Sezonun dönüm noktası niteliğinde Extremis‘i neresinden analiz etmeye başlamalıyım emin değilim. Çünkü yaşananların önem sırasını pek kestiremiyorum. Ama madem gözlerden bahsettik en son, kaldığımız yerden deva edelim.
Extremis itibari ile Oxygen’de atılan adımın bir merhemle geri alınmayacağını görmüş olduk. Doctor, en uygun zaman buymuş gibi, kör olduğu macerasından hemen sonraki macerasında okumasının hayati önem taşıdığı bir kitapla karşılaştı. Benim için bölüm hemen o andan itibaren ilginçleşmeye başladı. Bu görememe mevzusunun; gerek Doctor’un kitabı okuyamadığını çaktırmamak için kardinal karşısında girdiği haller, gerek Nardole’den çaresizce almaya çalıştığı destek gibi eğlenceli anlara yol açmasının yanı sıra aynı mevzu; Doctor’un Bill karşısındaki gururu, birkaç dakika gözlerini açabilmek için hayatından bir bilinmeyeni feda etmesi gibi trajik anlara da sebebiyet verdi.
Yalnız bu konu hakkında bir eksi parantez var ki o parantezi açmadan da geçemeyiz: Her ne kadar alınan riskin hakkı verilmeye çalışılsa da belli ki bir Zaman Lordu’nun gözlerini bağlamak pek kolay değil. Çünkü başta sonik gözlük sonra da o gizemli cihaz kullanılmadan edilememiş. Sonik gözlüğe çok da muhalefet olamıyorum. Biraz kolaya kaçılmış gibi gözükmesinin yanında hiç de mantıksız değil. Hatta koca Doctor’da böyle bir cihaz olmasa garipserdik herhalde. Ama o ne idüğü belirsiz o cihaz çok tepeden inme bir çözüm olmuş. Bir cihaz kullanmak yerine Doctor bir çeşit meditasyon yaparak rejenerasyon gücünden çalsa ve bu aynı cihaz gibi ileride bazı aksaklıklara yol açacak olsa sanki daha inandırıcı ve daha görkemli bir çözüm olurmuş. Bölüm sonunda mevzu çözülmediğine göre daha bu konuda dil yoracağız, o yüzden diğer önemli meselelere de yer verelim.
Bölüme adını veren kitap, Doctor’un görme mücadelesi dışında da, tek başına heyecan verici bir unsurdu. Özellikle Cern, Pentagon gibi merciilerin bile kitabı okuduktan sonra toplu intihara kalkışmasını öğrendikten sonra ekrana biraz daha yakın buldum kendimi. Kitaptan çıkan sonuç ise heyecanlanıp gözlerimi bozma riskini almaya değerdi doğrusu. İzlediğimiz her şeyin bir işgal simülasyonu olması ve uzaylıların Doctor’u öldürebilmenin her yolunu bulmak adına bu simülasyonu tekrarlıyor olması epey görkemli bir fikirdi. Özellikle AoS’un Framework’ü ve Rick and Morty’nin Shaym-Aliens’ından sonra bir simülasyon farkındalığı bölümünü de Doctor Who’da izlemek keyifliydi. Aynı körlük mevzusu gibi simülasyon meselesi de çözülemeden bölümün sonuna geldik. Sonraki bölüm fragmanından da gördüğümüz üzere hemen bu hafta yine karşılaşacağız Wade Wilson görünümlü, Darth Vader solunumlu uzaylılarla.
Son olarak değineceğimiz şey genel gidişattan kopuk ama ileride genel gidişatın ta kendisi olacağı belli olan Missy infazı sahneleri. Bölüm boyunca flashbacklerle izlediğimiz o infaz ritüeli her şeyden önce çok havalıydı bir kere. Ben bir süre infaz edilecek Zaman Lordu’nun Doctor mu Missy mi olduğunu kestiremedim, bu benim şaşkınlığım mı yoksa bilerek verilen bir hava mıydı bilmiyorum ama bu, sahneleri benim için daha heyecan verici hale getirdi. Sonunda Missy meydana atılıp Doctor’a infaz hakkı verilince 5 bölümdür gizemini sürdüren kutu da bir anlam kazanmış oldu.
Doğrusu daha önceki piyano geyiğinden ve Doctor’un Master ilişkisini bildiğimizden sahnenin sonu pek de süpriz olmadı. Ayrıca o eski dost, ezeli düşman Master değil de Missy kılığında olduğundan Doctor’la aralarında geçen duygusal sahne çok da etkileyici değildi. Ama yine de Michelle Gomez ve Peter Capaldi’nin ellerinde saz varmışcasına oyunculuklarıyla aşık atmasını izlemek her zamanki gibi çok iyi hissetirdi. Tüm bu infaz, mahkumiyet durumu ileride önemli bir yer edecek belli ki. Muhtemelen simülasyon hikayesi tamamlanır tamamlanmaz Missy ana konumuz haline gelecektir.
Tabii Missy nasıl Master olacak, Doctor nasıl veda yoluna girecek gibi derin meselelerden önce sırada gayet heyecanlı gözüken bir bölüm var: The Pyramid at the End of the World. Fragmanı da hemen aşağı da. Haftaya Dünya’nın sonundaki piramitte görüşmek üzere.