Hep bir haber paylaşacak, bir alt kültürün herhangi bir yanından tutacak yahut içimizde kalsa yerimizde tutamayacak bir konu yerine haydi gelin, bu yazı da biraz şikâyet, bir ince sitem; biraz uyandırma çağrısı biraz da dertleşme içersin. Ne izliyoruz arkadaşlar biz, izlediğimiz şeyin başlığında yazan isimler fark etmeksizin? Geek dünyası olarak neye mahkûm edildik?

Bundan yaklaşık bir on dört yıl önce Laverage dizisi çıkmıştı, hatırlar mısınız bilmiyorum ama dümdüz, modern bir Robin Hood hikâyesiydi işte bildiğiniz gibi; Hustle’lar, Now You See Me’ler ne anlatıyorsa onu işliyordu. O dizide bir karakterin sıklıkla tekrarladığı bir repliği vardı, yazının başına geçince o geldi aklıma: Age of the geek, baby!  Evet, her geçen yıl giderek arttığını belirterek bir yıl içerisinde en az on tane farklı fantastik ve bilim kurgu uyarlamanın gündeme geldiği yahut süper kahraman işi değilsen gişede milyarları deviremediğin şu son beş-on yıla baktığımızda geeklerin çağını yaşıyoruz diyebiliriz.

Aynı anda beş tane Süpermen, iki tane Batman izliyoruz; rakip cephe çok daha iyi çünkü çizgi romanın pek bilinmeyen karakterlerinden ikon Iron Man’ler yaratıyor. Durmadan tüm fanların çılgın hayallerini süsleyebilecek cinsten bir sürü cross-overlar geliyor, paralel evrenli senaryolarla hepsi gerçek oluyor. Öbür cepheden daha bir alt kültür The Boys’lar, Invincible’lar saldırıyor çünkü o klasik süper kahraman anlatısının zirvesini yaşadık artık. Tek bunlar değil elbette, ardı ardına Vakıf, Witcher, Sandman gibi seriler uyarlanıyor, yolda bir yeni Netflix yapımı Three-Body Problem var; Westworld, Love, Death and the Robots gibi bağımsızken birden patlayan ama gene geek damara hitap eden işleri de unutmamak lazım. Ama aradığınız çağ, gerçekten bu mu?

Geek, çok geniş bir sıfat ve bunu da en iyi bizler, bu sayfaların yazarları ve okurları biliyoruz diye düşünüyorum. FRP masalarına sıkışmayan, süper kahramanlarla bitmeyen, tek bir türle sınırlandırılamayan bir alan bu. O yüzden nereden örnek versem her türlü eksik kalacak gibi duruyor, mazur görün ve örnekleri siz tamamlayın.

Son iki-üç yılda peşi peşine Fantastik Canavarlar, The Witcher, Vakıf, Zaman Çarkı, Sandman ve Yüzüklerin Efendisi uyarlandı. Aralardaki Marvel ve DC filmlerini yahut dizilerini özellikle saymıyorum çünkü son üçe bakalım desek Multiverse of the Madness zoraki iyi eleştiriler aldı, Ms. Marvel rezaletti ve She-Hulk da onun yolundan gidiyor. Süper kahraman işleriyle ilgili sorduğum her soruya “Topyekûn neyi beğendik, bunların biraz dışında kalan The Boys’u, Invincible’ı.” cevabını alıyorum. Aralarda Y The Last Man veya Sweet Tooth gibi uyarlamalar da var, zerre kadar konuşulmadılar.

Kültlerin kültü Star Wars, üç-dört gün önce Andor çıkmamışken, sırf hayranlığından dünyayı takip edenler dışında ne Boba Fett ne de Obi-Wan dizisiyle kimsenin aklını çelemedi; bir The Mandalorian var orada, o da zaten Baby Yoda ile en eskinin hikâye anlatım tekniğinin ekmeğini yiyor, tıpkı The Witcher gibi.

Yine son iki-üç yılda Star Trek’in tonlarca yeni dizisi çıktı, sağlam hayranların dışında kimsenin umurunda değil, belki isimlerini bile bilmiyorsunuz. Bilim kurgudan devam etsek, Doctor Who’dan bahseden kalmadı, Westworld’ün kitlesi son sezondan sonra kayıplara karıştı, Altered Carbon’u kimse izlemedi, Raised by Wolves gibi işler niş kitlede kaldı.

Oyun dünyası da farklı değil; Horizon Forbidden West, Elden Ring’in devam ettirdiği efsaneye kurban gitti; Assassin’s Creed beş oyundur köküne dönmeye çalışıyor. Witcher’ın yapımcısı yeni oyun duyuruyor; biri mobil oyun, diğeri kanonda yer almayan bir fan-fiction Witcher hikâyesine sırtını dayamış. Yüzüklerin Efendisi aşırı tartışmalı iki Shadow oyunundan sonra yolunu saçma sapan mobil oyunlarla yahut kimin ihtiyacı olduğunun belli olmadığı bir Gollum oyununun, uzundur haber alınamayan duyurularıyla çizmeye; Harry Potter ise yirmi yılı aşkındır yetişemediği bir camiaya, görünene göre gerçek zamanlı iksirler filan yaptığınız bir büyük oyunla yetişmeye çalışıyor.

Gündemde iki yeni dizi var, hepimiz ister istemez oraya kilitlenmiş durumdayız. Biri House of the Dragon, biri de Rings of Power. İlkinin diğerine göre daha iyi gittiğini sanırım hepimiz söyleyebiliriz. Ama şöyle bir ayırın lütfen kafanızda: House of the Dragon, Game of Thrones’tan önce çıkmış olsun, çok fazla şey değişmeyecek mi? Ben her hafta büyük bir keyifle izliyorum House of The Dragon’u, yanlış anlaşılma olmasın. Ama içinden ejderhaları- daha doğrusu sözü geçirilen fantastik evren fikrini- çıkarsam geriye bir şey kalacak mı? Tudors ile aynı dizi olmaktan ne kurtaracak ki onu?

Bugün takip edip de “İyi” dediğimiz pek çok iş ya eskinin ekmeğini yiyenlerden ibaret ya da objektif gözle bakıldığında dümdüz “Kötünün iyisi, vasatın bir yükseği”. Bu gerçekle ne kadar erken barışırsak o kadar iyi olacak gibi gözüküyor. Çünkü bu arada ne oluyor, biliyor musunuz? Günün kanonu fantastik, bilim kurgu, büyülü gerçeklik vb. olduğu için ve bizlerin de zevki o yönde şekillendiği için geri kalan bir sürü yapım, arada kaynayıp gidiyor. “Romantik komedi mi, ay ne banal” yahut “Üff, yarım saat aynı yere bakıyor bu oyuncular” dediğimiz günler geride kalıyor. Onlar, sinemalarda saçma bir sidik yarışıyla daha fazla bütçe elde etmek için 11 dakika eklemeyle ve “Nasıl olsa izlenecek” denilerek tekrar gösterime sokulan No Way Home’lar gibi, salon bulmakta bile zorlanacak kadar garantili durumda olmadıkları için gelişmek zorunda kalıyorlar, biz farkına varamıyoruz.

Daha birkaç ay önce The Wire kalitesindeki We Own This City ile delilerce konuşulması gerektiğini düşündüğüm This Is Going To Hurt çıktı, ikisini de geek damardan azade görüp bir yazıdan fazla konu edemedik. Çünkü onları yazınca okunmuyor, Ms. Marvel yazmalıyız… Ve inanın bana, Ms. Marvel vizyonu ile geek, geek olmadı. Eğer durum buysa cidden inkâr et, yadsı adını.

Benim alanım folklor, bir dalı da halk edebiyatı. Biz orada, daha yeni Netflix’in de konu hakkında, başrolünde Kıvanç Tatlıtuğ’un oynadığı Âşıklar Bayramı isimli bir film de çıkarttığı Âşık Edebiyatı’nı işlerken yüzyıllara göre bu türün gelişimini izlemeye çalışırdık. Bir noktada âşık edebiyatı gelişirken çok az âşık olurdu bahsi geçen. Sonra gelenek ilerledikçe, son yüzyıllarda binlerce âşık ismine rastlardık ve “Neden bunların arasında kayda değer bir tane eser veren yok?” diye sorardık. Bariz bir ters orantı vardı ve dikkatli baktığınızda çöküş dönemi, bayağı bayağı yükselme dönemine denk gelirdi. Bu geek çağının sorunu da benzer şekilde sanırım; ilgi artıyor, yaratıcı artıyor, yapım artıyor. Eserlerin kalıcılığı? Ters orantılı şekilde azalıyor.

Ha siz ya da biz ne yapalım bununla ilgili olarak? Yapımcı mıyız, yönetmen miyiz, bol paralı stüdyo sahibi miyiz? Hiçbiri değiliz. Biz ancak işte, yazının başında da söylediğim gibi birbirimize içimizi dökeriz. Sabahın köründe de oturur, House of The Dragon’un ya da Rings of Power’ın başına geçeriz. Evet, kaçış psikolojisiydi bir yere kadar ama artık o da değil. Evet, Orta Çağ desenli bir kupa, bir kılıç var sahnede, göstermişler, ne güzel ama tek derdimiz buysa Twitter’da Arkeofili sayfalarını takip edebiliriz.

Söylemek istediğim tek şey, artık bu geek’in anlamını, genel anlamda değiştirmeliyiz. Çünkü ben birtakım Avrupa hanedan hikâyelerinin bana çok orijinalmiş gibi sunulan ve Müge Anlı’ya konu olabilecek versiyonlarını izlemekten çok sıkıldım. Ortada başka bir şey olmadığı için beğenmek zorunda kalmayı da sağlam bir ikiyüzlülük ile kabulleniyorum. İşimin adı bu, izleyeceğim. En azından kendimi biliyorum. Sizde durumlar nasıl, yazarsanız öğrenirim.

Author

Editör-in-çiif. Hayvan dostu, çokça yalnız; ismiyle müsemma ama çoğunlukla zararsız. İyi tavsiye verir, geç olana dek ciddiye alınmaz. Her geçen gün bitkinliğine şaşırarak ‘takı taluy takı müren‘ arıyor.

6 Comments

  1. Her cümlesine katılıyorum. Geek eserler olarak önümüze sunulan, ancak geek kültürüyle belki de en çok çelişen kavram olan yüzeyselliğe saplanmış eserler etrafımızı adeta işgal etti. Bir tepki olarak bile değil, herhangi bir kayda değer anlatımdan yoksun bulduğum için ana akım projeleri neredeyse üç senedir takip etmiyorum. Dune bile elini korkak alıştıran bir uyarlamaydı, yakın zamanda da Into the Spider-Verse’ün devamı haricinde heyecanlandıran büyük bir proje de yok gibi gözüküyor. Hollywood yapımcıları kendilerini içinde buldukları bu sarmaldan kısa bir süre içerisinde kurtulamazlarsa bu durumun uzun orta ve uzun vadede sektörde derin yaralar bırakacağını düşünüyorum. Özellikle yayın servislerinin adeta bir fabrika gibi çalışmasının bunda etkisinin büyük olduğu kanaatindeyim.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Onlar çalışsın o şekilde, para kazanacaklar neticede. Biz, eğer kendimizi böyle tanımlamayı seçtiysek çıkarttıkları şeyleri beğenmemek yahut takip etmemek özgürlüğümüzü hatırlamalı ve bunu da “Kutsalımıza saldırdılar” şeklinde yüzeysel bir savunmayla değil de yine geek olarak kendilerine göstermeliydik.

  2. Olay, işin edebî, sanatsal, hikayesel ve anlatıcı-aktarıcı kısmından uzaklaşıp daha çok matematiğine yönelmekte sanırım. Artık işin hesap ve formülize etme tarafına yaslandı yapımcılar. Bir iş tuttuysa hadi diyorlar biz de onun izinden; ‘Aa bak bu iş tutmuş ver aynısının laciverdinden, nasılsa yeniyor’!!
    Bir hesaptır kurcalanmakta; ‘Bu yapıma şu kadar harcasak, şuradan biraz kıs, dur dur olmadı gişede şu klişe dönmeli. Tabi parasına bakma nasılsa geri dönüşü olur bunun; seyirci klişe yiyor(!).’
    Bu zihniyet terk edilmediği ve artık bu yapılan işler seri üretimden ve hatta fast food (cast food da desek iyi aslında ha) anlayışından çıkmadığı sürece durumun düzeleceği yok gibi. Hazır şablon işleri günümüz küresel şirketleri bile elinin tersiyle itmeye başlamış. Bunlar klişeyi bile bükmekten aciz…

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Bu söyledikleriniz yani seri üretim olmak, tutan formüllerden ilerlemek, popülere oynamak gibi şeyler dünyanın düzeni bir şekilde; uzundur vardı uzun zaman sonra da olacaklar. Benim buradaki problemim, geek dediğimiz insanın buraya düşmemesiyle alakalıydı. Geek’i geek yapan neyi beğeneceği yönündeki o vizyonda saklıydı sanırım, onu kaybettik.

  3. Sanırım geek dünyasında “kral çıplak” diyen ilk kişi siz oldunuz ve bu kartopu gibi bir hal alabilir. Aslında eşim üç beş senedir sizin anlattıklarınızı bana yaşatıyordu ve gözlerime baka baka “kral çıplak” imasında bulunuyordu. Fantastik bir yapım izlerken artık bıktığını ve filmlerde hep aynı şeylerin olduğunu açık açık bana söylüyordu. Yazınızı okuyunca gerçekten de öyle olduğuna ben de inanıyorum. Önümüzde gerçekten de seveceğimizi düşündükleri o kadar çok sayıda yapım var ki hiç birini izlemeye vaktimiz olmuyor, olsa bile akılda kalıcılık sıfır.

    • Meltem Deniz Doğan Reply

      Muhtemelen hepimiz ayrı ayrı düşünüyoruz ama tüm markasını “geek” kavramı üzerine inşa eden bir yerde bulunduğumuz için bu sayfalardan üstüne basarak söylemek gerekli diye düşünüyorum. Önümüze koyulan ve ucundan kenarından, bir şekilde bilim kurgu, bir şekilde fantastik, bir şekilde niş bir yere sırtını yaslamış oldukları için seveceğimiz düşünülen yapımları beğenmediğimiz zaman biz geek olmaktan çıkmıyoruz. Toplu hâlde söylemek bu açıdan önemli, sizin yaptığınız geek değil diyebilmek ve bunu fark ettirebilmek için. :/

Bir Yorum Yazmak İster Misin?

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.