Pek çok göksel unsurun ismi mitolojik karakterlerden geliyor, bu bilgiye aşinayız. Astroloji kesinlikle bir bilim dalı değil ancak bu durum da insanların, eski çağlardan beri gök cisimlerine mitolojik karakterlerin isimlerini verirken ve onlar hakkında hikâyeler oluştururken rastgele davrandıkları anlamına gelmiyor. Bu cisimlerin, bazen gözlenebilir bazen de sadece inanç yoluyla sezildiği düşünülen bazı özellikleri, mitolojik karakterlerin özelliklerine uygun olduğu veya daha da illa somut düşüneceksek, uygun var sayıldığı için, söz konusu isimlendirmeler yapılıyor. Elbette çağ ilerledikçe, insan zihninin gelişimiyle paralel olarak mucitlerin isimleri veya daha bilimsel adlandırmalar kullanılıyor fakat şurada bahsettiğimiz üzere hikâyelere merakımız da belli, her şeye rağmen kurgusal isimlerden vazgeçemediğimiz de oluyor.
Kadın – erkek ilişkilerinde neredeyse her romantik komedide az veya çok farklı şekillerde tekrar edilen, her sitkomda bir kez dahi olsa konusu döndürülen bir klişe var. Bu klişe, bir önceki paragrafta yaptığım girişte bahsedilen gök cisimleriyle de oldukça bağlantılı. Hatta en bariz hâliyle, dünya çapında milyonlarca kopyası satılan bir kitaba da ismini veriyor: Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten. Kadınların ve erkeklerin daha yaratılıştan itibaren farklı kökenlerden geldiğini, bu yüzden asla ne aynı dili konuşabilen ne de aynı şekilde düşünebilen uzaylılar olduklarını anlatıyor bu söz. Bu yazıda elbette –kesinlikle tahkir içermeden- bu kitabı incelemeye girişmeyeceğiz. Okumak isteyene kitap açık, içerisinden bir dünya alıntısına da internette rastlarsınız ve açıkçası, yazıldığı dönemi kafamda canlandıramıyorum ama şu zamanlarda, üzerine inceleme yazacak kadar dikkati hak etmiyor. Ancak şu yazıda Halit’in güzel örneklerle desteklediği gibi klişeler, temelde, isabetli noktalara parmak bastıkları için klişe olurlar. Özellikle de arkalarına insanlığın, en ulu gördüğü ve olabilecek tüm iyi varlıkları konumlandırdığı gökyüzündeki cisimlere verilen isimleri aldıklarında, bir de yeni dosya konumuz gezegenler olunca tabii, bu durumun üzerine konuşmak mümkün.
Efendim biraz malumun ilamı ama yazının seyri bakımından söylemek lazım; her ikisi de Antik çağlardan beri gözlenebilen bu iki gezegenden Venüs, ismini, Roma’nın aşk ve güzellik tanrıçasından; Mars ise yine Roma kaynaklı savaş tanrısından alıyor.
Tabii mutlaka biliyorsunuz, bu kadarla sınırlı değil. Antik çağlardan beri kaç tane toplum veya topluluk yaşadı ve kaç tane de inanç sistemi vücuda getirildiyse bu gezegenlerin o kadar da eşleştirildikleri figür var denilebilir. Bugün Venüs’te anlaştığımız gezegenin diğer temsilcileri arasında Roma mitolojisinin sıkı fıkı arkadaşı Yunan’dan Afrodit, bu ikisinin kaynağı olduğu iddia edilen Hitit’ten ana tanrıça Kibele bulunuyor. Nors’un Frejya’sı veya bölgeye göre Frig’i de burada. Rivayet o ki Kıbrıs’a ismini veren tanrıça Krypis de bir zamanlar, gökteki bu güzel yıldızı temsil etmiş. Hazır Kıbrıs’a gelmişken bayrakları asalım, Çolpan da Venüs’ün isimleri arasında. Az aşağı inelim, Mısır’dan Hathor’u unutmayalım ama onu doğrudan Samanyolu olarak söyleyenler de var, biz işlevsel bakalım ve İsis diyelim. Fakat biraz daha geniş bakıp, dünya üstündeki hemen bütün mitolojilerin paltosundan çıktığı kabul edilen Sümer’den İnanna’yı anmazsak olmaz. Burada da bitmiyor, İnanna’dan türetildiği düşünülen Akad’ın, Asur ve Babil’in gözdesi İştar ve Kitab-ı Mukaddes’teki hâliyle Astarte de sayılıyor. Tek tanrılı dinlere ulaştık sayılır ama bekleyin, onlarda da bu gezegenin bir temsili var ama henüz değil, sürprizi ve bu yazıdaki asıl vurgumu, sonrasına saklıyorum.
Geçelim Mars’a, biraz daha çoğunu bildiğiniz isimleri sayalım, söz, sonu anlamlı olacak. Bugün Roma tanrısı Mars’ta anlaştığımız gezegenin diğer temsilcileri kimler? Kızıl Gezegen’in farklı kültürlerde temsilinde yine sıkı dost Yunan’dan Ares ve Etrüsk kökenli Maris, ilk başta sayılabilir. Babil’den Nergal, Mısır’dan Sekmet bize katılır; İran’dan Bahram, Arap kaynağından ateş bağlantılı El-Mırrîh gelebilir ki bu da bizim için tanıdık bir isim: Merih. Daha eski zamanlarda Türkler arasında Mars için Sakit isminin de kullanıldığı ifade ediliyor. Fakat burada üzerinde durulması gereken başka bir şey var. Birincisi, Mars’ın diğer adlandırmaları arasında saydığımız çoğu ismin, Merih ve Sakit örneğinden hareketle, bir mitolojik karakterden gelip gelmedikleri aşırı tartışmalı. İkincisi, Maris veya Sekmet örneğinden hareketle, bu tanrılar aslen gezegeni temsil etmiyor, sadece işlevsel olarak ‘savaş’ ve ‘ateş’ gibi temalar üzerinden öyle sayılıyor. Üçüncüsü ise savaş tanrısı Mars’ın, Venüs’ün yukarıda aldığım bazı isimlerin yarısı kadar bile kendisine ait bir temsilci figürü bulunmuyor.
İşte şimdi, bu yazıdaki asıl sonuca yaklaştık. Haydi, gören göze bir karşılaştırma yapalım. Venüs’ün mitolojideki tüm isimleri veya gökyüzünde Antik çağlardan beri gözlenen ve önemsenen bu yıldıza verilen tüm isimler, bir tanrıçanın isminden geliyor. Ayrıca tanıyanların hemen ayırt edeceği gibi bu tanrıçaların dişi olmanın yanında ortak bir özellikleri daha var; hepsi “güzellik, aşk ve bereket” tanrıçası. Sonra işlevleri ve birlikte anıldıkları kurumlar; bunlardan dilenen şeyler de doğal olarak birebir, “evlilik, aile, doğum, yeniden üretim”. Bunların sembolleri ve çizimleri de tıpkıbasım sayılır, ya emziriyorlar ya kucaklarında kundakta bir bebek var, ya etrafa sevgi ve estetik saçıyorlar. Venüs, bir kadın olarak kabul edilmiş, bir kadının özellikleriyle –daha doğru bir ifadeyle kadına mâl edilen özelliklerle- eş tutulmuş. Hatta bakın, Venüs, sistemimizde bir tanrıçanın ismini taşıyan tek gezegen olduğu için, onun üzerindeki yüzey şekillerine verilecek isimler, bugün için bile özellikle kadın isimlerinden seçilmeye çalışılıyor. Bir istisna dışında misal kraterlere ünlü kadınların isimleri, alçak düzlüklere kadın kahramanların isimleri veriliyor. Bu yüzden Kadınlar Venüs’ten.
Mars’ın yukarıda bahsettiğimiz sorunlarla birlikte değerlendirmemiz gereken tüm isimleri ise ateş, yıkım, kan ve vahşet ile alakalı tanrılardan seçilmiş. Hepsinin titri Savaş Tanrısı. Bunlardan istenenler de aynı; daha çok av, daha çok zafer. Bunda elbette gözlenebilir renginin kan veya alev gibi kırmızı olması, kırmızı rengin saldırganlığı ve şehveti çağrıştırmasının çok büyük bir etkisi var. Fakat asıl büyük etken, Dünya’ya en yakın şartlara sahip olması dersem çok da yanılmış olmayacağım. Bu sebeple dünya dışı yaşam deyince de akla Mars geliyor. Şöyle bir bakın, mekânını bizim güneş sistemimizden seçen uzaylı temalı filmlerin hepsinde uzaylılar Mars’tan geliyorlar, bir de tabii yanlarında yıkım getiriyorlar. Biraz daha bakın, bu bahsettiğim filmlerdeki uzaylılar, birkaç vücut parçasının farklılığı dışında insana benziyorlar yani insansı formdalar. Tanrı olan Mars’ın simgesi bir mızrak ve bir kalkanı gösteriyor; bir daire ve bir küçük ok. Yani kullandığımız erkek sembolü. Bu yüzden Erkekler Mars’tan.
Kadınların Venüs’ten, erkeklerin Mars’tan gelmesini incik cincik açıklamış olduk. Şimdi, asıl dikkat çekilmesi gereken yerlerin, bu sefer Google’da doğrudan bulamayacağımız açıklamasına gelelim.
Mitolojik karakterler arasında savaş tanrısı ünvanıyla Mars’ı temsil edecek bir eril figürün çokça bulunmamasının sebebi, eskiden insanların savaştan hoşlanmaması falan değil. Bir sürü savaşla özdeşleştirilmiş kutsal figür var ama sorun şu; bunlar kadın. Çok çok uzun bir dönemin sonuna kadar savaş tanrısı değil, savaş tanrıçaları var. Bu durum sadece savaş temasında değil, hemen her konuda böyle. X bir şeyin tanrısını aradığınızda mitolojilerde Y sayıda isim görüyorsanız, aynı X şeyin tanrıçasını aradığınızda en az 2Y isim görüyorsunuz. Yetmiyor, aynı X şeyin farklı isimlisi olan beş tane daha tanrıça buluyorsunuz. Misal Venüs bahsinde aynı mitolojide hem Hathor hem İsis var, birine bereket diğerine annelik verilmiş, yani işlevleri bölünmüş. Denemesi serbest.
Neden tanrıçalar daha fazla? Bu bahiste pek çoğu genel kabul görmüş farklı düşünceler var. Bunlardan biri, tüm mitolojilerin önce Sümer sonra Hitit’ten kaynaklandığını savunanlara göre “Ana Tanrıça Kültü”. Çoğu yaratılış mitinde bir durum, yaratıcı tanrı Zeus olsa da misal başlangıçta onu doğuran Rhea var; Ülgen dünyayı yaratmadan önce sulardan Akana veya Ana Maygıl çıkıyor ve ona yarat diyor, örnekler çoğaltılır. İkincisi ve bağlantılı olarak, zamanın başlangıcının dişil kuvvet oluşu düşüncesi ki bunu açıklamaya gerek yok; doğurganlık desek yeterli.
Üçüncüsü ve en az önceki ikisi kadar geçerli ve onlarla bağlantılı olarak, ilk tanrıların cinsiyetsiz olma meselesi. Cinsiyetsiz de demeyelim, “çift cinsiyetli” daha doğru gibi. İnsanlığın karanlık çağlarındaki inançlarına dair teoriler, genel kanının aksine çok tanrılı dinlerle başlayıp tek tanrılı dinlere ulaştığımızı söylemiyorlar. Aksine bunlara göre önce kozmos düşüncesi hâkim; tek bir yaratıcı ve bir mutlak varlık var. Bunun bir dayanağı, tanrının karşısında ona denk bir şeytan düşüncesinin, mitolojik anlatılarda çok sonraları ortaya çıkmış olması. Bu tek varlık iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin, savaş ve barışın, kadın ve erkeğin, zıtlıkların bütünleştiği bir varlık. Ancak doğurganlık, bereket gibi durumlar dişillikle özdeşleştirildiği için, “doğa ana” tabirinde olduğu gibi bu varlık daha ziyade “dişil” gibi düşünülüyor. Kadın demiyorum yalnız bu önemli, dişil. Sonrasında ise kozmos bölünüyor, kaos ortaya çıkıyor ve bu özelliklerin, bu zıtlıkların her biri, bir başka varlıkta cisimlendiriliyor; böylece çok tanrılı yapılar geliyor.
Çok tanrılı yapıların başlangıcında hâlâ dişillik ön planda. Fakat yavaş yavaş bir şey oluyor; tanrıçalar, birebir aynı özellikleriyle erilleşiyor ve sonunda tanrılara dönüşüyorlar. Artık çok büyük şeylerin değil, “güzellik”, “aşk” gibi daha dar ve soyut alanların sahibi oluyorlar. Bunu bile bölüşüyor, güzelliğin bir kısmı tanrıçalarda kalıyor ama bir kısmını da şu yazıda bahsettiğimiz Adonis gibi erkek kahramanlara veriyorlar. Artık evrende ilk yaratıcı değiller, yeniden üreten konumundalar. Onların yerini, tanrılar alıyor. Yani insanlar bize eski zamanlardan bağıra bağıra, dünya düzeninin nasıl erilleştiğini; kadının aşağı yukarı ne zamandan beri artık ev, aile, çocuk ve iç meselelerle ilgili görüldüğünü söylüyor.
Sonra, uzun uzun anlatmanın yazının amacını aşacağı bir süreç bitiyor, tek tanrılı dinler yayılıyor. Bu süreci merak eden olursa genel hatlarıyla şu yazımızdan okuyabilirsiniz. Ama bunların öncüllerinden farkı var, cinsiyetleri olmadığı ifade ediliyor ama gerek “baba, oğul, kutsal ruh”taki gerekse de küçük çocukların dilindeki “Allah baba” ifadesindeki gibi eril düşünülüyorlar. Erkek demiyorum, eril diyorum, tekrar dikkat çekmek istedim. Zihin yapısındaki bir değişme bu. Ayrıca evet, iyilik de kötülük de onlardan geliyor ama yine öncüllerinden farklı olarak “kötü olma” vasfı onların değil, denkliği duruma göre tartışılmakla birlikte yoldan çıkaran bir “şeytan” düşüncesi oluşuyor.
Kaosun kozmostan tamamen ayrılması, dişilliğe son darbeyi vuruyor. Az önce dişil kutsal varlıkların rollerinin erkeklere verildiğini ifade etmiştim, bunun tek tanrılı dinlerdeki en bariz örneği Lucifer. Cennetten kovulmadan önce o, belki bin yıllardır tanrıça isimleriyle anılan Venüs’ün karşılığı olarak tanıtılıyor. Sonra Şeytan olarak anılıyor ve ilk işi, bir kadını kandırmak oluyor. Bundan sonra Şeytan, kadınlarla anılıyor, iblisler kadınlara dadanıyor, şurada Yağmur’un cadı avını anlatırken bahsettiği gibi kadınlar aldatılmaya daha müsait oluyorlar ve ihanet ediyorlar. Tek tanrılı dinlerde bu gezegenlerin karşılığına en son geleceğim demiştim, onun da tam yeri burası. Venüs’e verilen Arap kaynaklı Zühre ismi, iki temiz ve günahsız melek olan Harut ile Marut’u baştan çıkartan güzel bir kadın olması sebebiyle. Neticede Âdem’i yoldan Havva çıkartıyor.
Aslına bakarsanız bütün bu olan bitenin hikâyesini, Venüs’ün ve Mars’ın tüm serüvenini Lilith’in anlatısı temizce özetliyor. Hem de cinsel pozisyon tercihi yüzünden çıkan tartışmadan kendisinden sonraki kadının erkeğin göğüs kemiğinden yaratılacak olmasına kadar. Venüs, kendi ekseni etrafında, Güneş Sistemi’ndeki “tanrı” ismi verilmiş diğer tüm gezegenlerin aksi istikamette dönüyor. Tıpkı Lilith’in, kendinden sonra gelecek, onlara benzenilmesi istenecek Havva ve Meryem gibi diğer tüm kadınların aksine, erkeğe aksi istikamette gitmesi gibi.
Gök cisimlerinin isimlerinin rastgele seçilmediğini söylemiş miydim?
Not: Yazıda bahsedilen konular yahut ismi geçen mitolojik unsurlar hakkında okumak isteyenler için, yazıda da yararlandığım birkaç genel kitap önerisi bırakmak istedim. Daha ayrıntılı merak ettiğiniz olursa yazın.
Aynur Koçak, Mitlerle Varoluş Yolculuğu, Alfa Yayınları.
Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü.
Carol Delaney, Tohum ve Toprak, çev. Selda Somuncuoğlu, Aksu Bora, İletişim Yayınları.
Mircea Eliade, Dinin Anlamı ve Sosyal Fonksiyonu, çev. Mehmet Aydın, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Pierre Bourdieu, Eril Tahakküm, çev. Bediz Yılmaz ,Bağlam Yayınları.
3 Comments
İnsanlığın karanlık çağlarındaki inançlarına dair daha ayrıntılı bilgi alabileceğim bir kaynak biliyor musunuz?
Merhaba, sorunuz zamansal, coğrafi ve kültürel açılardan çok geniş ve muğlak bir alana yönelik olduğu için aradığınız şeyin tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. Fakat inanç sistemleriyle ilgili ayrıntılı bilgi için iyi bir dinler tarihçisi olan Mircea Eliade’nin Türkçeye de çevrilen üç ciltlik “Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi”ni önerebilirim, kapsamlıdır. Bunun haricinde de pek tabii farklı başlıklar altında farklı çalışmalara bakılabilir. Örneğin “tek tanrılı dinler” veya doğrudan “şamanizm”, “budizm” gibi başlıklarla ararsanız ulaşmanız daha kolay olur. İlkel dönemlerden bahseden çalışmalar veya görüşler için, bunların, her ne kadar bilimsel zeminde olsalar da aslında eldeki az sayıda veri veya günümüzdeki örneklerden yola çıkılarak ulaşılmış varsayıma dayalı teorilerden oluştuğunu da eklemek isterim. Yani farklı araştırmacıları ve farklı görüşleri okumak her zaman için daha faydalı olacaktır. Eğer belirli bir şeyi (bir gelenek, bir sembol, bir inanç sistemi, bir topluluk, bir coğrafya vb.) arıyorsanız yazın, o konuda da bildiğim/ulaşabildiğim kadar yardımcı olmaya çalışırım.
Bunlar dışında sitede mitoloji ve inanç sistemleriyle ilgili düzenli olarak yazmaya çalışıyorum. Bu yazılarda da yine okuduklarımı aktarıyor, aşağıya mutlaka kaynakça bırakıyorum. İlginizi çekenler olursa bu da naçizane benim katkım olsun.
Teşekkür ederim.
Eski yazılarınıza da bir göz atıcam. Önerileriniz için teşekkür ederim.