Sony’nin halk arasında “Spider-Man’siz Spider-Man evreni” olarak bilinen sinematik evreni Madame Web ile dördüncü filmine kavuştu ve eleştirmenler tarafından yerden yere vuruldu. Venom filmleri ile gişede başarı elde etse de Morbius ve Madame Web ile o konuda da başarılı olamayacağı görülen Sony’s Spider-Man Universe, tüm bu eleştirilere rağmen 2024 içerisinde iki film daha yayınlamayı planlıyor ve ilerleyen dönemde Marvel Cinematic Universe ile crossover yapması da muhtemel görünüyor.

Madame Web filmi ile bir süper kahraman filmi yapmayı bile başaramayan bu evren bana kalırsa tek bir şeyi doğru yaptı şu ana dek: her karaktere bir orijin hikâyesi vermek. Yani aslında Sony, karakterlerini oyuna bam diye sokan DC Extended Universe’ün yaptığı hataya düşmüyordu. Marvel’ın onlarca film yaparak ilerlediği ve seyircinin karakterlerle bağ kurmasını sağladığı sistemin aksine DC henüz ikinci filmden en büyük iki kahramanını karşı karşıya getirmiş, zaten ismi altında ezilen filme kattığı ek karakterlerle “bir sinematik evrene nasıl başlanmaz” dersi vermişti.

Sony’s Spider-Man Universe ise daha çok MCU’yu örnek alıyor bu konuda. Venom’ın ilk bir saatinde Eddie Brock’u tanıyoruz, simbiyotu ortalıkta görmüyoruz bile. Morbius flashback sahnesiyle açılıyor, vampirin çocukluğuna kadar iniyoruz. Madame Web de yine geçmişe gidiyor, Cassandra’nın annesinin 1973’te yaşadıklarına odaklanıyoruz. Yani sinematik evrenler öncesi, çoğunluğu 2000’ler başı olmak üzere üretilen süper kahraman filmlerinin sıradan formülünü uyguluyor Sony. Önce karakterin geçmişini göster, seyircinin onunla bağ kurmasını ve motivasyonunu anlamasını sağla, sonrasında ise aksiyona geç.

Bu formül, filmlerin geri kalan tüm ögeleri de 2000’ler başındaymışız gibi hissettirdiği için asla işlemiyor. Karakterle bağ kuruyoruz, ama karakter tek boyutlu ve Spider-Man’in yan karakteri olduğu için yeterince ilgi çekici değil. Çizgi romanlarda güçlerine doğuştan sahip olan Madame Web’i nasıl uyarlayacaklar diye merak ediyoruz ama annesi hamile hâliyle eksantrik örümceklerin peşinden koştuğunda gerisini tahmin edebiliyoruz. Film ise durmuyor, siz anlasanız da devamını göstermeye devam ediyor ki sinemada “replik tahmin etmece” oynayabilesiniz.

Bir yanda karakterleriyle bağ kurdurmak ve hepsine bir orijin hikâyesi vermek gibi iyi niyetli amaçları olmasına rağmen başaramayan Sony, diğer yanda karakterlerini hemen sahaya sürmeye çalışınca batan DC’yi gördükçe The Amazing Spider-Man evreninin değeri çok artıyor gözümde. Evet, Andrew Garfield – Emma Stone’un yer aldığı ve Sony’nin Spider-Man live-action haklarını Marvel’a satmadan önce kurmaya çalıştığı o evren.

Andrew Garfield’ın Peter Parker’ını seversiniz, sevmezsiniz orasını bilemem. Saçı başı düzgün ve okulda kaykayla gezen bir tip olmasının Peter ezikliğine pek yakışmadığı söylense de -beni rahatsız etmemişti- geri kalan kısımlarda bence baya iyi bir oyunculuk sergilemişti. Peter’ı yıllar sonra lisede görmek ve Sam Raimi üçlemesinin aksine Gwen Stacy’i ön plana koymak bence farklılaşmak adına yaptığı doğru hamlelerdi The Amazing Spider-Man’in. Emma Stone’u Gwen Stacy olarak yeterince izleyememiş olmanın acısını kalbime gömerek filmin Spider-Man külliyatı adına değil, sinematik bir evren kurma noktasında neyi başarılı yaptığından bahsetmek istiyorum.

The Amazing Spider-Man iptal edilirken masada olan filmlerden biri de Sinister Six’ti. Tek bir karakter kullanarak geniş bir evren yaratmak istiyorsanız düşmanlara bel bağlamak zorundasınız ve Sony şanslıydı ki Spider-Man bu konuda bereketli bir karakter. “Böceğin düşmanı böcek olur” kuralı ile düşmanları hayvanlar âleminden isimler olsa da The Amazing Spider-Man bunları Oscorp’un hayvanlar üzerinden yaptığı deneyler ile bağlıyor ve şirketi evrenin temel yapı taşı olarak konumlandırıyordu.

Peter gizlice Oscorp’ta gezinirken radyoaktif örümcek tarafından ısırılıyor, şirketin elektrik mühendisi Max Dillon bir kaza sonucu Elektro’ya dönüşüyordu. Spidey’nin gelmiş geçmiş en büyük düşmanı Green Goblin’in bu şirketin kurucusunun oğlu olduğu düşünüldüğünde her şey çok mantıklı geliyordu. Tüm bunlar sonucunda The Amazing Spider-Man 2’nin after-credits‘inde Oscorp’un hayvanlara benzeyen teknolojiler üzerinde çalışması kimseyi şaşırtmıyordu.

the amazing spider-man 2

The Amazing Spider-Man, MCU öncesi Spider-Man filmlerinin hatalarından muzdarip olmasına rağmen evreninin temelini sağlam adımlarla atıyordu. Son filmde fazlaca karakter gösterme hatasına düşse de ileride dâhil olacak altılı düşman paketinin altyapısını güzel kuruyordu ki bir anda evrene salınacak bu kanunsuzlara yabancı hissetmeyelim.

Zaten bunun için Sinister Six filmleri planlanıyordu, Part I ve Part II olmak üzere iki tane. Bana soracak olursanız tekil süper kötü filmlerinden çok daha iyi bir fikir. Morbius’un geçmişini öğrenmek için izleyeceğimiz 50 dakikalık flashback‘lerdense altı kanunsuzun nasıl bir araya geldiğini, geçmişlerine dair konuşulacak ufak sekanslarla izlemek daha ilgi çekici görünüyor. Solo villain filmleri Venom gibi daha büyük oyunculara bırakılmalı bence.

Düşmanlarının yanı sıra Spider-Man’in hikâyesi de güzel ilerliyordu The Amazing Spider-Man’de. Sam Raimi üçlemesinde bolca gördüğümüz Green Goblin’le yüzleşmesi ikinci filme saklanıyor, orada da Spider-Man’in tarihindeki en büyük travmalarından birini yaşatarak karakterin bir değişim geçirmesine önayak olunuyordu. Çizgi romanların Gümüş Çağı’nı kapatıp Bronz Çağı’nı açan Gwen Stacy’nin ölümü illa ki Andrew Garfield’ın Spidey’sini de etkileyecek ve Sinister Six’le çok daha kötü bir psikolojideyken karşılaşmasına sebep olacaktı.

the amazing spider-man 2 gwen stacy

Mental olarak zor dönemler geçiren Peter’ın yardımına meşhur simbiyotumuz yetişebilir (sanırım 3. Spider-Man filmlerinin kaderi hep Venom oluyor), ikilinin yolları ayrıldığında Eddie Brock’u bulan simbiyot ile Venom filminin yolu yapılabilirdi. Bu durumda Venom’ı çakma bir Silikon Vadisi CEO’su ile kapıştırmak yerine direkt olarak Carnage’ın karşısında görebilirdik. Bunların hepsi kahramanların maskesinin pek de önemli olmadığı Civil War için Spider-Man’in haklarının satılmasından önce masada olan şeylerdi.

Tabii ki bunların hiçbirini göremedik. Drew Goddard’ın yazıp yöneteceği iki bölümlük Sinister Six spin-off‘u başka bahara kaldı. Venom, Tom Hardy’nin vücuduna nüfuz ederek Spider-Man’siz evreni başlattı. Spider-Man 2099 dozumuzu Spiderverse animasyonlarından almaya çalışıyoruz ve Black Cat filminin durumu ise meçhul. Andrew Garfield’ın The Amazing Spider-Man’i bir üçlemeyi hak ediyordu diyenler ise 90’lar Spider-Man animasyonu geri gelsin diyenlerle birlikte internetin derinliklerinde kaybolmuş durumda.

Felicity Jones’tan Rhino’ya uzanan karakter çeşitliliği ile eleştirilen The Amazing Spider-Man 2’yi bile daha büyük bir evrene bizi hazırladığı için sevmiş biri olarak, Tom Holland’ı ne kadar sevsem de Andrew Garfield’lı bu evrenin heyecanı içimde kalmış durumda. Çizgi romanlardaki Peter Parker’a Tobey Maguire’a kıyasla daha çok yaklaşan, Emma Stone’la şahane bir uyum yakalayan Garfield bence de bir üçlemeyi hak ediyordu. Günün sonunda şu an Sony’s Spider-Man Universe’ün yaşadığı gibi bir sıkışma yaşayacak olsa da tek bir karakterin çevresinde kurulacak bir paylaşımlı evren ancak bu kadar iyi başlayabilirdi.

the amazing spider-man evreni

Yine de umutlarım tükenmiş değil. Bir gün çizgi roman üretir gibi sinema filmi üretilmeye başlandığında bir yapımcının veya yapay zekâ dünyayı ele geçirmeye karar vermeden önce ChatGPT’nin The Amazing Spider-Man 3’ü görmek isteyeceğine ve bu ikiliyi geri getireceğine inanmak istiyorum. Siz ne dersiniz, bu evren özlenmeyi hak ediyor mu, yoksa Gwen’i kaybeden Peter’ın yaptığı gibi acımızı kabullenip yola devam etme zamanı mıdır?

Author

Genellikle popüler kültür evrenlerinde yaşıyorum çünkü Thanos'un da dediği gibi "Reality is often disappointing."

1 Comment

  1. Sony tasm3 çekmese bile Andrew Garfield ile kendi sinema evrenine devam edicektir

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.