Biliyorsunuz, geleneksel olarak her yılın sonunda o yıl dikkatimizi çekmiş, bir şekilde aklımıza girmiş, beynimizle oynamış üretimlerden kendimizce listeler çıkartıyorduk. Ancak bu yılın bitişi aslında 2010’ların bitişi anlamına da geldiği için biraz daha özel bir şey yapalım istedik ve bu günden on yıl önceye doğru baksak, o yılları neyle hatırlayacağız diye bir soru sorduk. Cevaplarımızı da naçizane, sizlerle paylaşıyoruz.
Tabii bu cevapların olabildiğince öznel ve kişiyi bağlayan şekilde verildiğini vurgulamamızın gereği yoktur sanırız? Bu yüzden listeye baktığınızda birbirinden farklı türlerde ve belki de birbirini tutmayan eserler göreceksiniz. Hemen kızmayın, bunun bir en’ler listesi olmadığını hatırlayın. İnanın, seçim yapmak bizim için de çok zordu. 2010’larda başlamadığı için, House veya Californication gibi dizileri yazamayacak olmanın dayanılmaz ağırlığı ile derin bir yas dönemine girenlerimiz de oldu; “Onu alıyorsun da bunu niye almıyorsun?” diye karşısındakine kafa göz dalmaya çalışanlar da… Kınıyoruz fakat isimlerini elbette vermeyeceğiz. Onun yerine gelin aşağıdaki listeye bir bakın, katıldıklarınızı söyleyin, katılmadıklarınızı belirtin. Sonra sizler de kendi 2010’lar listelerinizi yazar, bizimle paylaşırsınız belki?
Not: Diziler öncelikli olarak başlangıç tarihlerine, aynı yıl başlayanlar ise alfabetik sıralarına göre dizilmiştir.
BREAKING BAD (2008 – 2013)
Karakter gelişimlerini çok seven bir insanın listesine Breaking Bad almaması mümkün mü, gerçekten hiç sanmıyorum. Walter White’ın başlangıçta basit bir kimya öğretmeninden, bir suç dehasına dönüşmesini bu kadar organik işlenmesi inanılmaz güzeldi. Tabii sadece o değil, en basit figüranından başrollere kadar bütün oyuncu kadrosu ilk sezondan son sezona kadar harika bir gelişim yaşadı. Sırf bu mükemmel karakter gelişimleri için bile Breaking Bad benim için şahane bir diziydi. – Halit.
Her şeyiyle çok iyi bir dizi bu. Şusu ile iyi mi diye sorun; cevap evet. Yardımcı olmak için örnek vereyim: Konusu iyi mi dizinin? -“Evet”. Oyunculuklar iyi mi? -“Evet”. Walter White’ın kıl devamlılığı iyi mi? -“Evet”. Dizinin insan ruhunun basit bir şey olmadığını ve aslında hepimizin içinde her şey olmaya muktedir bir potansiyel olduğuna, iyi ile kötünün sadece elimize dağıtılan adına kader diyip geçtiğimiz kartları nasıl oynadığımızla alakalı bir oyun olduğuna ikna edişi iyi mi? -“EVET!!” – Ömercan.
COMMUNITY ( 2009 – 2015 )
Community izlediğim komedi dizileri arasında en saçma ve en komik olanıydı sanırım. Normalde izlediğim her şeyde beni en çok hikâye ve konu akışı kendine bağlar. Ama bu diziyi bana çok sevdiren şey Dean, Abed ve Chang gibi dünyanın en absürt karakterleri oldu. Bitirmemin üzerinden üç yıla yakın zaman geçmesine rağmen, arkadaş ortamında hâlâ Dean Craig taklitleri ve Chang şakaları yerini korur. – Tuğçe.
Sonlara doğru kabak tadı veren diziler kervanına maalesef katılan Community, ilk sezonları için 2010’ları hatırlatacak şeylerin en başında gelmeyi sonuna kadar hak ediyor. Kendi adıma dizinin genel hikâyesi ve karakterlerinden çok (Abed’i ayrı tutarım), çabasız saçmalığını ve her sezon en az bir sefer tercih ettikleri farklı ve insanı yabancılaştıran kurgularını severek hatırlıyorum. Community benim komedide neyi sevdiğimi anlamama ve şimdi geriye bakıp düşününce, geek dünyayı tanımama yardımcı oldu, bu yüzden de ayrı bir yeri var. – Deniz.
SHERLOCK (2010 – )
Çocukken okumayı en sevdiğim kısa hikâyeler, Sherlock Holmes’ün maceralarıydı. Hikâyelerin baştaki ipuçlarından tahmin yürütüp, sonunda bunları doğru bilip bilmediğimi öğrenmek bana çok heyecan verirdi. En sevdiğim kitap karakterlerinden birini izlemek yeterince güzelken; dizinin, ‘müthiş dedektif’ Sherlock Holmes’ü karşımıza modern zamanda yaşayan, hafif sosyopat ve aslında gıcık bir tip olarak çıkartması, bir de üstüne Benedict Cumberbatch etkisi, bu diziyi benim en sevdiğim dizi hâline getirdi. Bir Rick and Morty bir de Sherlock Holmes, beklerken ciğerimizi çürüten diziler olarak unutulmayacaklar. – Tuğçe.
BLACK MIRROR ( 2011 – )
Black Mirror’ı ilk kez dizinin temasına benzer bir tema taşıyan bir tiyatro oyunu oynamaya karar verdiğimizde izledim. İlk bölümünün atmosferi ve gerginliği beni çok etkilemiş ve çok hoşuma gitmişti. Başta ‘Hang the DJ’ olmak üzere, devam eden bölümlerin her birinde beni ayrı ayrı duygusal yolculuklara sürükledi. İzlediğim dönem bu dizi haricinde çok az şey konuştum muhtemelen. Son sezonuyla kalbimi minik burkmuş olsa da, ilk dört sezonun benim üzerimdeki etkisi silinmedi. – Tuğçe.
GAME OF THRONES ( 2011 – 2019 )
Tamam, kabul ediyorum Game of Thrones son iki sezonu yüzünden ağzımızda kötü bir tat bırakarak son buldu. Yine de bu, Game of Thrones’un bütün bir on yılı etkilediği ve muhtemelen önümüzdeki bir on yılı daha etkileyeceği gerçeğini değiştirmiyor. Bütün yapımcıların gözünü fantastik eserlerin üzerine dikmesine en büyük sebebin, Game of Thrones’un televizyon ekranlarından büyük bütçeli beyaz perde filmlerine parmak ısırtacak kadar büyük bir başarı sağladığını söylemek yanlış olmaz herhalde. Bu yüzden evet, her ne kadar son iki sezon çok çok kötü olsa da ben bu on yılı Game of Thrones ile hatırlayacağım. –Halit.
Fantastik evrenler ve orta çağ karışımı benim için en keyifli şeydir. Bunu bi de ciddiye alıp yetişkin bir çerçevede görmek, küçükken FRP oynamaktan ötürü üzerimize yapışmış süt çocuğu damgasına karşı yükselen bir intikam çığılığı gibi – Ömercan.
Ya çıkışı üzerinden zaman geçtiği ve bu zamanda alışıldığı; ya da şu sıralar üzerimize tonla benzerinin atıldığı düşündürüldüğü için çok fazla dile getirildiğini duymuyoruz artık ama Game of Thrones, tırnaklarıyla kazıyıp söke söke türün içerisindeki kültlüğünü inşa etti. Dizi çıkmadan öncesinde böyle bir dizinin var olabileceğine –daha doğrusu varoluşunun küçük bir kesim dışında takdir edilebileceğine– belki ihtimal veremiyorduk. Sonra dizi çıktı ve hepimiz, bütün dünya, topyekün; perperişan ve yıkık son sezonunun son saniyesine kadar, ondan bahsettik. Ya bir yol bulmak ya bir yol açmak ya da bir yoldan çekilmek evla imiş; bu dizi, bu evlalardan ikisini, hakkıyla yerine getirdi. Bir adım ötesinde sekizinci sezonuyla bizlere veda edip, herkesi kendisinden açılan yolu dolduracak alternatifler arayışına gark ederek, üçüncü evlayı da sağladı, diyebiliriz. – Deniz.
BROOKLYN NINE-NINE (2013)
Bu diziyi ne kadar övsem az. SNL döneminden kalan Andy Samberg sevgim ile The Office (Amerika uyarlaması) ve Parks&Rec yaratıcısı Michael Schur’a olan güvenim bu diziye başlamam için yeterli gazı vermişti. Ama bir komedi dizisini bu kadar seveceğimi hiç tahmin etmiyordum. 1990’lı yıllarda Friends, 2000’li yıllarda HIMYM ne ise 2010’lu yıllar için de Brooklyn 99 oydu benim için. Ekibin kimyası, altıncı sezonunda bile ilk günkü kadar güldürmeyi başaran şakaları ile B99 sırf bu on sene için değil, tüm zamanların en iyi komedi dizileri arasında ilk onda yerini alıyor. Holt’un her sahnesi, Jake Peralta’nın her şapşallığı Amy’nin her inek öğrenci hareketine hala gülüyorum. Umarım hep aynı tatta kalırsın, B99! –Aslı.
Bir arkadaş tavsiyesiyle öylesine başlayıp daha sonra her boş kaldığımda bölümlerini tekrar tekrar izlediğim bir diziyi elbette 2010’ların listesine dâhil edecektim! Her repliği dilimize pelesenk olmuş, istisnasız her karakteri gönüllerimize taht kurmuş bir diziyi nasıl olur da bu listeye almam? Bir komedi dizisi için biraz sert bir giriş olduğunun farkındayım ama Brooklyn 99 kesinlikle bu on yılın en çok güldüğüm dizileri arasında. – Halit.
HANNIBAL (2013)
2010’ları hatırlatanlar deyince, her saniyesini ilmek ilmek işleyen diziler arasından ya Hanniball’ı ya da True Detective’i seçecektim, çok da çelişkide kaldım fakat sonunda tercihimi, kalbimi daha çok çaldığı için Hannibal’dan yana kullandım. Mads Mikkelsen efsane, çekimler harika, diziden buram buram rafinelik ve estetik akıyor. Derdini acele etmeden, yavaş ve sakince ama inceliğinden de asla taviz vermeden ve insanı rahatsız etmekten çekinmeden anlatıyor. Bazen görsel mecraya iş yaptığını unutup, göstermek yerine sadece anlatıyor hatta nasıl oluyorsa. Sırf Hannibal’ın yemek yaptığı –pardon, sanatını icra ettiği– sahneler için dahi olsa, bu diziyi yazmam gerekiyordu. –Deniz.
RICK AND MORTY (2013 – )
Herhalde “geek” evrenini bu kadar memnun edecek bir animasyon dizisi gelmedi, ileride de gelmeyecek. Kendi çıtasını o kadar yükseklere taşıdı ki yeni sezonu şahane olmasına rağmen kimseleri tatmin edemiyor. Muhteşem! – Can.
Bu diziyle ilgili en sevdiğim şey, Dan Harmon ve Justin Roiland’ın gündelik hayatta kafalarına takılan, sinirlerini bozan ne varsa alıp; bir bölüm boyunca o konunun içinden girip dışından çıkarak, onu yok etmeleri. Resmen adamların terapisi gibi bu dizi. Bu terapi etkisinin izleyiciye de geçiyor olması, sanırım bu dizinin bu kadar çok sevilme nedenlerinden biri. – Hilal.
Çünkü ben çok zekiyim. – Ömercan.
BOJACK HORSEMAN (2014 – )
İflah olmaz bir animasyon sevdalısı olarak aralarından bir tanesini seçmek benim için gerçekten zor oldu. Ama son aşamada benim için top üç olan South Park, Rick and Morty ve Bojack Horseman arasından, Bojack’te karar kıldım. Yakın bir arkadaşımın ‘Birkaç bölüm izledim, izleme sevmezsin.’ yorumu sonrası başladığım bu dizi, ilerleyen süreçte bunu söyleyen arkadaşımı da beni de kendi hayranına dönüştürdü. Bunun en büyük sebebi muhtemelen izlerken bizi sürekli iki yana çekiştirmesi. Kimi zaman çılgınlar gibi kınadığım Bojack ile kimi zaman güçlü bir empati kurmam ve çok bilindik durumlarla dışarıdan bir ilişki kurmamı sağlaması, 2010’ları bu diziyle hatırlamamı sağlayacak. – Tuğçe.
AMERICAN CRIME STORY (2016 – )
Suç dramalarına, özellikle gerçek olaylara bayıldığım için bu dizi zaten 1-0 önde başlıyor benim için. Antolojik dizileri de işi uzatıp sakız etmediği için çok seviyorum. Üstelik hem O.J. Simpson hem de Versace sezonu, hikâye anlatımı ve kurgu açısından birbirinden oldukça farklı, bambaşka zevklere hitap eden, şahane iki dizi gibi. Oyunculuk, şahane kadrajlar, heyecan, drama, ne ararsanız mevcut. 2010’ların en vurucu işlerinden. – Can.
American “Bilmemne” Story serisi genel olarak her sezonunda farklı konuların işlendiği bir dizi serisi. American Crime Story de Amerika’da çok ünlenmiş bazı suçların işlendiği yarı belgesel tadında bir dizi. İşlenen suçlar yüksek profilli ve ilgi çekici. İlk sezonda O.J Simpson’ın eski eşinin cinayetinden yargılandığı dava süreci, ikinci sezonda ise moda devi Giovanni Versace’nin cinayeti ele alınıyor. Sezonlar arasında dağlar kadar fark var; gerek konu işleyişi, gerekse atmosferini göz önünde bulundurduğumuzda aynı çatı altında bulunmaları imkânsız gibi. Ortak noktaları ise kalite, kalite, kalite! Oyunculuklar ve birbirinden farklı ama bir o kadar da başarılı kurguları, sonuna internetten kolaylıkla ulaşabileceğim hikâyeleri bana saatlerce izlettirdi. Çok sevdiğim aktörler olan Sarah Paulsen ve ikinci sezonda Darren Criss beni ekran başına kitlemeye yetti. – Aslı.
FLEABAG (2016 & 2019)
Phoebe Waller-Bridge bir dâhi. Fleabag muhteşem bir dizi. Tüm duyguları aynı anda yaşatabilmesinden mi bahsedeyim? Kurduğumuz ve kuramadığımız ilişkiler hakkında çok güzel şeyler söylüyor olmasından mı? Yoksa izleyicinin zamanla adeta dizinin bir karakterine dönüşmesinden mi bahsedeyim? Sadece Olivia Colman ve Andrew Scott da övebilirim ama sanırım bu çok uzun sürer. Kısaca bir cümle kurmam gerekirse; Fleabag, keşke unutup baştan izlesem dediğim dizilerden. – Hilal.
Fleabag, daha ilk dakikadan beni kendi dünyasına çekmeyi başardı ve on iki bölüm sonunda bu dünyadan çıkmam çok zor oldu. Buna rağmen açık yüreklilikle söylüyorum ki umarım 2020’de Fleabag’i tekrar görmeyiz. Gerçi o iş dizini yaratıcısı Phoebe Waller-Bridge’e kalmış; hikâyeyi devam ettirmeye karar verirse ekranın başından kıpırdamadan izlemeye varım. Fleabag hakkında uzun uzun konuştuğum, diziyi doyasıya övdüğüm yazıma buradan ulaşabilirsiniz. – Aslı.
THE CROWN (2016 – )
The Crown, House of Cards ile başlayan Netflix devriminde kuşkusuz başı çeken dizi. En göze çarpan özelliği prodüksyon kalitesi; hiçbir detaydan kaçınılmadan yapılan set ve kostümler sayesinde sıkça dizi ve belgesel arasındaki farkın kaybolduğunu hissettim. Tabi bunda ilk iki sezonunda Claire Foy ve Matt Smith, yeni sezonunda ise Oliva Colman’ın başı çektiği olağan üstü kadronun payı da büyük. “Emek var, kalite var” diye bağıran ancak bunu mümkün olan en doğal haliyle hissettiren Crown’u ne kadar övsek az. – Aslı.
WESTWORLD (2016 – )
“Robotlar dünyayı ele geçirecek, yapay zekâ çok tehlikeli bakın” konusu, ahanda böyle işlenir şekerlerim. Kusursuz bir bilimkurgu dizisi, tekrar tekrar izlenmeli ki iyice anlaşılsın. Her izlemede de başka detaylara dikkat edip, eneeeeeeğ dedirtecek cinsten. – Can.
Bu diziye hepimiz “Hmm güzel sinematografisi olan robot ayaklanması dizisi, hadi bakalım.” diye başladık. Bizi öyle bir şaşırttı ki üç senedir şaşırıyoruz. Her bölümü bir bulmaca gibi. Bittikten sonra birileriyle konuşup tartışma isteğini bastıramıyorsun ve bu, muazzam bir başarı. Bir dizinin başarabileceği en büyük işleri başardı Westworld. Lütfen bunu yapmayı bırakmasın. Lütfen. – Hilal.
LEGION ( 2017 – 2019)
Eğer bu listeye bir süper kahraman dizisi koymam gerekirse bu kesinlikle Legion olurdu. Hikâyeden çok, hikâye anlatıcılığı ile adeta hepimizi büyüledi. Hani çoğu zaman bölüme ne zaman başladım ne zaman bitirdim inanın bilmiyordum. Dizinin senaristlerine inanılmaz bir saygı duysam da bu diziyi kesinlikle ayık kafayla yazmadıklarına olan inancım da yüksek. Öhöm, neyse. Sonuç olarak 2010’lara damgasını vuran süper kahraman dizilerinin arasında Legion sıyrıldı ve bu listede yer almayı net hak etti. – Halit.
Fargo ile zaten hali hazırda tüm gönülleri fetheden Noah Hawley abimizin şahane çizgi roman uyarlaması Legion, hepimizin hem aklına hem kulaklarına hem de gözlerine bayram ettirdi. Bu dizinin ilk bölümünü izlerken aldığım haz, o ilk deneyim, onca çizgi roman uyarlamasından sonra gerçekten inanılmazdı. Bunu deneyimlemediyseniz, siz kaybedersiniz. -Can.
MINDHUNTER (2017 – )
Bazı tutkularımızın peşinden koşmayı, derinlemesine araştırma yapmayı, o konuyla ilgili her şeyi öğrenmeyi, kimsenin keşfetmediği şeyleri ortaya çıkarmayı severiz. Çünkü biz geekiz, tıpkı bu dizinin karakterleri gibi. Evet, cinayet ve psikoloji geeki karakterlerin öyküsünü anlatıyor bu dizi. Ben de bu yüzden çok seviyorum kendisini. –Hilal.
KILLING EVE (2018 – )
Bir seri katil öyküsü daha önce hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı. Bu dizinin ana karakterleri çok iyi yazılmış. Aralarındaki çatışmayı izlemek hayatta en zevk aldığım şeylerden biri hâline geldi. Özellikle İngiliz mizahı sevenler için büyük nimet. Yaratıcıları arasında Fleabag’den bildiğimiz Phoebe Waller-Bridge’in olması hiç şaşırtmadı. – Hilal.
MANIAC (2018)
Tek sezon olmasından dolayı mı bilmiyorum ama insanlar bir anda böyle bir dizinin varlığını unuttular ve bu beni çok üzüyor. Yahu daha geçen sene ayıla bayıla övüyorduk diziyi arkadaşlar hatırladınız mı? Her bölümü ayrı hikâye, her bölümü ayrı güzellikte, her bölümü inanılmaz bir hikâye anlatıcılık örneği… Gerçekten geçen sene hakkının verildiğini falan düşünüyordum ama daha üzerinden bir sene geçmeden unutulunca Maniac’ı da hakkı verilmeyen diziler listesinde en üst sıralara yazıyorum. – Halit.
CHERNOBYL (2019)
Chernobyl muhtemelen HBO’nun son on yıl içerisinde yaptığı en iyi iş. Muhtemelen küçükken ülkemize yaşattığı travma yüzünden de bu felaketin işlenmesi, bizim topraklardan bakınca daha etkili olmuştur diye tahmin ediyorum. İnsan kibrinin nelere yol açabileceği konusunda şahane bir ders niteliğinde olan bu dizinin hem senaryosu hem de prodüksiyonu muhteşem. İzlemediyseniz derhal açıp izlemenizi salık veriyorum. –Can.
Chernobyl aslında benim bir anda hayatımda belirdi. Normalde dizi zevklerimizin aşırı farklı olduğu abim ve babam da dâhil çok fazla insandan duyduktan sonra diziyi izledim. Dizi kısacık sezonuyla iki günde bitmesine rağmen etkisi uzun süre devam ettiği için onu listeme almadan geçemedim. Çekim tarzı, atmosferi, oyunculukları ve bir sürü insanı bildiği ama üzerine fazla kafa yormadığı bir tarihsel gerçekliği araştırmaya sevk etmesiyle unutamayacaklarım arasında yerini aldı. – Tuğçe.