5. Children of Men

Children of Men

Meksika sinemasının üç amigosundan Guillermo del Toro Pan’ın Labirenti filmiyle fantastik türe bambaşka bir boyut kazandırmıştı. Hellboy filmleriyle de süper kahraman külliyatına eşsiz bir yön kattı. Diğeri, Alejandro Inarritu, Amores Perros’tan sonra 21 Grams ve Babel ile iç içe geçmiş hikayelerdeki ustalığını arttırdı. Sonuncusu, Alfonso Cuaron ise Y Tu Mama Tambien’den sonra, önce Harry Potter’ın üçüncü filmini çekti. Geçen sene de Gravity ile en iyi yönetmen Oscar’ını aldı. Aradaki filmi ise Children of Men’di. Distopik bir toplumu, ölesiye kusursuz yansıtmıştı Cuaron; filmin dertleri de, hisleri de tam yerinde ve içtendi. İkisini de sinemada yakalamak bu kadar nadirken üstelik.

 

4. Primer

Primer

Nasıl anlatsak ki Primer’ı? Shane Carruth’un kendisi yazıp, yönetip, müziğini yapıp, kurgusuna yetişip, sanat yönetmenliğini üstlendiği; bir de baş rolünde oynadığı film, yaklaşık 7 bin dolara çekilmişti. Ne bir pazarlama bütçesi, ne büyük fragmanları vardı çıkmadan önce. Sundance’e gitti ve oradan Özel Jüri Ödülü ile döndü. Yavaş yavaş bir kült oluşmaya başladı etrafında. Kesinlikle siz anlayasınız diye basitleştirme çabasına girmediği hikayesi, keşfettikçe daha da derinleşiyor, daha etkileyici hâle geliyordu. Zaman yolculuğu bizce hiçbir filmde bu kadar güzel ve bu kadar derin ekrana taşınmadı. Eminiz bu konudan.

 

3. District 9

District 9

Ünlü yönetmenlerin, kendilerine yakın tarzda genç ve ümit vaat eden film yapımcılarına destek atması herhalde Hollywood’da en sevdiğim olaylardandır. Quentin Tarantino’nun vaktiyle Eli Roth’a attığı omuz gibi, Peter Jackson’da Neill Blomkamp’a el etmesi District 9’ı bu kadar ön plana çıkaran şey olmuştu. İyi ki de olmuş, yoksa son on beş yılın en iyi, en felsefik, en siyasi ve Matrix’in açtığı yoldan en gururla ilerleyen bilim kurgu filmine belki de hiç nail olamayacaktık.  Ya olmasaydık? Eksikliği düşünebiliyor musunuz ya?

 

2. Moon

Moon

Bugün Warcraft’a heyecanlanıyorsak bir sebebi var. Aslında iki sebebi var, buradaki Moon ve buraya almadığımız Source Code. Ama özellikle Moon. Özellikle, tek başına filmi götüren Sam Rockwell’e hiçbir zaman yük bindirmemeyi başarmış, Clint Mansell’in müziğiyle tüm filmi dansa kaldırmış, muhteşem görsel tarzıyla akla hayale sığmayacak bir Ay portresi çizmiş olan Moon. Duncan Jones, daha bu filmiyle nasıl muhteşem bir yönetmen olacağının altını çizmişti zaten. Warcraft’ı da iyi yaparsa, artık dönüp bakmaz arkasına.

 

1. The Fountain

The Fountain

İlk paragrafta demiştik ya hani Aronofsky Matrix’ten çıkar, ve bilim kurgu artık aynı olamaz der diye? İşte onu deyip, çektiği filmdir The Fountain. Ölüm ve yaşamı, aralarındaki ince çizgiyi, ölümün yarattığı huşuyu o kadar incelikli, o kadar büyüleyici yansıtmıştı ki ekrana. Bir yandan geçmiş, bir yandan günümüz, bir yandan da çok ileri bir gelecekte geçen hikayenin temeli, aslında yeni fikirler, yeni teknolojiler ve yeni çarelerin temelindeki şeyi; ölümü erteleme veya durdurma amacını sorgulamaktı. Film bir kenara çekilip, en sonunda size şunu diyordu: Ölüm huşuya giden yoldur. Korkma. Hayatına hayran olmanın sebebidir ölüm. Ve siz de, hem buna, hem de filme hayran olup çıkıyordunuz sinemadan. Başka ne yapabilirdiniz ki?

1 2
Author

Yalnız olduğunu düşünen, ama bunun uzun sürmeyeceğini bilen bir adam. Bir gün Kaliforniya'nın yeşillikleri uğruna Arizona'daki evini terk edip gitti, geri dön çağrılarına da kulak vermiyor.

1 Comment

  1. alp demirkabız Reply

    1 numaranın bilimkurgu olup olmadıgı tartışılır

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.