Eğer Japon popüler kültürüyle çok ilişkili değilseniz muhtemelen farkında değilsiniz ama şu an manga tarihinin en büyük isimlerinden biriyle aynı zaman aralığında yaşamaktasınız. Naoki Urasawa ile tanışmam bundan birkaç sene öncesinde okuma fırsatı edindiğim polisiye gerilim Monster ile olmuştu. Monster’ı bitiremedim, ancak eldeki materyalin özgünlüğü manga kültürüne bakış açımı değiştiren önemli bir etmen oldu. Benzer bir gerilim/macera arayışı ile yolum daha sonra büyük övgüler toplayan 20th Century Boys serisiyle kesişti. İki büyük serinin arkasındaki ismin aynı olduğunu öğrenmek beni hem şaşırttı, hem de pek çok taşın yerine oturmasını sağladı. Giriş paragrafımızın tl;dr’sı şudur yani; Naoki Urasawa adını bir kenara yazın.

24

Peki nedir bugünkü mevzumuz olan 20th Century Boys? Hikayemiz elli senelik geniş bir zaman aralığında sıçramalarla ilerliyor ve bize sunuluyor ama her şey 1969’daki masum bir çocuk oyunu ile başlamakta. Başkahramanımız Kenji Endo ve arkadaşları, 1969 yazında yaşadıkları mahallede boş bir arsaya kendi oyun evlerini inşa eden ilkokul çocuklarıdır. Küçük oyun evlerinde manga okuyup abur cubur yemekten fazla gayeleri olmayan çocuklar bir gün kendilerini dünyanın kurtarıcıları olarak tasvir ettikleri bir hikaye yazmaya girişirler. Dünyadaki büyük şehirlere hastalık saçan ve dev bir savaş robotuna sahip “büyük kötü”ye karşı savaştıkları bu hikaye çatısında çocukluklarının en heyecanlı yazını geçiren minik maceracılarımız, yazın bitişi ile hayaldünyalarından sıyrılmak ve realitenin içinde kavrulmak zorunda kalırlar.

Aradan geçen yıllar ile Tokyo’da da hayatın “Hayaller Paris, Gerçekler Eminönü” sertliğinde geliştiğini görürüz. Grubun lideri Kenji gençliğinde tecrübe ettiği başarısız müzik kariyerinin ardından babasının dükkanında çalışmaya başlamıştır ve ablasının kendisine bırakıp gittiği kızına bakmaktadır. Grubun diğer üyelerinin büyük kısmı da öğretmenlik, devlet memurluğu, esnaflık gibi işlerle uğraşmaktadır. Hayatın ruhları kemiren rutini 1997 yılında Kenji’nin çocukluk arkadaşı Donkey’in şüpheli ölümü ile bozulur. Donkey’in intiharı zamansız ve anlamsızdır. Kenji bu intiharı araştırırken aslında çok büyük bir planın içinde olduğunu öğrenir: Kendine Friend (Dost) diyen gizemli bir şahıs tüm Tokyo’yu ele geçiren büyük bir tarikat kurmuştur ve kahramanlarımızın çocuklukta yazdıkları hikaye üzerinden dünyayı yok etmeyi planlamaktadır.

22

20th Century Boys’u benzeri gizem hikayelerinden çok ayrıksı noktalara çeken bir dolu şey var. Mangaların geniş ve yüzlerce sayfa alan anlatım metodu Urasawa tarafından oldukça verimli bir şekilde kullanılmış. Kenji ve arkadaşlarının 1969 dönemi ve özellikle Kenji’nin gençlik yılları hikayenin kilit noktalarını oluşturmasının yanında karakterlere derinlik verilmesi açısından da verimli bir şekilde işleniyor. Gerçekleşen olaylarda karakterlerin aldığı kararlar iyi oluşturulmuş arkaplan sayesinde inandırıcılıktan asla sapmıyor. Bunun yanında farklı zaman aralıklarının siyasi ve kültürel referansları da hikayeye yedirildiği için inandırıcılık her daim canlı tutuluyor. Bu durumda biraz da Urasawa’nın Kenji’de kendisini yansıtmasının da etkisi olsa gerek, aynı Kenji gibi Urasawa da profesyonel olarak müzikle ilgilenen bir kişilik.

Seriyi okurken yoğun gizem öğelerinin farklı tarihi dönemlerde karşımıza çıkma şekli aklıma ister istemez 2000’lerin fenomen dizisi Lost’u getirdi. Ancak 20th Century Boys’un gizem ile kurduğu ilişkinin daha sağlıklı olduğunu söyleyebiliriz. Bir bölümde onlarca bilinmezlik verip cevapsız kalan tüm sorulara mikroskopik cevaplar sunarak günü bitirme gibi bir durum yok. Hikayenin her aşamasında kafalarda yeni sorular oluşuyor oluşmasına, ancak bu sorular okuru aptal yerine koyma gayesi taşımıyor. Serinin ilk basım tarihi düşünüldüğünde de Lost’un en azından ilk sezonlarda 20th Century Boys’tan anlatım olarak etkilenmiş olma ihtimali yüksek.

21

Eğer Stephen King’in It ve Stand By Me romanlarına bir hayranlığınız varsa ve benzer bir sıcaklıkla gerilimi Tokyo sokaklarında görmek istiyorsanız 20th Century Boys’u kesinlikle okuyun. Serinin hem 2011’de hem de 2013’te birer adet Eisner ödülü almış olması boşuna değil. Bu arada üç adet de filminin bulunduğunu belirtelim.

Author

Eskilerin dediği gibi: "You must gather your party before venturing forth"

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.