Doctor Who onuncu sezonu ile tam gaz yoluna devam ediyor. Sezonun ilk yarısını devirdikten sonra şöyle bir dönüp omzumuzun üstünden baktığımızda Knock, Knock haricinde sezonun önceki iki sezondan çok daha tempolu ve tadında gittiğini görebiliyoruz. En güzeli de nihayet dikkat dağıtıcı, can sıkıcı saçmalıklar olmadan Peter Capaldi’nin performansını tüm haşmetiyle seyredebiliyoruz. Sanırım vedasından sonra kendisini favori Doctor’um diye anacağım. Zaten şimdiye kadar bu sözü esirgediysem hep hikayelerden, hep mantık hatalarından esirgedim. Yoksa Capaldi, ilk sezonunda ısınmaya hacadığı belli olan 3-4 bölümü haricinde canavar gibi bir Doctor portresi çiziyor. Bakın o kadar ki daha yazının ilk paragrafında adamı övmeye kaptırdım kendimi.
Capaldi övmecelerine tekrar kapılmadan önce bu yazıda bahsetmemiz gereken koca iki bölüm var. Gerçi bunlardan ilki olan Oxygen; bir çeşit geçiş bölümü, riski göğüste yumuşatarak ayağa düşürme bölümü olarak karşımıza çıkıyor. Ama bu konuşulmaya değmediği anlamına gelmiyor. Günümüz kapitalistlerine ilham verecek bir uzay şirketinin personellerine oksijeni krediyle vermesi ve bu personellerde sömürülecek bir şey kalmadığında onları giydikleri kostümler aracılığıyla tek tek avlamasını izledik Oxygen bölümünde. Fikir oldukça yaratıcıydı ve bu sayede her sezon bir kere mutlaka gördüğümüz, geçen sezon berbatlar berbatı bir hikayeyle geçiştirilmiş “insanlı uzay aracında gerilim” bölümünü tat kaçırmadan izlemiş olduk.
Karşılık beklemeden tüm evreni defalarca kurtarmasından mıdır, hakkı yenenin hakkını teslim etmek için güneş sistemlerini yerle bir edebilmesinden midir bilinmez; ben Doctor’a bu bölümde de giydiği sosyalizm kostümünü çok yakıştırıyorum. Kapitalizmi, Doctor Who’da görmeyi özlediğimiz o basit ama çok akıllıca yöntemlerden biriyle, kendi silahıyla vuran Doctor bir de yetmezmiş gibi mağdur işçilere grev gazı verince ben pek bir keyiflendim. Ne kadar küresel ve sosyal bir duruşu olsa da kapitalizmi uzun yıllardır omuzlayan bir ülkenin dizisi olan Doctor Who dokunduğu bu notaların gazını, ayın başında İngiltere’de de kutlanan İşçi Bayramı’ndan almış olsa gerek.
Bu ideolojik tatlılıkları, mavi adam ve Bill arasında geçen muhteşem komik ırkçılık diyaloğunu ve Nardole’ün aksiyon esnasında da izlemesi çok keyifli bir karakter olduğunu bir kenara bırakırsak, Oxygen bölümünün konuşulması gereken en önemli yanı hala ortada duruyor: Hiç çekinmeden aldığı o risk, Doctor’u görme yetisiz bırakmak. Doctor’un, eğer elinde fırsat olsaydı tüm yoldaşları için benzer bir fekadarlık yapacağından hiç şüphem olmadığı için oturup Bill ve Doctor ikilisine kardeş edebiyatı yapmayacağım. Ben bunun yerine, evrenin yegane gönüllü kurtarıcısının gözlerini kör etmek gibi radikaller radikali riskin alınabilmiş olmasını tebrik etmek istiyorum.
Her birkaç sezonda bir dizinin kadrosunu saptan köke değiştirmek bariz bir risk olsa da Doctor Who; hikaye anlatımlarında, karakter ilişkilerinde çok da ötesi görülemez riskleri kolay kolay almayan bir dizi. Fakat bizlere veda edeceğinden bildiğimiz gibi, Doctor’un büyük belalarla baş etmesi gereken bir sezonda adamı görme yetisiz bırakmak… Büyük ve merak uyandırıcı bir risk.
Alınan bu riskin sadece göstermelik bir tehlike olma ihtimali de vardı tabii. Sonuçta evrene köşe bucak hakim bir Zaman Lordu körlüğü için uyduruk bir gezegenin uyduruk bir aktarından uyduruk bir merhem alıp sürse ve iyileşse çok sesimizi çıkaramazdık, kabul edelim. Ancak Oxygen’den sonra gelen Extremis bölümünde gördüğümüz kadarıyla alınan risk, kritikliğini koruyor. Bunun da detayı arka sayfada.