Benim ne kurt ne de insan olabilen sefil, çirkin ve güzel kızım.
Moro – Mononoke Hime
Genel “dönem filmlerinin” aksine bu filmde çok az samuray, köylü ya da feodal lord var. Bu, tarihin sahnesinde görünmeyenlerin ana karakter olduğu bir film. Bu, tarihin kenarında köşesinde kalmışlara, marjinallere ait bir film.
Hayao Miyazaki
Kültürel Olgu Olarak Anime
Anime, popüler kültürün bir elemanı olarak Zen, Haiku (Japon şiir türü), Ukiyo-E (tahta basma kalıp resimleri) gibi Japon kültürünün geleneksel sanat dalları kadar ciddiye alınabilir mi bilinmez ama kendinden önceki yüksek kültür geleneklerinden etkilendiğini ve kitle kültürü elemanı olmasından dolayı da çok daha geniş bir zümreye ulaştığını kabul edebiliriz.
Beslendiği mangalar gibi animelerin de sadece kitle tüketimine yönelik eserlerden ibaret olduğu önyargısı oldukça geniş fakat son yıllarda anime ve manga üzerine akademik çevrelerde yapılan incelemelerin artması entellektüel açıdan ilginç bir sanat dalı olarak kabul edildiğini, estetik ve sosyolojik açıdan da “kültürel olgu” olarak görülebileceğini gösteriyor.[1] Genellikle belli bir kitle tarafından takip edilmekteyken hitap ettiği kesimin sadece çocuklar olmadığı düşüncesi, 90’larda sinemalarda yayımlanan Akira ve Ghost in the Shell anime filmleriyle değişmeye başlamıştı, 2001’de ise Hayao Miyazaki’nin Spirited Away ile Oscar kazanmasıyla uluslararası bilinirliği de zirveye ulaştı.
Hayao Miyazaki ve Yamuk Bakış
Japonya’nın en ünlü anime yönetmenlerinden biri olan Miyazaki, yarattığı dünyaların ve karakterlerin zengin ayrıntıları dışında eserlerinin çok katmanlı yapısı nedeniyle de oldukça önem arzediyor. Miyazaki’yi diğer yönetmenlerden ayıran en büyük özelliği ise filmlerinin ana kahramanları olan shojo (genç kız) karakterlerinin çocukluktan olgunlaşmaya doğru ilerleyen yolculuklarında; bağımsız, cesur ve sorgulayan kişiliklere sahip olmaları. Bu sebepledir ki Miyazaki’nin shojo karakterleri, mevcut animeler içinde başkalarına oldukça bağımlı ve pasif gösterilen, kendi kimliğini bulma telaşındaki shojo karakterlerden oldukça farklılaşır.
Miyazaki’nin eserlerinde öne çıkan bir diğer unsur da, doğa ve uygarlık arasında süregelen denge/dengesizlik ilişkisi. Kendi etik bakış açısı içinde hikayelerini öğretici bir şekilde kurgulasa da “imgelerinin olağanüstü güzelliği, insanı anında cezbeden bir “Öteki” dünya yaratır ve vizyonundaki diğer öğretici unsurları yumuşatır … bu vizyon sadece “neyin yitirildiği” ile ilgili değil, aynı zamanda da bir zamanlar neyin olmuş olabileceği ile ilgilidir.” Yitirilenin ne olduğu sorusuna verilen cevap ise “insanlar tarafından ele geçirilmemiş ve insan olmayan “Öteki” kimliği” içindeki doğadır. Neyin olmuş olabileceğine verilen cevap ise Mononoke Hime filminde gördüğümüz “doğanın hala bağımsız güç taşıdığı dünyalardır.”[2]
Miyazaki, 1997 senesinde vizyona giren Mononoke Hime animesinde toplumsal olarak kabul edilmiş normları sorunsallaştırırken, bu sorunlar üzerinden ele aldığı karşıtlıklıkları norm dışı betimleyerek mevcut “Japon Değerleri”ni eleştirir. Japon toplumunun kendini çoktan belli bir yere yerleştirdiği kimlik ideolojilerine ve Doğa/Uygarlık, Kentleşme; Kami(Tanrı)/İnsan, Hayvan/İnsan, Kadın/Erkek gibi dikotomilere yamuk bakarak, normların aslında kendi içinde yarattığı sağlam olmayan temelleri göz önüne çıkarmaya çalışır. Yapılmaya çalışılan ise mevcut hiyerarşiler içinde bir yabancılaşma ve yaratılan olası kimlik, tarih kurguları içinde Japon değerlerinin zaten kendi içinde yarattığı varyasyonları izleyiciye göstererek genel normları sorgulama ortamının yaratılmasıdır. Bu açıdan Miyazaki, Japon değerlerini dekonstrüksiyona uğratılacak bir metin olarak ele alıp, karşıtlıkların “birbirlerinin altını oyduklarını gösterir”.[3]
Hazırladığı proje planında Miyazaki, “insanlığın değişmeyen doğası ve Muromachi döneminin karışık ortamını -ortaçağa özgü çerçeveyi yıkarak- 21. yüzyıla yaklaşırken içinde bulunduğumuz dönemin kargaşası ile üst üste bindirmek” istediğini yazar. Bu hayat dolu, macera ve dramada iki konu birbiri içinde işlemektedir. Yatayda, Kami‘ler (Shinto Tanrıları)[4] ile orman ruhlarının insanlarla mücadelesi; dikeyde ise kurtlar tarafından yetiştirilmiş, korkusuz bir savaşçı olan ve insanları hor gören kız (shojo) karakter ile üzerindeki ölümcül lanetten kurtulmaya çalışan bir oğlanın tanışmalarıdır. Bu tanışma kurtuluşa giden yoldaki ilk aşamadır.[5]
Filmin ele alındığı tarihsel dönem olan Muromachi dönemi ise Ashikaga Japonyası (1392-1573) içinde olup 1333 ile 1603 yılları arasını kapsar. Çin ile ticaretin oldukça arttığı bu dönemde, Japonya kültürel olarak da Çin’den etkilenmiş. Budizm yayılmış, ülkedeki Zen rahipleri Japonya’nın ilk büyük tiyatro şekli olan Noh (yetenek) tiyatrosunun ortaya çıkmasında oldukça etkili olmuşlar. Kültürel gelişmeler ise çoğunlukla sanatın ve “Budizmin patronları” olan Shogunlar ile saray çevresindeki askeri ve sivil kaynaklardan kaynaklanmış.[6] Bu sebeple genelde bu dönemi işleyen diğer filmler; Feodal lordları, sarayları, samurayları övmektedir. Zen bahçeleri gibi evcilleşmiş insan yaratımı ortamlar yerine Miyazaki, filmini tekinsiz ormanlarda ele alır. Proje planında bu dönemi özellikle seçtiğinden bahseden Miyazaki resmi tarihten farklı olarak son on yılda ortaya çıkan bilgiler ışığında, kabul gören klişelerin aksine bu dönemde sosyal yapı içinde değişkenliğin ve düzensizliğin hakim olduğunu; bulunan kadın zanaatkar resimlerine dayanarak da toplumun çok daha açık görüşlü olduğunu ve ölümle yaşam arasındaki çizginin günümüzdekinden çok daha belirgin olduğunu söyler.[7]