Tüm dünyanın gözüne giren yapımların ortaya çıkış süreci ve yaratıcılarının maceraları da en az eserin kendisi kadar ilgi çekici. Bazen yıllar boyunca çalışıp ancak ömrünün son demlerinde meyvelerini alıyorsun, bazen de tek bir iş yapıp sonsuzluğa uzanan bir yere ulaşıyorsun. Bazen tek atımlık kurşunun oluyor, onu harcıyorsun bazen de suyunu sıkıp bezdirecek hâle getiriyorsun. James Cameron’un Avatar’ı, tüm bu durumlarda dahi enteresan bir macera.

On üç yılın ardından gelen devam filmi Avatar: The Way of Water bu döngünün içerisinde kendisine nasıl bir yer bulacak birkaç hafta içinde göreceğiz ama şimdi, filmi de taze izlemişken beklediklerimizin ne kadarını bulduğumuza bir bakalım. Sosyal medya hesaplarımızdan size Avatar: The Way of Water ile ilgili neleri merak ettiğinizi sorduk, gelen soruların ortalamasını alarak da bu yazıyla bir cevap verelim. Yazıda spoiler bulunmuyor, rahat rahat okuyabilirsiniz.

Avatar 2, The Way of Water
Avatar: The Way of Water

1) Avatar: The Way of Water Nasıldı?

Ana soruyu en başa alalım ve asıl merakı hemen giderelim istiyorum. Avatar: The Way of Water; tüm dünyanın izlediği bir filmi devam ettirmek, hepimize çok tanıdık gelen eski bir hikâyeyi olabilecek en sade ve düz şekliyle güncelleyerek anlattığı için herkese hitap etmek ama bunu da kaliteden ödün vermeden yapmak, James Cameron gibi sinema dünyasına ne hediye etti ise her birini ayrı ayrı devlere dönüştüren bir yönetmenin elinden çıkmak ve teknolojinin verdiği tüm görsel imkânlardan sektirmeden, hatasız yararlanmayı garantilemek gibi bir kamyon yükü taşıyordu. Bütün bunların birleşiminde ve sadece bunlar için bu film, gayet iyi olmuş.

İlk filmin bir uzantısının beklentisi, film matematiğinin salt bu ölçütle seyirciyi rahatsız etmeyecek şekilde kurulması ve tanıtım sürecinde size vaat edilenlere göre izleyecekseniz bu filmi, hayatınıza mutlu bir şekilde devam edeceksiniz. Çok daha fazlasını bekliyorsanız orada biraz durmak gerekir ama bu da çoğunlukla The Way of Water ile ilgili değil.

2) İlk Filme Göre Hikâye ve Karakter Derinliği Ne Durumda?

Avatar, Jake, Neytiri
Avatar: The Way of Water, Jake Worthington ve Zoe Saldana

Çok net bir cevap vereceğim ve bu cevabın netliğinden emin olmanızı istiyorum: İlk filmde senaryo nâmına kurgu, karakterler, diyaloglar, motivasyonlar, iletilmek istenen mesajları da içerecek şekilde ne izlediyseniz ikinci filmde de onu bulacaksınız. Bir eksiği, bir fazlası söz konusu değil. Belki ilk filmi izlediğinizden bu yana geçen süre sizin için bir şeyleri değiştirmiş olabilir ama The Way of Water, teknolojinin sağladığı imkânların dışında sanki aradan hiç süre geçmemiş hissini yaşatıyor insana. Bu da ilkini sevdiğiniz bir filmin ikincisi için söylenebilecek en iyi şey diye düşünüyorum.

Önceki filmde gördüğümüz çoğu karakteri yeniden ziyaret ediyoruz, bir o kadar da yeni karakterle tanışıyoruz; daha da önemlisi, yeni yerlere gidiyoruz. Tabii ki daha farklı bir hikâyeden ve karakterleri bıraktığımız yerden alıp ileriye taşıyacak olaylardan, etkileşime geçtikleri karakterlerle aralarında oluşan yeni ilişkilerden ve bunlara dair üstlendikleri yeni konumlardan bahsetmek mümkün. İlk filmde Jake, düşmanı olarak gittiği bir dünyada mutluluğu bulup kendi türüne sırt çeviren bir askerdi, Neytiri isimli bir yabancı ile aşk yaşayacaktı. Burada ise o dünyanın bir parçası, kendi türü artık Na’vi ve aynı zamanda bir lider, bir koca ve bir baba. Bu değişim de elbette beraberinde yeni bir ilişkiler ağını ve daha farklı motivasyonları getiriyor. Fakat günün sonunda bu bir devam hikâyesi, değişimin boyutu da bu beklenen yeniliklerle sınırlı kalıyor. İlk filme göre bir düşüş yaşanması veya yerinde sayan, sıkıcı bir tekrara dönüşmesi olasılığını da göz önünde bulundurursak, aynı seviyede ilerleyen bir hikâye bizleri memnun tutmaya yetecektir.

3) Film Uzun, Sıkılır Mıyız?

Avatar: The Way of Water, Kate Winslet
Avatar: The Way of Water, Kate Winslet ve Cliff Curtis

The Way of Water hikâyesi ve kurgusu ile insanı sıkmayacak sürükleyicilikte bir film. Bununla beraber biraz daha kısa olsaydı herhangi bir şeyin değişeceğini de düşünmüyorum. Hikâyenin beklentisi ve bir önceki soruda değindiğimiz doğasıyla bağlantılı olarak daha önce duymadığınız şeyleri işitmiyor, yepyeni düşünce kapılarına varmıyorsunuz; bazı klişelerden kaçmak mümkün değil, bunlar da size bir şey katmıyor. Tek başına düşünüldüğünde senaryodan çıkarılabilecek fazlaca sahne ve diyalog da vardı bence. Ama eserin kendi içinde ve bütününde kaldığımızda bunlar bir geriye dönüş ya da tekrar yaşatmadılar; sıralarıyla gelip hikâyeyi ilerlettiler, sıraları geçince de efendilikle gittiler. Hâliyle insanı rahatsız edecek, sıkacak düzeyde bir fazlalık hissi yaratmıyorlardı. Filmin uzunluğu eksi hanesine yazılabilir belki ama sorunun cevabı filmden sıkılmayacağınız yönünde.

4) Avatar: The Way of Water Devrimsel Bir İş Olabilmiş Mi?

Avatar The Way of Water
Avatar: The Way of Water, Jake ve kendisine uçan timsah demekten mutluluk duyduğum bineği.

Sinema gibi çok alanlı sanatlar için devrimsel kelimesini tanımlamak zor. Birçok farklı teknik ve yaratıcı unsurun bir araya gelmesinden oluşan bir eser izliyoruz dolayısıyla kriterimiz de çok fazla ve hepsine aynı anda, aynı seviyede hâkim olmak da pek mümkün görünmüyor. Neyse ki özel bir örnekten bahsediyoruz ve buna yönelik bir kriter seçerek bu soruya cevap verebiliriz. Avatar ve tabii ondan ayrı düşünülemeyecek şekilde James Cameron benim için nitelik şemasında her zaman görsel yönü ağır basan bir değerlendirmeye tâbiydi; burada da estetiği değil, doğrudan ilk anlamla gördüğümüz şeyi kastediyorum. İlk filmden bu yana sinemanın işleyişini değiştiren, ilerleten, kolaylaştıran pek çok şey oldu, bunları tatbik eden de bir sürü film izledik. Filmle kalmadık, dizilere geçtik hatta. Avatar: The Way of Water bence bunlardan biri değil fakat bunların bütününün en sade ve toparlanmış hâli, ilk filmde olduğu gibi.

Bu film, ilkinden farklı olarak bir deniz ütopyasında geçiyor; üstesinden geldiği en bariz zorluk ve kendisinden öncesini her anlamda filtreleyip, kendisinden sonrasına koyduğu en büyük çıta da bu sanırım. Salonda otururken kendimi sırasıyla bir tur şirketi reklamı, bir tatil beldesi panoraması ve bir doğa belgeseli izlemediğime, hatta o an bir akvaryum gezisinde dolaşmadığıma yahut bir denizaltının içinde değil de İstanbul’un göbeğinde bir sinema salonunda oturduğuma ikna etmem bayağı zor oldu. Suyu bu şekilde göstermek zor, suyu bu şekilde üç saat boyunca göstermek zor; suyun içerisinde hareket eden ve hepsi belki gerçek bir şeyden esinlenilmiş fakat kesinlikle gerçek olmayan devasa canlıları, diğer başka nesne ve canlılarla beraber üç saat boyunca göstermek daha da zor.

5) “Bunu Ancak James Cameron Yapardı” Dedik Mi?

Avatar: The Way of Water, Lo'ak
Avatar: The Way of Water, Britain Dalton

Bu soruya filmi izleyenlerin aynı anda, aynı cevabı vereceğini düşünüyorum: Harcanan emeğin üzerine düşünmeye gerek kalmadan tespit edebileceğimiz boyutu ile evet. Filmin çıkışının bu kadar uzun sürmesinin sebebi de bu, bir önceki soruda ele aldığımız o toparlama, filtreleme işlemine herkesin girişmeyi göze alamama sebebi de bu, Avatar’ın bu denli bir beklenti yaratmasının sebebi de bu. Şu an bir spoilersız inceleme içerisindeyiz dolayısıyla henüz filmi izlememiş olabilirsiniz fakat fragmanları veya yayınlanan resimleri gördünüz, değil mi? Bakın gördüğünüz şey sizi çekmiyor olabilir, daha farklısını da istiyor olabilirsiniz ama o bütün dâhilinde olması gereken her şey, olması gerektiği şekilde. İnsan hatırı için: Cameron ikinci filmi çekerken beş film planı yapmış, yetmemiş üçüncü film için 9 saatlik bir görüntü çıkartmış; almış onu da daha ikinci film çıkmadan tamamına VFX uygulanmak üzere üç tane stüdyoya teslim etmiş.

Bir de sanki demiş ki bir Titanik daha çekeyim ama o hikâyeyi bitirmiştik, söyleyecek şeylerim var, Avatar’dan gideyim. Böyle devasa iki dikili ağacım var hayatta, ikisi aynı köke girsin. İlacını iyi vermiş, uyumlu büyümüşler. Bunu da ancak kendisi yapabilirdi tabii ki.

5) Sinemada İzleyelim Mi?

Avatar: The Way of Water, Tulkun
Heybetlerden heybet beğenin.

Buraya kadar ulaştıysanız bu sorunun cevabını zaten biliyorsunuz ama şartlar malum; ne ekonomiyi ne de ‘benim‘ diyen sinema salonlarının ahvalini burada tekrarlamaya gerek yok. O yüzden şöyle diyelim, bu sene vizyona giren filmler arasında özel hâller dışında Avatar: The Way of Water kadar sinemada izlenmesi tecrübeye etki eden film yoktu. Bunu özel hâller dışında ve tamamen tecrübe açısından söylüyoruz; yapımcıya destek vermek veya en sevdiğiniz süper kahramanı dev ekranda görme zevkinize yönelik bir çıkarımda bulunmak amaç değil. Bu hâller dışında bir başka örnek ile Everything Everywhere All At Once‘ı sinemada izlemek ile Doctor Strange: Multiverse of Madness‘ı sinemada izlemek arasında büyük bir fark var, The Way of Water o farkın mutlaka sinema tarafında yer alıyor. Dolayısıyla imkân ve şeraitin izin verdiği ölçüde Avatar’ı sinemada izlemek gerekli, büyüsü heybetinden geliyor.

Kendi adıma bir son söz olarak James Cameron’un anlatmak istediklerini, daha önce çok kez duymuş olsam da dinlemek istiyorum. Avatar: The Way of Water hem bu anlamda hem de bu anlamın beraberinde getirdiği yeni yaratımlarıyla beni kendine çekti, duygulandırdı ve sevindirdi. Belki bir spoilerlı konuşmada incik cincik pek çok şeyden bahsedecektim ya da bir noktada illaki bahsedeceğiz fakat tüm bunların ardında herhangi bir açıdan kötü diyebileceğim bir film izlemedim. Bana vaat edilenleri fazlasıyla alarak salondan çıktım ve sizlere de gönül rahatlığıyla Avatar: The Way of Water’ı izleyin diyorum; hiçbir zaman hayatımızın filmi olmayacak ama bu bir sinema olayıdır. Fazlasını konuşmak isterseniz yorumlara beklerim!

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.