3) Peacemaker
Bir dizi düşünün ne teması ne karakterleri ne de yaratıcısı ilginizi çekiyor olsun. Hatta bu üçünden de özellikle kaçan bir insan olun. Dizi başlasın, ilk sahnelerden “Ben ne izliyorum şimdi?” diye sorun ama bölüm sonunda elinizin istemsizce ikinciyi açmaya gittiğini fark edin. Peacemaker, neredeyse her sahnesinde bana bu soruyu sordurdu, her ânından başkası adına utandım ama her seferinde de yüzümdeki gülümsemenin yarattığı şaşkınlıkla bir sonraki bölümü açtım. Benim için bir benzerini en son The Office’in ilk bölümlerinde yaşadığım ilginç bir tecrübeydi, herkese tavsiye ediyorum. – Deniz.
Peacemaker karakterine bir dizi yapıldığı duyurulduğunda o kadar umurumda olmamıştı ki. “Ne gerek var?” diye sorgulamıştım açıkçası. Gelin görün ki hayat sürprizlerle doludur ve o gereksiz gördüğünüz dizi, yıl sonu listenizde işte böyle beliriverir. Bu yıl hayatıma en büyük eğlenceyi katan yapım kesinlikle Peacemaker oldu. Invasion of the Body Snatchers tarzı keyifli bir hikâye, baymayan espriler, müthiş jeneriği ve müzikleriyle tertemiz bir işti. – Hilal.
Acımasız gerçekçilikli süper kahraman dizisi benim için on numaradır. Yer yer düşük bütçeli bir havası vardı ama o parodi havasına da ters düşmüyordu. Bu diziyi sevdiğimi anlamam zaman aldı ama ikinci sezonunu büyük bir hevesle bekliyorum. – Ömercan.
2) The Bear
The Bear’ın her ânı bir kaostu. Karakterleri dizinin içine girmeyi, kurgusu kronolojiyi ayırt etmeyi, bölüm içi temposu olanları takip etmeyi, kesinlikle volümü azaltmama tercihi yaptıkları müzikleri ise diyalogları anlamayı zorlaştırıyordu. Size prodüksiyondan hikâyeye varana dek büyük şeylerin vaadini vermeyen ve az önce saydığım sebeplerle size duyulmamış şeyler anlatmak için de kendini zorlamayan bu dizi, tam da bu yüzden güzeldi. Siz yoğun, yorucu ve birçoğu mutsuz geçen günün ardından hayatla nasıl başa çıkıyorsanız The Bear da size onu verdi. – Deniz.
The Bear’ı hepimiz çok sevdik çünkü bizler sağlıklı bireyler değiliz. Anksiyete dolu, bol gerilimli ve kafa şişiren bir iş gününün ardından eve gelip, aynısının güzel bir yönetmenlikle çekilip altına havalı müzikler dayanmış hâlini izlemeyi seviyoruz. Mutsuzuz ama endişelenmeyin: Bütün bu anlar zaman içinde yok olup gidecek, tıpkı soğan doğrarken gizlenen gözyaşları gibi. – Hilal.
Fantastik serilerin ve süper kahraman işlerinin hepsinin birbirinin aynısına dönüşmesine rağmen arka arkaya çıkan her işi izlemek için hâlâ en ön sıraya koştuğumu fark ettiğim için kendime saygım azaldı. Türün içi boşaldıkça tam da kimin pelerini daha mavi, kimin ejderhası daha büyük tartışmaları arasında bir arkadaşımın; “Aşçılı, yemekli dizi var, sen seversin” demesiyle başladığım The Bear, benim için senenin en iyi dizisi ve en iyi işi oldu. Diziyi benim için bu kadar iyi yapan iki şey var ve ikisi de tam olarak Carmen karakterinin kişiliğiyle ilgili. Birincisi; idealist olmaya pek fırsatı olmadığı o dar alanda “en mükemmel ben olacağım” triplerine girmeden ayakta kalmaya çalışıp, faturaları nasıl ödeyeceğini dert edecek kadar gerçek olması. İkinci de her şey aleyhine giderken ve herkes ondan bunu beklerken mutfakta terör estirmek yerine insanlara gerçekten insan gibi davranması. – Mert.
1) Andor
Prenses Leia Star Wars’ın ilk dakikalarında eşarbı ile yarım surat sinema perdesinden bize göründüğünde asilerin neler çektiğini, nasıl bir korku atmosferinde yaşadıklarını gözümüzde canlandıramıyorduk. Prenses Leia, masum bir gezegenin patlamasındaki rolünü sineye çekerken, galakside yaşanmış trajedilerin hepsini anlatacak bir göz hareketi -henüz ortada senaryo olmadığından da olsa gerek- yapmamıştı. Altıncı bölümde İmparatorluğun yıkılışını kutlayan halkın neden bu kadar mutlu olduğuna dair kafamızda bölük pörçük fikirler vardı. Hepimizin yazılı olmasa da kafasından geçirdiği tek bir isteği vardı; halkın gözünden olan olayları izleyebilmek. Ya da en azından hissedebilmek…
Yıl 2022 oldu. Biz bu hisleri Maarva’nın cenazesinde, haksız yere bilmem kaç yıl yiyen Andor’un mahkemesinde ve kim bilir daha kaç yıl cezaevinde kalacak olan mahkumların ayağa kalkışında -çok da uzak olmayan bir ülkede- Türkiye’de yaşadık. Var ol Andor. – Cevdet.
Star Wars deyince hepimizin aklına gelen ilk üç şeyin sith, jedi ve ışın kılıcı olması bizim suçumuz değil. Andor ise bunların hiçbirini merkezine almayarak, daha alt tabakanın bu tür bir dünyada nasıl hayatta kaldığına odaklanmayı seçti. İlk duyurulduğunda ben dâhil tüm internetin “Ne gerek vardı?’’ dediği dizi, ilk sezonuyla The Mandalorian’dan bile daha tatmin edici bir sonuç ile bizleri memnun etti. Sonraki sezonlarda neler olacağını da merak içinde bekliyoruz. Sıradan olmayan bir evrendeki sıradan insanların hikâyesi bu! – Emin.
Star Wars çocuk işiydi. Bunu George Lucas’ın ağzından duyduğum için, söylemekte bir beis görmüyorum. Bu yüzden çocukken çok sevmiştim ama artık 40 yaşındayım ve sanki son zamanlarda Star Wars benim için anlamını yitirmiş, bir renk ve franchise cümbüşüne dönüşmüş gibiydi. Ta ki Andor’u izleyene kadar. Bana Star Wars’u gerçekten neden sevdiğimi hatırlattı bu dizi. Çok soru sordurdu. Heyecanla ikinci sezonu bekliyorum. – Mert Özkan.
Yılın sürprizi benim için. Biraz ümitliydim ama bu diziyi bu kadar beklemeyi beklemiyordum. İlk üç bölüm beni tam çekmemiş olsa da her bölümle birlikte hikâyenin sonraki parçasını sabırsızlıkla beklemeye başladım. Sanırım bu dönemin insanlarının az çok istediği Star Wars hikâyesi Andor’du. Güç ne der, ışın kılıçlarına ne olur bilmiyorum ama bir avuç serserinin “Bu böyle gitmez” deyip birtakım idealler peşinde koşmasını izlemek benim çok hoşuma gitti. Sonraki sezonlar da umarım bizi iyi anlamda şaşırtıp durur. – Serdar.
İşte böyle geekler, 2022’yi dizi yönünden bu hislerle kapattık. Siz hangilerini izlediniz ve sevdiniz? Katıldığınız, katılmadıklarınız var mı; nasıl bir sıralama önerirdiniz? Listelerinizi bizimle paylaşın, biz de kaçırdıklarımızı görürüz böylece.