1997 yılında yayınlanan Postacı filmi, sadece David Brin’in ondan on yıl önce çıkarttığı aynı isimli güzel bilim kurgu romanının kapağına tükürmekle kalmıyor, aynı zamanda Kevin Costner adlı mütevazı insanı da iflas ettiriyor. Nasıl mı? Gelin, bir konuşalım.
Postacı romanı şu anda evimin onur köşesinde Otostopçu’nun Galaksi Rehberi, Deliliğin Dağlarında, Vakıf ve Metro 2033 gibi kitapların yanında duruyor. Tam tersine, onun 1997 film uyarlamasının izlerini ise ne raflarımda ne bilgisayarda bir klasörün içinde ne de izleme geçmişimde görebilirsiniz. Neden peki? Gelin bugün birkaç yıldır yazmayı beklediğim o konuyu konuşalım. David Brin denen o güzel yazarın Postacı kitabını ve Kevin Costner denen süper karikatürün Postacı filmini.
Postacı Kitabı
Postacı David Brin tarafından yazılan ve 1985 yılında yayınlanan bir mahşer zamanı bilim kurgu romanı. Roman dediğime bakmayın aslında üç tane etli butlu hikayeden oluşuyor. Bunlardan birincisi, geldiği kasabada kendi kıçını kurtarmak için “Yeniden Kurulan Birleşik Devletler” adına bir postacı olarak görev yaptığı yalanını söyleyen Gordon Krantz adlı rastgele birisini konu alıyor.
Gordon’ın yarattığı bu yalan daha sonra ondan bağımsız bir şekilde kendi başına yürekten yüreğe yayılacak ve yenilenen devlet kavramını yaşatmaya devam edecek. Birinci hikayenin iskeletini de bu hayali devlet ile onunla çatışan yağmacı çetelerinin savaşı oluşturuyor.
İkinci hikayede savaşın dehşetini atlatabilmiş bir yapay zekanın insanlar arasında adeta bir tanrı rolüne girdiğini görüyoruz. Her ne kadar bu sanal bilinç aslında çoktan ölmüş olup mahşer sonrasında tamamen birkaç bilim insanının onun işlevlerini taklit etmesiyle o tanrısal soyut hayatını sürdürse de. Bu ikinci öğe de yine yağmacılar ve haydutlarla bir çatışma yaşayıp medeniyetin adım adım dirildiği sürece katkıda bulunuyor.
Eski dünyanın yeniden doğduğu romanın üçüncü hikayesi, uygarlığın da üçüncü yapı taşında ise bu sefer tamamen insan topluluklarına iniyoruz. Postacıların gayretleriyle insanlığın devlet ve tanrı rollerini somutlaştırdığı ilk iki maddenin üstüne bu sefer savaşın dehşeti ekleniyor. Holnistler denen aşırı sağkalımcı grupların postacı teşkilatına ve Tepegöz isimli yapay zekaya karşı ilan ettikleri cihata karşı savaşçı bir yaklaşım benimseyen Amerikan yerli grupları ile daha savunmacı ve muhafazakar bir tutum sergileyen kasabalar, postacılarla yenilenmiş Birleşik Devletler ile anlaşıp birleşmiş bir cephe sergiliyorlar. Böylece tanrı, devlet ve savaş üçgeni tamamlanıyor ve bildiğimiz dünyaya geri dönüyoruz.
Harika bir kitaptır kendisi, kesinlikle okuyunuz efendim.
Postacı Filmi
1997 yılında kitabın Kevin Costner’ın değerli dostumuz Gordon’ı oynadığı film uyarlaması yayınlanıyor. Film ağırlıklı olarak birinci hikaye üzerine odaklanıyor, bu hikayenin de bütün temel ögelerini az çok içinde tutuyor. Yine de Tepegöz sanal bilinci ve üçüncü kısımda anlatılan birbirinden hiç hazzetmeyen farklı gruplar hikayeden atılınca, ortaya çıkan senaryonun detayları da senaristin yüzüne karşı kahkahalar atılacak bir düzeyde kalınca tabii ki seksen milyon dolarlık film sadece yirmi milyon dolar gelirde kalıp müthiş bir biçimde zarar ediyor.
Rotten Tomatoes üzerindeki değerlendirmesi ise yüzde sekiz sadece. Kevin Costner, Waterworld ile yarattıklarını söylediği bireyselci Madmaxvari bir hikayenin aksine Postacı filminin daha medeniyeti öven, insandan çok insanlığa odaklanan bir film olmasını istediklerini aktarıyor ama sonuç belli. Yine de söylemem gerekir, film her ne kadar kötü olsa da bana David Brin’in Postacı kitabını merak ettirecek kadar beni etkiledi. Kitabı okuyunca tabii ki film daha da kötü bir aroma bıraktı damağımda. Yani Costner’a en azından Postacı filmiyle hayatıma yaptığı bu katkıdan dolayı teşekkür ediyorum.
Altın Ahududu Ödülleri
Postacı gibi bir film ödül alabilir miydi acaba? Üç tane Satürn ödülü adayı oldu ama onları alamadı. Buna rağmen beş tane Razzie ödülü aldı. En kötü yönetmen, en kötü oyuncu, en kötü film, en kötü senaryo ve en kötü özgün müzik ödüllerini alarak yapım ekibindeki herkesi gururlandırdı. Yani neymiş, iyi işlerin kötü, insanlık aşkına çok çok kötü uyarlamaları bizim çağımıza özel bir şey değilmiş.
Hayat çok ilginç bir kavram değerli geekler, çocuk halimle izleyip beğendiğim Postacı filmi dolayısıyla yıllar yıllar sonra dönüp ona yeniden bir şans vermem, aslında ne kadar kötü olduğunu görüp ama dünyasını beğenip kaynak materyali araştırmam ve en nihayetinde özgün romanı okuyup şöyle güzel bir bilim kurgu eseriyle tanışmış olmam çok ilginç. Olsun, ben ilginç şeyleri severim, hayatı da dolayısıyla acısıyla tatlısıyla seviyorum. Peki, sizin sevdiğiniz bilim kurgu uyarlamaları var mı? Ya onların özgün kitapları? Hangisi daha iyi?
1 Comment
“daha da kötü bir aroma bıraktı damağımda.” kulagimi tirmaladi…