Kazandığı para ve popülarite sayesinde artık istediği hikâyeleri anlatabilme lüksüne sahip, eskiden herkesçe sevilse de yaş aldıkça saygınlığını kaybetmeye başlayan ve Netflix’le anlaştığı için hâlâ fazlasıyla izlenen bir sinemacı deyince aklınıza kim geliyor? Hayır, Cem Yılmaz’dan değil Zack Snyder’dan bahsediyorum! DC evreni ile yollarını ayıran Zack Snyder, kapağı Netflix’e atmıştı. Platform için ilk olarak Army of the Dead’i çeken Snyder, sonrasında ise iki bölümden oluşacak space opera türündeki Rebel Moon üzerinde çalışmaya başlamıştı. Nihayet ikinci film Rebel Moon – Part Two: The Scargiver’a kavuştuk. Kavuştuk kavuşmasına da, eleştirmenlerin yerden yere vurduğu ilk filmin ardından Part Two’yu bekliyor muyduk ki?
2 saat uzunluğundaki Rebel Moon Part One’ı bilmeyenler için özetlemek gerekirse Snyder’ın “Star Wars, slow motion ve klişe olan her şey” karışımıyla oluşturduğu kötü bir filmdi. Zaten Rebel Moon fikri gerçekten de Snyder bir Star Wars projesinde çalışırken ortaya çıkmış. Hikâyeyi duyduğunuzda buram buram Star Wars atmosferini hissedeceksiniz. Rebel Moon, işgalci “Ana Dünya” imparatorluğu tarafından yönetilen bir galakside geçiyor ve burada Ana Dünya’ya karşı devrim yapmak isteyen isyancılar mevcut. Bu isyancıları arayan Ana Dünya askerleri kendi hâlindeki bir çiftçi köyüne gözdağı veriyor. Baş karakterimiz, eski imparatorluk askeri Kora da askerler tekrar saldırmadan önce gidip topladığı isyancılar ile Ana Dünya’ya bir darbe vurmak istiyor.
Senaryonun genel hatlarının yanı sıra bar sahnesinden tutun düşman askerlerinin asla hedefi tutturamayan ateş edişlerine kadar Star Wars kokan film, köy halkından Kora ve Gunner’ın önderliğindeki isyancı ekibin başarıya ulaşması ile sona ermişti. Rebel Moon – Part Two, ekibin hikâyesini kaldığı yerden devam ettiriyor. İlk filmin villain‘ı Amiral Noble diriliyor ve köye yeni bir saldırı düzenlemek istiyor. Hepsi birbirinden oldukça farklı kişilerden oluşan ekibimizin de bu saldırıya karşı hazırlanması gerekiyor.
Birinci filme dair olumlu bir şey söylememiş olsam da Rebel Moon – Part Two’yu izlemek istedim, çünkü Guardians of the Galaxy’den hallice ekip ikinci filmde neler yapacak, hikâyeleri derinleşecek mi diye merak ediyordum. Sonuçta ilk film, karakterlerin bir araya gelişini göstermek için yapılan -kalitesinden bağımsız olarak- tıpkı Dune: Part One gibi bir başlangıç filmiydi. Bir de şu var ki, Zack Snyder daha şimdiden DÖRT TANE DAHA Rebel Moon filmi olabileceğini söylemiş. Hatta her bir filmin +18 director’s cut versiyonlarının da sene içinde yayınlanması bekleniyor. E böylesine “devasa” bir evren yaratılıyorsa kaçırmamalıyım diye de düşünmüştüm.
Size ise aynı öneride bulunamayacağım sevgili geekler, çünkü bence Rebel Moon evreninde kaçırılmaması gereken hiçbir şey yok. Toplamda 4 saatimi harcadığım bu iki film, bana sadece DC’nin Zack Snyder’dan James Gunn’a geçişinin ne kadar doğru olduğunu gösterdi. 4 saatin sonunda hiçbir bağ kuramadığım ve başına neler geleceğini merak etmediğim bir ekip var karşımda. Oysaki James Gunn 2 saatlik Guardians of the Galaxy isimli space opera‘sındaki saçma sapan karakterleri oldukça sevilebilir kılmış, hem de Star Wars’a bolca selam çakmıştı!
Tabii iyi bir film yapmakla sinematik evren yönetmek aynı şeyler değil. Henüz yeni DC sinematik evreni başlamadan net konuşmak da zor. Dolayısıyla konumuza, yani Rebel Moon – Part Two’ya dönmek istiyorum. Zack Snyder, ilk filmde eleştirilen her şeyi burada tekrar etmeyi başarmış. Yine bolca klişe var, tahmin edilebilirlik deseniz gırla gidiyor. Slow motion yine sadece aksiyon sahnelerinde değil, buğday hasadı yapılırken bile kullanılmış. Yani bunu görmek istesem Rebel Moon isimli bir bilim kurgu filmi yerine Farming Simulator oynardım sanki Snyder’cım ya!
Sıklıkla kullanılan yavaş çekimin şöyle de bir sıkıntısı var, yoğun aksiyon sahnelerinin temposunu bozuyor. İlk filme göre daha iyi ve uzun süren bir final savaşı çekilmiş, ama savaşın çeşitli cephelerini gösterirken yapılan geçişler çok fazla aksıyor. Tek planda çekilmiş yumruk yumruğa dövüş izlerken bir anda sahne değişiyor ve yavaş çekim ışın kılıcı savaşı izliyoruz. Oradan açık alan çatışmasına geçiliyor, bu geçiş olurken müzik de değişiyor falan. Adeta bir kaos. Filmin hikâye, senaryo ve yönetmenlik kısımlarının yanı sıra görüntü yönetmenliğini de üstlenen Snyder, hayranlarının çok sevdiği toz bulutu kaplı koyu kahverengi filtresinden de çekmiş filme. “Abi Snyder Cut çok iyiydi ya, mahvetmişler orijinal filmi” diyenler çok sevip epik bulacaktır savaş sahnelerini.
Burada bir parantez açmak istiyorum, tamam Justice League’i yarıda bırakıp gittiği için sonradan kendi kurgusunu izlememiz mantıklıydı ama iyice abartmadı mı bu işi? Geçtiğimiz günlerde de halihazırda bir Extended Cut’ı bulunan Sucker Punch’ı düzeltmek istediğini, hatta elinde gerekli çekimlerin bulunduğunu söylemiş. Bunu açıklarken “değiştirmek istediğim TEK film” diye belirtmiş. Zack Synder’s Justice League diye filmi olan ve Rebel Moon’un iki parçasına da +18 versiyonlar yayınlayacak olan adam söylüyor ha bunu!
Filme geri dönersek, yavaş çekim sahnelerle ilgili son bir şey daha söylemek istiyorum. Hepsi bana Batman v Superman: Dawn of Justice’in başında Martha Wayne’in kolyesinin yavaş çekimde dökülen incilerini hatırlatıyor ya. Çünkü bence o sahne Snyder’ın ne kadar iyi görüntüler çekebiliyor olduğunu, ama ne kadar kötü bir hikâye anlatıcısı olduğunu temsil ediyor. Rebel Moon da bunun bir kanıtı şu anda. Gerçekten iyi sekanslar, gün batımında çekilmiş güzel planlar içeriyor ama içerdiği klişe miktarı o kadar fazla ki bunları bastırıyor. Yani Rebel Moon’dan güzel yazılmış Star Wars fan fiction‘ları vardır öyle söyleyeyim.
Hep derdini anlatacak yeterli süreyi bulamamaktan yakınan Snyder, Rebel Moon – Part Two’da ise uzun sürenin kurbanı oluyor. İlk filminde yavaş çekim dökülen tohumları izleten Snyder, o tohumlardan çıkan ürünlerin hasadını da yavaş çekimde izletiyor. Köy halkının savaşa hazırlık süreci de çok uzun anlatılıyor, hem de “kısa sürede birlik olup normalde yapamayacakları bir hızda hazırlanma” klişesini kullanarak.
Herhalde filmin adında Star Wars yer alsaydı eleştiriler çok daha sert olurdu. Force Awakens’a gelen “öncekinin aynısını yapmışsınız” benzeri eleştiriler gelebilirdi, çünkü gerçekten yaratıcılık namına pek bir şey yok Rebel Moon filmlerinde. Şu ana kadar izlediğimiz bilim kurgu evrenlerinden ne farkı var, Seven Samurai’dan esinlenen hikâye hangi noktada özgünleşiyor bilemiyorum. Yani daha director’s cut‘ı gelmeden 4 saat olan Rebel Moon “ikilemesi” izlemek yerine Seven Samurai + herhangi bir Star Wars filmi izlemek çok daha mantıklı gerçekten.
Yiğidi öldürüp hakkını yemeyelim, film çekmek kolay iş değil. Zack Snyder da bu işi tutkuyla yapan insanlardan. Kendisinin senaryolarından ziyade sinematografisini seven, Rebel Moon serisinde çok fazla sorumluluk üstlendiği için altından kalkamadığını düşünen biri olarak yine de “emeğe saygı” demek istiyorum çünkü bahsettiğim hasat sahnesi için gerçekten de buğday yetiştirmişler. (Bu kadar uğraşınca seyirciye de uzun uzun izletmek istediler herhalde!) Hatta daha fazla etkileyici bilgi istiyorsanız Netflix’teki kamera arkası belgeselini izleyebilirsiniz. Prodüksiyon sürecini anlatan belgesel tüm filmden daha etkileyici olmuş.
Sonuç olarak Rebel Moon – Part Two öyle bir film ki, ekranda büyümesi 120 gün süren buğdayları veya görsel efekt ekibinin acayip uğraştığı savaş sahnelerini izlerken dalıp başka şeyler düşünebiliyorsunuz. Benim de bu süreçte filme isyan etmemden dolayı olsa gerek, Mustafa Sandal’ın İsyankar şarkısını Rebel Moon için uyarlamak geldi aklıma! Evet sevgili geekler, ciddiye alınamayan filmin incelemesi de böyle oluyormuş demek ki diyerek sizleri bu dörtlükle uğurluyorum:
İstersen Aylar Aylar
Yerinden oynar oynar
Sabırsız gözüm bir tek
Slow-mo’na isyankâr