2024 geekler için bir “geçmişe saygı kuşağı” şeklinde ilerliyor sanki. Mart ayında X-Men ’97 geldi, efsane X-Men: The Animated Series’i kaldığı yerden devam ettirdi. Son dönemin Marvel etiketine sahip en iyi işlerinden birini izledik. E Deadpool & Wolverine’in henüz dumanı üstünde. O da Marvel’ın Fox dönemine saygı duruşunda bulunuyor; Hugh Jackman’ın dönmesini geçtim, yıllardır süper kahramanlığa bulaşmamış oyuncuları bile geri getiriyor. Bu saygı kuşağının son halkası ise Batman: The Animated Series’in (Batman: TAS) ruhani devamı diyebileceğimiz Batman: Caped Crusader oluyor.
Ruhani devam dememin sebebi dizinin başında Batman: TAS’ın yaratıcısı ve yapımcısı Bruce Timm’in olması. Bruce Timm’in Batman külliyatındaki yeri ayrı. Batman: TAS ile gelmiş geçmiş en iyi çizgi dizilerden birini yapıp DC animasyonlarının altın çağını başlattı. TAS’la birlikte Harley Quinn gibi ayrıca popüler olacak bir karakter yaratan Timm, Batman Beyond gibi orijinal işlere imza attı. Haliyle Batman: Caped Crusader’ın showrunner‘ı olarak onu görünce insan beklentiyi yükseltiyor. İşte bu noktada kocaman bir AMA demem gerekiyor çünkü bu dizi Batman: TAS’ın devamı değil; Timm’in yanına J. J. Abrams, Matt Reeves ve Ed Brubaker gibi isimleri alarak Batman’i TAS’ın benzer atmosferi ile yeniden yorumladığı bir uyarlama.
Spoilersız olarak şunu diyebilirim, Batman: TAS kadar keyif alınabilecek bir yapım değil bu. Caped Crusader geliyor diye açıp TAS’ın eski birkaç bölümünü izledim, suratımda “çocukken neler izlemişiz be, ne güzel günlermiş” düşüncesinin getirdiği gülümseme eksik olmadı. Batman: Caped Crusader öyle değil, hem çizimleri hem de yapısı gereğiyle daha ciddi kalıyor; X-Men ’97 gibi insanı çocukluğuna götürmüyor. Çünkü Bruce Timm gerçekten Kara Şövalye’nin yan karakterlerini ve düşmanlarını hiç ele alınmadığı şekillerde ele almak istemiş.
Kara Şövalye’de de değişiklikler var elbette. Daha atletik, teknolojiden daha az yararlanıyor; Batman: TAS’taki o devasa ChatGPT benzeri bilgisayarı görmüyoruz. Zaten işinde henüz yeni bir Batman bu. Batman: Year One değil ama Batman: Week Two izleyeceksiniz diyor Timm bir röportajında. Esas büyük değişiklikler ise yan karakterlerde ve buradan uyarımı yapmak istiyorum. Siyahi bir elf görmeye dayanamadıysanız Batman: Caped Crusader pek size göre değil!
Karakterlerde ırk ve cinsiyet dâhil olmak üzere değişimler yapılmış. Alfred TAS’a göre oldukça genç ve biraz da tonton bir yapıda (Bu tarz Alfred’in çizgi romanlardaki ilk haline daha yakın). Komiser Gordon ve kızı Barbara siyahi olmuş, hatta Barbara avukat olmuş. Sanıyorum ki karakterin tarihinde bir ilk bu. Harley Quinn Asya kökenli bir psikolog, Joker’le bir bağlantısı yok. Batman’in ezeli düşmanlarından Penguin ise Oswald değil, Oswalda Cobblepot; çünkü kadın bir Penguin var dizide.
Böyle hepsini tek nefeste sayınca fazla gelebileceğinin farkındayım; sakin olun ve derin bir nefes alın, o kadar da korkulacak bir şey yok. Zaten yıllardır var olan bu karakterlerin sayısız versiyonunu gördük. Zack Snyder’ın Batman’inde genç bir Alfred vardı, bu dizinin de yapımcılarından olan Matt Reeves’in The Batman’inde Gordon’ı siyahi aktör Jeffrey Wright canlandırıyordu, çok da iyi oynamıştı!
Mesela saydığım karakterler arasında beklentimin en düşük olduğu kadın Penguin, en sevdiklerimden oldu! Gordon ailesinin ırk değişimi senaryoya hiçbir katkı sağlamıyor ama Penguin’dekiler sağlıyor. İki çocuk annesi oluşu, suçlarını dans gösterileri düzenlediği sosyetik karakterinin arkasına saklaması güzel detaylar olmuş. Yani erkek Penguin’i kendi dizisinde bolca izleyeceğiz zaten, yeni bir versiyona burun kıvırmaya gerek yok. Barbara da (avukat olan) bence iyiydi, sezondaki yeri de oldukça büyük. Şahsen Harley Quinn’in bu versiyonunu da acayip sevdim ama benim bu tarz değişimlere ön yargımın çok düşük olduğunun altını çizmek isterim.
Barbara’nın sezondaki yeri dedim, evet TAS’a göre en büyük farklılıklardan biri Batman: Caped Crusader’ın sezonsal bir bütünlüğünün olması. Episodik ilerliyor gibi görünse de özellikle Gotham Polis Teşkilatı üzerinden genel bir hikâye örgüsü kurulmuş. Teşkilatın içindeki yozlaşma, kendi aralarındaki ve Batman’e karşı rekabetleri, Batman’in Gordon ailesi ile ilişkileri ve Harvey Dent’in başkanlık sürecindeki gelişmeler sezona yayılan hikâyeler arasında.
Polislerin olaya bu kadar dâhil olması ve Batman’le hırsız polisçilik oynamaları dedektif dizisi izliyormuşuz hissiyatı yaratıyor. Bazı bölümlerde polisiye janrı o kadar çok hissediliyordu ki dizinin ismini Batman değil Detective Comics koysalarmış keşke dedim! Bunda dizinin baş yazarı olan, üç bölüme ise yazar olarak katkı veren Ed Brubaker’ın payının yüksek olduğunu düşünüyorum. Çizgi roman deneyimleri arasında Winter Soldier karakterini yaratmanın yanı sıra sayısız Batman ve Catwoman yazarlığı bulunan Brubaker, genellikle suç hikâyeleri ile tanınıyor. Batman: Caped Crusader’ın da TAS’tan ödünç aldığı 1940’lar atmosferi bu hikâyelere çok uygun, zaten film noir türü suç draması ile iç içe sayılabilir.
Sezonun bütünlüğünü sadece -son dönem Batman’lerinin aksine- doğaüstü güçlere karşı savaşılan 6. ve 8. bölümün bozduğunu düşünüyorum. Bu bölümlerde polis departmanının rolü azalıyor ve beraberlerinde suç draması janrını da götürüyorlar. Neyse ki 8. bölümün finali sezonun devamı adına önemli bir sahne ile bitiyor ve oradan itibaren sezon finaline artan bir heyecanla ilerliyoruz.
Evet, sevdiğim ve sevmediğim yanları var Batman: Caped Crusader’ın; özellikle her bölüm jeneriğinde tekrar tekrar gösterilen yapımcıların ismine bakınca yükselen beklentilerim karşılanmadı. Ancak son 2 bölümünü merakla izlediğimi fark ettiğimde Caped Crusader’ın yabana atılmaması gerektiğine karar verdim. Hepi topu 25 dakikadan 10 bölüm zaten, bir pazar günü binge-watch‘una bakar. Ha bir de, yeniliklere açık olmanıza da bakıyor. Bruce Timm, ununu elemiş eleğini asmış bir yapımcı olarak, 1990’larda yapamadıklarını streaming platformların özgür kollarında yapabilmek istemiş. Dolayısıyla karşımızda çocukluğumuzun Batman’i yok. Yazının başlığında soruya dönersek, evet Kara Şövalye geri dönüyor, Batman çizgi dizilerinin ne kadar güçlü birer yapım olabileceğini hatırlatıyor ancak Batman: TAS’ın büyüsüne asla ulaşamıyor.
Spoilersız kısmın sonuna geldik, son birkaç paragrafı spoilerlı incelemeye ayırmak istedim. Öncelikle şunu söylemek isterim, ben bu Harley Quinn’i beğendim ya. Harley Quinn şu anda kendi başına popüler bir figür olsa da bence Bruce Timm onu Joker’e bağlı olmadan nasıl yaratabilirim demiş ve Gotham’ın suç baronlarının psikoloğu olması çok iyi fikir. Terapi seanslarında öğrendiği bilgileri sonrasında suçlulara karşı kullanan bir anti kahramana dönüşmesi ise müthiş fikir!
Burada elbette bazı soru işaretleri var, psikolog hali deli dolu iken villain versiyonun karanlık moda geçmesini ne kadar sevebilir seyirci bilmiyorum. Kendisinin yer aldığı bölüm senaryo olarak da sıkıntılıydı, özellikle Bruce Wayne’e yaptığı terapideki yaklaşımı hiç terapist gibi değildi. O sahneleri kullanarak Bruce’un çocukluğuna inmek, Batman/Bruce ilişkisini irdelemek iyi fikirmiş aslında ama Harley sebebiyle işlemedi maalesef.
Dizinin en çok işleyen yanı, yukarıda da ufaktan övdüğüm üzere polisiyesi. Sezon boyunca çeşitli villain‘lar görüyoruz ama gerçek kötünün Gotham’ın suç baronu Thorne olarak kurgulanması güzel olmuş. Thorne’un tüm şehri, polislerden Bullock ve Flass dahil olmak üzere, parsel parsel satın almış olması Gotham’ın esas problemi. Gordon, Batman’i yakalamak için Montoya’yı başa getiriyor mesela ama Bullock & Flass’ın işgüzarlığı onları halkın gözünde yükseltiyor. Bu olayların yaşandığı 4. bölümün kurgusu çok güzeldi mesela.
Batman’in Barbara ve Montoya’yı sürekli takip etmesi, hatta genellikle onlardan bir adım önde olması çok “Batman” bir hareket. Bu arada evet; Harley, Barbara, Renee Montoya derken kadınların oldukça ön planda olduğu ve iyi işlendiği bir animasyon izliyoruz Batman: Caped Crusader’da. Catwoman’ın olduğu bölüm eski kostümünü ve Catmobile’i görmemiz dışında beni pek etkilemese de kadın karakterlerin işlenişi 2. sezonda nasıl bir Poison Ivy göreceğimizi fazlasıyla merak ettirdi bana.
Batman: Caped Crusader’ı genel olarak 10 üzerinden 7-7.5 civarında beğendiğimi söyleyebilirim. Bu sene X-Men ’97 gibi bir muazzamlık izlememiş olsaydık puanım 8’den başlardı, ama insan karşılaştırma yapmadan duramıyor maalesef. Siz ne dersiniz geekler; sağlam bir Batman çizgi dizisi görmeyi özlemiş miyiz, dizinin woke kültürü üzerinden tartışılmasını doğru buluyor musunuz? Yorumlara bekliyorum.