süslü şirin, aşçı şirin, güçlü şirin… Bunların hepsi bir alanda çok çok iyiydi. Hiçbiri diğerinin alanına müdahale etmez, etmek aklının ucundan bile geçmezdi. Bir şeyde iyi olmak, seni sadece bir şeyin simgelemesi iyiydi yani. Usta şirin evleri tamir eder, aşçı şirin yemekleri yapardı.
Görevleri olan şey aslında yetenekli oldukları bir alanla alakalıydı. Yoksa hep belli bir alana yoğunlaştıkları için mi bu kadar iyilerdi, bu tartışılır tabii. Enerjilerini iyi oldukları şeylere verirler ve hep bunun için uğraşırlardı. Her şey olmak istemezlerdi. Bir şeyde iyi olmak yeterince iyiydi. Bunun idealize bir durum olduğunu, çocukluğumuzda çizgi film izleyerek öğrenmeye başlıyoruz. Daha sonra etrafımızdan duyuyoruz. Her şeyi çok iyi yapamazsın, bir şeyi çok iyi yap sen yeter. E haklılık payı da var. Malum, sınırlı yıllarımızın olduğu bir hayat sürdürüyoruz. Her şeyimiz kısıtlı. Para, zaman, zeka, enerji. Bu kısıtlılık hali içinde her şeyi merak edip yapmaya çalışmak mümkün değil. Bazı şeylerden fedakarlık etmek gerek. Her şeyden az az olacağına, bir şeyden tam olsun derler ya. Bir tek şeyi Şirinle yeter yani.
Bir şeylere tamamen odaklanabilmeyi ve enerjiyi ona akıtmayı muazzam bir şey olarak görmüşümdür her zaman. Bunun hep olması gereken bir durum olduğunu düşünmüşümdür. O sebeple küçüklüğümden beri böyle olmalıyım diye, kendime içten içe telkinde bulunurdum. Daha küçücükken neden böyle bir şey öğrendim, nereden öğrendim diye zaman zaman kafa patlatırken, belki de küçükken izleyip en çok etkilendiğim çizgi filmin böyle hissettirebileceği kanısına vardım (Harcadım seni be Şirinler, üzgünüm). İşte o an, tam 26 yaşımda fark ettim ki -geç olsun da güç olmasın- ben bir Şirin olmaktan çook çook uzağım. Belki de bu yüzden herhangi bir şeyi gerçekten deli gibi araştırıp çılgına dönen insanların bulunduğu Geekyapar’ı bu kadar severek takip ediyorum. Şaşırarak ve hayranlık duyarak.
Bir karakter özelliği değil belki ama hayat yolunda dönemsel olarak değişen bir duygu durum değişimi olarak, tabiri caizse maymun iştahlılığa daha yakın olduğum gerçeğini kendime itiraf etmiş bulunmaktayım. (Alkışlar). Üniversitede piyano kursuna gittim. Yaratıcı yazarlık kursuna. İspanyolca kursuna. Hiçbiri hayatımı önemli bir virajdan değiştirecek kadar etki yapmadı ama neyi sevdiğimi, neyi sevmediğimi, yapabileceklerimi ve yapamayacaklarımı görmem için güzel deneyimlerdi.
İstikrarlı olarak küçüklükten beri sürdürdüğüm tek alışkanlığım ve yaşamak için bir ihtiyaç olduğunu düşündüğüm şey kitap okumaktı. Kitaplar hep yaşamımın önemli bir alanını oluşturdu. Ama onun dışında deneyimlediğim, merak ettiğim şeyler hep değişti. Heveslerim hep yükselip bir an sonra aşağı inebildi. Bu yazıyı yazarken bile hevesle başlayıp ertesi gün hiç bakmadım. Şimdi yeniden başına geçtim. Ama artık bunun kötü ya da olmaması gereken bir şey olduğunu düşünmüyorum. Benim gibi olan insanlar varsa eğer, yalnız değilsiniz yazısı bu bir nevi. Tek bir şeyi Şirinleyemeyiz belki ama bizim süper gücümüz de budur belki.
1 Comment
Şirine’nin görevi ne peki… oh wait.